Son günlerde Fransa’da yaşanan olaylarla ilgi gördüğüm kadarıyla işin “yakıp yıkma” kısmını öne çıkararak televizyonlarımız haber yapmakta, gazetelerde köşe işgal edenlerin her gün “fikir beyan edip topluma “bilinç salan” kesimlerinde ise tık yok.
Fransız medyasından ithal, “Aptallar sürüsü”, “beş para etmezler”, “zontalar”...gibi tanımlar bizim de gündemimize oturdu. Hatta Sayın Cumhurbaşkanımız da dünya medyasına seslenerek bizim “Gezi” olaylarını manşet yapıyordunuz hadi bunu da yazsanıza” diyerek üst perdeden bir fırça da attı.
İşin doğrusu ben dahil sosyal medyada fikirlerini izlemeye çalıştığım 68 gençliği arkadaşlarımız da sanki tedirgin gibiler. Neler oluyor ya. Acaba neden?
Düşünüyorum da, hep sahiplendik ama, GEZİ’nin de Türkiye’de bilinen öncüsü/önderi yoktu. Hatta öyle ki; HDP cenahı Tayyip Erdoğan’ı düşürmek için askeri cuntaya zemin hazırlanıyor dahi diyebilmişlerdi. Sonradan adı değiştirilerek “Haziran Hareketi” dense de o GEZİ değil, sadece bir sahiplenmedir. Fakat GEZİ bir sosyal olgu olarak, toplumun belleğinde uzun yıllar yerini alacaktır.
Bugün bir arkadaşım “birartıbir.org.” haber sitesinden Alican Taylan’ın bir yazısını gönderdi. Yazıyı okuyunca olayın bizdeki yansımalarından yeteri kadar bilgilenmenin zor olduğunu anladım. Ayrıca bence yazıdaki en doğru tespit olan “politik gelişmeler “SİYASİ ELİT”lerin öncülüğünde gitmiyorsa kimse de sahiplenmiyor” gerçeğidir. Kim bu “siyasi elitler”; en başta siyasi partiler. Siyasi görüş ve meşreplerine göre “Demokratik Kitle Örgütleri. Sağ ya da sol fark etmez. Kim öncülük yapıyorsa o damga vuruyor. Olay da, onların birine mal edilerek diğer kesim dışlanıyor. Sağ, dinci, tutucu çevrelerin tabanına sıkışmış insanların, ya da bir sosyal olay öncesine kadar herhangi bir siyasi oluşumda yer almamış olanlar dahi, bireysel sorunlarına dokunan kişi ve olayların rahatlıkla içinde yer alabilir ve destekçisi olurlar.
Bu anlamda Fransa’da ki olayları Fransız basını; Şiddetli, faşizan, eğitimsiz, tek derdi kendi cebi olan marjinal bir hareket olarak sundu. Gerekçesini de Servet vergisine son, işten çıkarmalara tam yol gibi global kapitalizmin pervasızlığını göz ardı ederek, sadece akaryakıt zamlarını ön plana çıkararak pompalıyor, hatta Macron’un“tren garları hem başarılı insanların hem de hayatta bir hiç olanların karşılaştığı yerdir” diyerek insanları aşağılamasını bile hoş gördü. Öyle ki; adı solculukla ünlenmişler dahi “Gülünçsünüz, çünkü mücadeleniz sapına kadar burjuva ve hiçbir anlamı yok.” Yani, başka bir deyişle, “diğer bütün olan bitene sesinizi çıkarmadınız, şimdi sizin cebinize dokununca isyan ediyorsunuz”. Hatta Cezayirli bir gazeteci; “Eğer sorunları olan herkes (işsizler, vergi mağdurları, alım gücü düşenler, fakirler, evsizler... ayaklansaydı bunun sonu felaket olurdu.
Oysa kamuoyu yoklamalarında halkın % 84 ü sarı yeleklilerin eylemini destekliyor. Hatta Antikapitalist Parti sözcüsünün şu sözleri ilginç; Bu ‘satın alma gücü’ lafından gına geldi! Halkın ezici çoğunluğuna bahşedilen tek güç satın alma ve tüketme gücü, başka hiçbir gücümüz yokmuş gibi! [...] Burada ima ettiği husus bence çok önemli.
Fransa’daki olaylarda giderek boyut kazanıyor. Toplumsal başkaldırı artık “siyasi elitlerin” inisiyatifinde olmayacak. Hatırlar mısınız? Ali Koç; “toplumda gelir dağılımı kötü bozuluyor, biz düzeltmezsek bir gün bizim inisiyatifimizin dışında düzeltmeye kalkar.” Demişti.