Son günlerde Diyanet İşleri Başkanı’nın “cemevleri kırmızı çizgimizdir” söylemi, Yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmi sayfasında sorulan “alevi ile evlenilir mi?” sorusuna karşılık, “Müslüman Müslümanla evlenir” şeklindeki cevap, bazı duyarlı yurttaşlarımızı hayli kızdırmış, sosyal medyada bu sözleri sarf edenlere karşılık, hak ettikleri cevaplar, doğru/yanlış amacı anlaşılmadan verilmektedir. Cevaplara bakıldığında sözleri sarf edenlerin “hoş görüden” yoksun, “basit ve cahilce” söylenmiş sözler olarak değerlendirilmektedir. Oysa ben o kanaatte değilim. Çünkü söylenen söz/ler basit ilkel ve incitici olsa da asıl amacı gölgelediği hiç dikkate alınmıyor. Neden bu tip sözler bu düzeyde pervasızca sarf ediliyor, söylemin arkasında başka amaç taşıyor olabilirler mi? Cehalet ya da mezhep düşmanlığı asıl hedefmidir, yoksa gizledikleri başka hedefleri var mıdır?
Hatta iki konuyu daha bu sorunu açıklamaya yardımcı olur diye eklemek gerekir. Biri Suudi Arabistan’da Şii El-Nimri’nin idamı ile Ahmet Davutoğlu’nun Anayasadaki laiklik ilkesini hiçe sayarak devlet memurlarının bir kısmının (Sünni olanların) öğlen tatillerinin Cuma namazına göre ayarlanması istemi, bu isteme, bana göre, bazı kesimleri şaşkınlığa düşürecek şekilde, Selahattin Demirtaş’ın direk destek vermesi tavrı da.
Bu sıralanan hususlar toplum gündemini işgal ederken, elbette toplumsal duyarlılık da tepkisini vermeye çalışmaktadır. İlgimi çeken iki makale bu konuyu farklı da olsa güzel değerlendirmiş. Bunlardan biri M. Bedri Gültekin’in Aydınlık’ta yayınlanan “Mezhep savaşları mı başlıyor?” adlı 06.01.16 tarihli makalesi ile İzmir’de yayınlanan Egemeclisi Haber Portalındaki Prof. Dr. Hakkı Uyarın yine 06.01.16 tarihli “Medeniyet İçi Çatışma” adlı makaleleri güzel ve aydınlatıcı.
Yeni dünya düzeni, ekonomik hak arayışlarının değiştiğini, bu uğurda mücadelenin anlamsız olduğunu, özgürleşme ve eşitliğin, etnisite ve mezhep çatışması yörüngesine oturtulduğu taktirde, gerçek bir özgürleşmenin sağlanacağını ileri sürmektedir. Bunu “Ulus Devletler” çağının kapandığını yerine “Demokratik Uluslar” çağının başladığını, sınıf savaşlarının tarihin gerisinde kaldığını, bu nedenle toplumsal mücadelenin temel dayanağı, bu alanlar olmalıdır, tezini artık dünya gündemine oturttular.
Soldan miras aldıkları sihirli iki sözcük olan; özgürleşme ve eşitlik kelimeleri de işin teorisine eklendiğinde, uluslar arası güçler ABD-AB kendileri için hiçbir amaç gütmeden! Hiçbir art niyetleri olmadan! Melek niyetiyle ulusların/halkların imdadına koşan, “demokrasiyi” bilmeyen, “diktatör” “baskıcı” “tekçi” Saddam, Kaddafi, Esat, ideolojik olarak Atatürk, vb diktatörlükleri yıkarak Ortadoğu’da kan gövdeyi götürse de “demokratik ulus” yaratmaya çalışıyorlar.
Peki, bu “demokratik ulus” nedir? İnanın bunu en güzel Abdullah Öcalan tarif ediyor. Şöyle “Denilebilir ki; üç büyük tek tanrılı dinden her türlü farklı dil, etnisite ve siyasal oluşumlardan müteşekkil bir büyük bölge milleti yani Ortadoğu ulusu bile oluşturulabilir.” Bölgenin kadim kültürlü halkları olan Arap, Kürt, Ermeni, Yahudi, Asuri (Süryani, Keldani) Türk, Türkmen, Kafkas kökenliler demokratik ulus kimlikli olarak inşa edildiklerinde, hem tarihsel kültürlerine uygun örgütlenmiş olurlar hem de kapitalist modernitenin ulus-devlet aracılığıyla körüklediği böl yönet çıkmazından çatışma ve savaşlardan kurtulmuş olurlar. (Ali Fırat mahlasıyla Özgür Gündem deki makalesinden) Peki soru basit; bugün Suriye’nin Kuzeyinde Kürtler ile İŞİD niye çatışıyor? Biri dil/etnisite üzerine örgütleniyor diğeri de din ve mezhep üzerine örgütleniyor. Her ikisi amacına ulaşmışken; biri Kürt kantonu oluşturmuş, diğeri de İslam devleti kurmuş, aralarında çatışmanın anlamı var mı? Demek ki var. Temel amaç hâkimiyet olduğu sürece bu çatışmaların bitmesi mümkün değil. Üstelik bunlara henüz ulus zaten denemez. Yarın uluslaşmak için ortak ekonomik hedef nasıl belirlenecek, dil, din, mezhep farklılıklarını ulus bünyesinde nasıl örgütleyecekler. Üstelik Öcalan tek tanrılı üç din mensubunu nasıl bir arada barındıracak?
Bu gün Müslümanım diyen, farklı mezheplerin çatışmasını, sadece konuyu hoş görüyle ele almayı bilmeyen, diyanet işleri başkanı mı körüklüyor? Yoksa toplumsal mücadeleler sonucu iki yüz yıl süren haçlı ve mezhep savaşları sonucu Fransız İhtilali’nin, Dünya halklarına armağan ettiği, laikliği, uluslararası güçler, ulus devletin bilimsel çimentosu olduğu için hedefliyor değiller mi?
Gerek son günlerde Türkiye’de diyanet çevresinin bariz alevi karşıtlığı, gerek Cuma namazı nedeniyle devletin kurallarının düzene sokulma isteği, gerek buna kendini ilerici olarak sunan Demirtaş’ın hevesli tavrı, gerek se de Suudi Arabistan’daki idamların bangır bangır bağırarak dünyaya ilan edilmesi, çatışma zeminlerini körüklemekten başka bir şey değil.
Nasıl olsa sınıf savaşları değil, yeni hedef din ve mezhep savaşları öncelikli gündem. Üstelik buna Özgürlük ve eşitlik sosu katarak “solcu” bir görünüm de kazandırılıyor.