Şüphesiz Çetin Altan Türkiye’nin önemli bir yazarı ve belli bir dönemde de çok etkili olmuş bir aydını. Ben siyasi etkileşimimi kendisine borçluyum. Fakat Çetin Altan bizi etkilediği dönemlerdeki gibi sürekli ışık saçmadı. Derin bilgisi ve entelektüel birikimiyle muhafazakâr yönetimlerin “Çankaya Sofraları” na meze olduğunu, geceli gündüzlü misafir edildiğini biliyorum. Benim kendisiyle ilgili birkaç söz söyleme cüretim elbette pek yakışık kaçmıyor ama gönül yarası açmasan da olmaz. Çünkü Uğru Mumcu’yla girdiği tartışmalara verdiği cevaplarda siyasi durumunu içeriği değil de, edebi birikimini öne sürerek “Victor Hugo on sekiz bin kelime biliyordu. Ben naçizane beş bin kelime bildiğimi düşünürüm. Beni eleştirenler en fazla bin kelimelik bir birikimle beni eleştiriyorlar” derdi.
Bu nedenle ben büyük “ustayı” ve çelişkilerini kendi kelimeleriyle ifade edip uğurlayayım. Bu dünyada kendisi iki farklı evrede yaşadı. Yazılarını yan yana görünce siz ne dersiniz? “Tabansız” mı diyelim “dönek” mi? Bilemedim.
İlk dönemi Onlar Uyanırken kitabından “Türkiye’nin ezilen, horlanan, çağının dışında bırakılan emekçileri. Bütün gücün kendi sınıflarında olduğunu görecek ve sınıflarının özgürlüğünü kimseden bir şey ummadan kendilerinden yana olan namuslu aydınlarla sağlamaya çalışacaktır. Bu mücadelede elbette başı belaya girenler, felaketlere uğrayanlar, eziyet çekenler olacaktır. Ama şunu unutmamak gerekir ki; insanlığın kurtuluşu için uğraşanlar ölümsüdürler… Sosyalizm alabildiğine geniş alabildiğine derin, alabildiğine insanca bir çabanın hiç bitmeyecek bir meyvasıdır.” Bu birinci dünyasına ait yazılarından. Fakat Türkiye’nin bu özgürlükçü dönemi, 12 Mart 1971 muhtırasıyla sona erdi. Rahmetli Çetin Altan da tüm özgürlük savaşçıları gibi öldürülmeyenlerin dışında kalanlarla birlikte hapse atıldı. Sanırım bir, bir buçuk yıl sonra Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün özel affıyla serbest bırakıldı.
Gelelim ikinci dünyasında yazdıklarına; Türklerin büyük çoğunluğu ömür boyu dişlerini sıkarak yaşarlar. İsterseniz buna “kıçlarını sıkarak”da diyebilirsiniz. Neden böyle yaşarlar Türklerin çoğunluğu? Çünkü Türklerin genel ve temel özelliği mesleksiz oluşlarıdır. Hazineden geçinen mevki sahiplerinin önemli bir bölümü dahildir buna; gecekondularda yaşayanlar da, yılda 37 gün çalışan 46 milyon köylü de… Demek ki, genel ve temel özelliği mesleksiz olan Türklerin; egemenler bölümü hapazlamacı, geri kalan kullar bölümü de dişini, yahut kıçını sıkmacı (7 Temmuz 2000)”
Şüphesiz bu “mesleksiz” yılda 37 gün çalışan Türk köylüsü sosyalizmi kurabilseydi, dünyada kendilerinden daha bilinçli! Daha mücadeleci! Bir toplum olmayacaktı ve yine Sayın Çetin Altan’dan övgü alacaklardı. Böylesi bir düzende de hazineden geçinenlerin başında Sayın Altan olacaktı.
Hani mücadele çetin ve meşakkatli olacaktı, hani başı belaya girenler olacaktı. Eee oldu da. Ölenleri dahil etmeyelim. Sana ne oldu Usta! Bir buçuk yıllık hapis seni aldı götürdü. Dahil olduğun sınıf (Osmanlı paşasının torunu) senin kıçına yağ sürdü. Peki garibim köylü işçi kıçını sıkmasında ne yapsaydı? Meslek ana rahmine düşüldüğünde mi kazanılıyor? Dünya halkları içinde en kabiliyetsizleri Türkler mi? Aslında yatacak yerin yoktu ama Usta yine de bu toplum sana rahat edeceğin bir yer verdi.
Fakat Usta duyamadın göremedin ama yine de bu toplum geçmişin yüzü suyu hürmetine sana tek bir kötü söz söylemedi. Geçmiş mücadeleni hepimiz saygıyla andık.
Rahat uyu.