CHP, 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar, yani 1960 ve 1970 dönemi, partide “delege ağalığı” denen feodal ve paralı yönlendirmelere rağmen, partideki temsil yani halkın sorunlarını parti kademelerinde dile getirecek öncüler, siyasi birikim ve yönetim yetenekleri günümüzle kıyaslanamıyacak kadar yüksekti.
Peki neden bu duruma düştük? Kişisel düşüncem 12 Eylül sonrasının Türkiye’de yarattığı siyasi yozlaşma iklimi tüm toplumu sardı. Şüphesiz CHP üyelerini de bu faydacı, çıkarcı neo-liberal kültürden soyutliyamayiz. Zaman zaman Genelbaşkan’ın dile getirdiği gibi bilgi beceri, birikim kısaca liyakat dediğimiz doğrunun yerini, yandaşlığın, ekipçiliğin, akraba himayeciliğinin alması sıkıntılarımızın başında geliyor.
Teknolojik olarak nüfüs kayıt sistemi bugünki gibi denetlenemediği dönemden, “taşıma üye” dediğimiz partinin özellikle Büyükşehirlerin birkaç ilçelesinde kayıt yaptırarak oy kullanmaları temsili tamamen ortadan kaldırmıştır. Bu yanıltmanın ya da sahtekarlığın adına “politika” denerek meşru gösterilmesi, görmezden gelinmesi sonucu, müteahitler ya da durumu finanse edenler, partide etkili olmayı başarmışlardır. Bu kesim temsil güçleri yüksekmiş gibi kendilerini parti yönetimine kabul ettirdiler. “Seyyar üye” sitemi geçerliyken dışarıdan herhangi bir vatandaşın partiye üye olma şansı yok denecek kadar azdı. Parti üyeliği eş dost ve akraba aralığına sıkışmıştı. Eski tüzüğe göre 6 aylık askı süresiyle istemediklerini, adı askıdayken bir olumsuz dilekçe verdirilip geçici kaydı siliniyordu. Üyelik kabulü tamamen yetkililerin insiyatifine terk edilmişti.
Bu durumu telafi edeceğiz düşüncesiyle İnternet üzerinden veya sokakları dolaşarak arabalarda üye kaydı yaptırmak da partiye bir yarar getirmedi. Yeni üyelerin çoğu Belediyelerde iş bulacağız düşüncesiyle partiye girmiş, çoğu, parti politikalarından ve ilkelerinden bihaber olduklarından, kendilerine söyleneni yapma eğilimleri yüksek üyelerdir. Bunlar yetmiyormuş gibi; bilinen, ünlü, zengin, parti üst yönetiminde ya da parti bürokrasisinde ister direk ister dolaylı olarak çevresi olan, yani bir vesile ile kendini bir belediye başkanlığına atatmış olanlar ellerine geçirdikleri kamu gücünü de devreye sokarak partideki temsilcileri belirliyorlar. Bu bir emme basma tulumbası sen beni belirle ben de seni. Bu döngü yalnız İzmir ili ile sınırlı değil, Genel merkezi de içermektedir.
Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi, Çiğli Atatürk Organize Sanayi Bölgesi fabrikalarında çalışan işçilerden üyemiz ve delegemiz olduğunu sanmıyorum. Bildiğim kadarıyla 6 tane küçük sanayi sitemizde fiilen çalışan bir kaportacı, bir elektrikçi, bir motorcu bir marangoz vb temsilcimizin de olduğunu sanmıyorum. Bunlar olmazsa halkın sorunlarını nasıl bileceğiz.?
Bu sistem partiyi halktan tamamen koparmaktadır. İş arıyan vatandaşın sorununu delege seçiminde desteğe zorlamakla, zorunlu olarak da belediye başkanının işaret ettiği kişiye oy vererek belirlemekle, o kişiler sandıktan çıkmış olsalar bile adına delege dense bile temsilden uzaktırlar. Halk partiyi yeniliyemiyor. Genel Merkez taşları döşüyor. Çalışan örgüt çalışmayan örgütün temsildeki karşılığı hiç yok. Diyarbakır 16 milletvekili çıkarıyor. Chp bu buradan hiç milletvekili çıkaramıyor, ancak Kurultayda 32 Kurultay delegesi bulunuyor. Yani temsilin bu boyutu tam bir facia ve adaletsiz.
Bir kişi siyasi birikimi ne kadar yüksek olursa olsun, parti tabanında ne kadar çalışıyor olursa olsun, partinin tüm etkinliklerinde canla başla mücadele etse de, bir belediye başkaına yaslanmadan il ya da ilçe başkanı olma şansı çok düşük.
Gerekçelerime katılan olur ya da olmaz. CHP’li üye kendi sorunlarını çözemezse bu iş de böyle gelmiş böyle gider.
Azimet Gürbüz.
23.09.2017 .