CHP İzmir İl Örgütünü zor günler bekliyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı iki kongre sürecinde de, yani hem Ali Engin’in hem de Alaattin Yüksel’in seçim süreçlerinde kamu gücünü kullanarak, Genel Merkezi istifayla tehdit ederek, istediği adayları seçtirmek suretiyle tabanın iradesini özgürce kullanmasını engellemiştir. Bu davranışı örgüt adına siyasi başarılar getirseydi, sanırım parti tabanı “adam haklı bakın diretti ama başarıyı da elde etti” derdi.
İstifa eden İl Başkanıyla birlikte, kendisinden önceki il başkanı ve bir kısım PM üyeleriyle, yaptıkları dayatma sonucu, istediklerini Belediye Başkanlığına aday yapmayı başardılar. Bunun hoş görülecek, kurala uyan, hiçbir yönü ve boyutu yoktu. Benim, Genel Merkez’in, Genel Başkanın, MYK üyelerinin bu emri-vakiye hangi gerekçeyle olursa olsun, boyun eğmesini kabullenecek yönüm yok. Bu oldu-bittiler sonucu 8 İlçe kaybedildi. Hiç biri sorumluluğu üstlenip özeleştiri yapmadı. Parti Genel Merkezi de bunlardan hesap sormadı. Yapılan son İl Kongresinde 7 oy farkla seçilmesi de kamu gücü olmasa, özgür seçimlerle irade beyan edilse bu sonuçların olmayacağı açıktır. İzmir’de emekçilerin alın teri siyasi emellere kurban ediliyor. Bunun solculukla bağdaşır bir yönü var mı? İki dönemdir İl yönetimleri ve Başkanlıkları bu dayatmalarla belirleniyor.
Şimdi İl Başkanı Alaattin Yüksel istifa etti. Gerekçesi iyi okunduğunda “siyasi olduğu” ayan beyan ortada. İlkesel boyutunu bilerek ortaya çıkarıp, siyasi boyutunu gizlemeyi bu güne kadar gözlediğim siyasi anlayışıyla bağdaştırmak kolay. Oysa partinin hiçbir etkinliğinde, tabanın desteğini göremediler. Yere göğe sığdıramadıkları son mitingde bile, çevre iller, Antalya, İstanbul; Ankara’dan gelen desteklere rağmen, kötümserler için 17 bin en iyimserler için 85 bin rakamları telaffuz ediliyor. Bu ekibin başarısızlığı ve örgütte görülen tepki artık halka da yansımış durumda. Bu “ekibin” boynunda 2011 Genel seçimlerinde dört arkadaşlarını milletvekili yapmakla, 2014 yerel yönetim seçimlerinde sekiz ilçeyi kaybetme günahı var.
Hiç bir şey olmamış gibi yollarına devam edemezlerdi. Kabahatleri ve günahları öylesine fazla ve açık ki; benim açımdan hoş görülecek bir yanları yoktur. Alaattin Bey 2008 yılındaki pozisyonunun sonucu, elde ettiği kazancı, şimdi tekrar denemek istiyor. Nedir o? Deniz Baykal muhalefeti sonucu, partiyle alakasını kesmişken, Kılıcdaroğlu’nun seçilmesiyle, Önder Sav’ın desteğiyle istedikleri siyasi pozisyonları, hem kendilerine, hem de arkadaşlarına aldılar. Bu gün ayni yolu izlediği/izleyeceğini fark edememek siyasi analizden habersiz olmak demektir.
Seçilen İl Başkanıyla ilgili bireysel anlamda söyleyecek sözüm yoktur. Ancak bu il yönetimi Büyükşehir Belediye Başkanı ve baskıladığı ilçe belediye Başkanlarının iz düşümüdür. Sekiz ilçenin kaybının sorumluluğunu, işin asıl faillerini unutturmak gibi bir siyasi yanlışı, hedeften uzaklaştırıyorlar. Böylesine ağır bir sorumluluğu taşıyacaklarını sanmıyorum. Ayrıca güçleri yeter mi, onu da bilmiyorum. Sadece parti dört yıldır sürdürdüğü kan kaybını devam edecektir.
Oysa CHP’linin sorumluluğu geleneklerinde vardır. İyi niyetli arkadaşların “tüzük” hatırlatmaları, seçim sürecinde kongre salonunda yaşanan rezaleti tüzüğün hangi maddesine sığdırdıklarını akla getirmeden yorum yapıyorlar.
İl Yönetimi toplanır Eylül ortaları ya da Ekim başına bir “olağanüstü kongre” kararı alır, geniş bir uzlaşma arayışıyla hem kendileri için hem dışlanma duygusu yaşayanlarla, yeni bir yapı oluşturma çabasına gidebilirler. Seçilen İl Başkanıyla seçime gitmelerinin hiç te yadırganacak bir yönü olmaz.
Bu olmazsa Genel Merkez İzmir CHP tabanında bir uzlaşma zemini yaratmak için beş kişilik bir “kayyum” heyeti atamalıdır. Onlar, partinin aradığı birliği sağlayarak, örgütün bölünmüşlüğünü öncelikle gidermelidirler.
Genel Merkez şunu bilmeli; sorumlulardan hesap sormadan başarısız yönetimlere Bedri Serter’i atadığı gibi bir yöntem izlerse, hem birlik sağlanmamış olur, hem de başarıya odaklanmış iyi niyetli kadroları daha yola çıkmadan, ortada bırakmış olur.