Anne! Kandırdı beni!!! (ihi..ihi.. ihi..)
Kim kandırdı, kızım?
Sefergilin Seyfullah kandırdı.
Hani Seyfullah en iyi arkadaşındı! Yıllardır birlikteydiniz. İyiydiniz, hoştunuz hani… İçtiğiniz su ayrı gitmiyordu. Bir dediğini iki etmiyordu! Ne oldu da aranız bozuldu.
Sorma anne, Seyfullah bana ihanet etti.(ihi…ihi.. ihi..)
Nasıl yani?
Anne, benim kendisiyle paylaştığım sırlarım vardı ya! İşte onları ifşa etmeye kalktı.
Vay utanmaz vay! Vay ırz düşmanı vay! Vay Haşhaşi vay! Eee! Ben sana söylemiştim güzel kızım; bazı şeyler vardır ki paylaşılmaz.
Ama anne! (İhi… İhi… İhi)
Ne yapacaksın şimdi?
Ne mi yapacağım? Görürsün, intikamım korkunç olacak. O alçağın evine giden bütün yollara mayın döşeyeceğim. Evinin en kuytu köşelerine bubi tuzağı kurduracağım. O Hain, dağa kaçsa dağda bulacağım, ine saklansa; inine gireceğim. Mahvedeceğim o alçağı!
(Aradan bir buçuk yıl geçer)
Anne! (İhi… İhi… İhi)
Yine ne oldu kızım! Böyle iki gözün iki çeşme’
Kandırıldım! (İhi… İhi… İhi)
Yine mi? Bu defa kim kandırdı?
Hani beni Kıvırtma Derneği’ne başkan seçeceklerdi ya?
Eee…
O kadar dans etmeme, türlü hünerler sergileyerek kıvırtmama, gerdan kırıp cilve yapmama rağmen istediğim oyu vermediler. Beni başkan seçmediler.(İhi… İhi… İhi..)
Üzülme, kızım. Sende bu yetenek, bu ustalık olduktan sonra…
Üzülmüyorum. Hazımsızlık da yaratmıyor bende; ama o cibilliyetsizler, o bedeviler görsünler, bey mi yaman el mi yaman. Aha da buraya yazıyorum. Bitaraf olmayanları bertaraf ederek ben de bu seçimi yeniletmez; beni başkan seçinceye kadar da sürdürtmezsem, bana da Zilli Zübük Sultaniye demesinler.
(Aradan bir buçuk ay geçer)
Anne… (İhi… İhi… İhi) Yine kandırıldım!
Yine mi! Bu sefer kim kandırdı?
(İhi… İhi… İhi)
Hay Allah! Söylesene yavrum!
Bu sefer de Apiş’in fedaileri kandırdı. (İhi… İhi… İhi) Bana, seni hanım ağa yapacağız dediler. (İhi… İhi… İhi)
Eee, Anlatsana kızım!
Dağa götürdüler(İhi… İhi… İhi) Irzıma geçtiler! (İhi… İhi… İhi)
Vay namussuzlar, vay alçaklar, vay şerefsizler! Peki, ne olacak şimdi? Ben sana dediydim kızım; bunlara güven olmaz diye; eşkıya bunlar; yüz verme, taviz verme; dikkat et diye. Dilimde tüy bitti. Eee ne yapacağız şimdi? Nasıl bakacağız el âlemin yüzüne…
Ben, el âlemi düşünmüyorum ki… Ben, geleceğimi ve de kendi gerçeğimi düşüyorum.
Bak şu yüzsüze! Hâlâ söyleniyor. Şimdi, edebim müsaade etse seni bir güzel pataklarım ya! Neyse… Kendi gerçeğiymiş, kendi geleceğiymiş. Gelecek mi kaldı. Baksana düştüğümüz hâle…
Ne varmış hâlimizde? Abartma sen de! Onlara gelince; görürler onlar, evlerini başlarına yıkacağım, taş taş üzerine bırakmayacağım. Mahvedeceğim o alçakları, o şerefsiz ırz düşmanlarını…
Yok, kızım yok, baksana ergen oldun olalı kandırmayan kalmadı seni. Ben artık iyice biliyorum ki sen, küfür sıtmasından, riya hummasından sonra; “kandırık yalaması” da olmuşsun. Bak bu son derdin şifası da yok. Yine ben, nefesi kuvvetli üfürükçülere haber salayım; ama korkarım ki onların nefesleri de artık kâr etmez.