Başbakan, gençlere diyor ki: “Abdülhamid’i … şimdi okudukça hayranlığım artıyor. Gençler Abdülhamid’i okuyun” (14 Ocak 2017, yenisafak.com)
Geçen Eylül sonundaki bir sempozyumda konuşan Fas’lı bir katılımcı da: “Cesaret, kararlılık ve mücadeleci ruh Erdoğan ve II. Abdülhamid arasındaki temel benzerlikleri oluşturuyor” demişti. (2 Ekim 2016, yenisafak.com)
AKP medyasının amiral gemisinden yapılan bu iki alıntı da gösteriyor ki, AKP’nin bugünlerdeki tarih okumalarının odaklarından biri de II. Abdülhamid Han.
Başbakanın “..Abdülhamid’i okuyun” tavsiyesine katılıyorum. Ancak, “cesaret, kararlılık..”, “hayranlık” gibi yüceltici veya “müstebit, kızıl” vb. gibi aşağılayıcı öznel yakıştırmalarla değil de, ülkemizin önemli bir dönemini olabildiğince nesnel olarak anlamaya çalışma yaklaşımıyla..
Abdülhamid’in “Askeri Vesayet” Altında Tahta Çıkış Günleri
İmparatorluğun Rumeli toprakları, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Selanik kaynıyor. Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere vb. ülkelerin gizli açık müdahalelerinin arenası haline gelmiş.
Osmanlı ekonomisi, borcu borçla ödeme sarmalına düşmüş. “Ekonomimiz çok âlâ” deyip duran Mahmut Nedim Paşa, moratoryum ilan etmiş.
* * * *
Günümüze yönelik ürkütücü çağrışımlar taşıyan bu koşullarda, kendilerine anayasa ilan etme teminatı verdiği “darbeci” askerlerin vesayeti altında tahta çıkıyor.
İmparatorluğun siyasi ve ekonomik buhranını yaratan Abdülhamid değil.
Ama çözüm getiren de değil.
Aslında, o güne 150 sene sonrasından bakınca görülüyor ki, anayasa ilanını çare sanan “darbeciler” de biçareymiş.
Prof. Dr. İ. Ortaylı, “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” adlı eserinde: “..İsyan ve savaş tehlikesi ufuktaki mali iflas görüntüsüyle birleşmişti. 1876 yılının Aralık ayında, imparatorluk yöneticileri anayasayı ilan eden top sesleriyle, bu zorluklara meydan okuyor gibiydi, anayasa her şeyi düzeltir sanıyorlardı” (s.266) der.
İşe yarar “sanıyorlardı”, ama ne savaş tehlikesini ne de mali iflası önleyebildi.
* * * *
Bugün yeni anayasaya “evet” diyenler de “anayasa her şeyi düzeltir sanıyor..” belki.
Ama bugünden bir 50 yıl sonranın tarihçileri de, bizim neslin TBMM’deki “meydan savaşlarına”(!) bakıp, “anayasa her şeyi düzeltir sanıyorlardı” diyecek.
Abdülhamid “Vesayeti” Alt Ettikten Sonra
Başbakan Yıldırım’da, Abdülhamid’i “okudukça hayranlığını arttıran” nedir bilinmez.
Zira, meşrutiyetin “güçler ayrılığı” prangasından(!) ve kendisini tahta çıkartan “vesayetten” kurtulup, tek başına hükümran olduktan sonra da İmparatorluğun başı dertten kurtulamadı. Bilakis daha da arttı.
Sadece ekonomiyle ilgili kısmına bakacak olursak, Abdülhamid döneminin asıl mali iflas kıyameti, iktidarı tek başına üstlenmesinden sonra koptu.
Elbette anayasayı rafa kaldırıp meclisi tatil etmesi nedeniyle değil.
Ekonomin yeterli bir mali güç üretemiyorsa -anayasalı veya anayasasız- Sultan Abdühamid Han da olsan, ekonomik-mali gücü ve teknolojiyi üretebilen güçler karşısında elinden bir şey gelmiyor.
Nitekim, 1881 Muharrem Kararnamesiyle Osmanlı’nın mali iflasını ilan etmenin yükü de Sultan 2. Abdülhamid Han’ın omuzlarına yüklendi.
İmparatorluğun gelir kaynaklarını, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda gibi alacaklı devletlerin yönettiği Düyun-u Umumiye denilen icra heyetine devretmek zorunda kaldı.
* * * *
Başbakan Yıldırım’ın öğüdü çok yerinde: “Gençler Abdülhamid’i okuyun”!..
Okuyun ki, borçsuz yaşayamayan bir ekonominiz varsa, alacaklı devletlerin bunu nasıl siyasi operasyon aracına çevirebildiğini görün.
Okuyun ki, içeride iktidar olmanın alacaklılar karşısında muktedir olmak anlamına gelmediğini görün.
Peki Bunu Görmek Yetiyor mu?
Yukarıda anılan sempozyumda, Fas’lı katılımcının, “Cesaret, kararlılık ve mücadeleci ruh” bakımından II. Abdülhamid’e benzettiği Erdoğan, aslında Abdülhamid Han’dan daha çoğunu görebiliyor.
Ekonomimizin bugün dış borca (dövize) aşırı bağımlılığının temel nedeninin, yatırım ve ara malları üretimindeki zayıflık olduğunu biliyor. (14 Aralık’taki “Yabancı Alacaklılarımız da TL’ye Geçecek mi?” başlıklı yazım bu konudaydı)
Bu alan, orta ve ileri teknoloji alanı. Erdoğan’ın ifadesiyle “inovasyon ve teknolojiye dayalı ürünler..” alanı (24 Aralık 2016, haberturk.com)
Bunu biliyor ki, 2004’te, başbakan olarak şu karara imza attı: “Bilim, teknoloji ve yenilikte yetkinleşebilmek .. için .. ülkemizdeki ARGE harcamalarının GSYİH içindeki payının 2010 yılına kadar % 2’ye yükseltilmesi..” (Resmi Gazete, 22 Ekim 2004)
Karar bu da, gerçekleşmiş mi?
2010’da binde 8,5. Yani hedeflenen yüzde 2’nin yarısına bile ulaşmamış. 2015’te bile ancak yüzde 1,06 olabilmiş. Yani 2010 hedefinin yarısına ancak ulaşmış görünüyor.
Niçin?
2004’te o kararı alırken samimiyetsiz miydi?
Hayır. Yapabilseydi mutlaka yapardı.
Yapamadı, çünkü bu atılım, “cesaret, kararlılık ve mücadeleci ruh”tan fazlasını; yaygın bir toplumsal mutabakatı ve bazı neoliberal ideolojik saplantılardan kurtulmayı da gerektiriyor.
Bunlar olmayınca, iktidar olunsa da muktedir olunamıyor.
Tıpkı dövize, işsizlik artışına, enflasyona söz geçiremediği gibi.