Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” dış politika basiretini küçümseyerek girdiği maceracı dış politikanın geldiği noktada, AKP’nin buna hiç ehil olmadığı belli olmuştu.
Ekonomide geldiğimiz nokta da, Atatürk döneminin basiretinden ne kadar uzak olduğunu gösterir oldu.
Referandumdaki oy kaybı yetmezmiş gibi, şimdi de bu çıktı:
Yıllardır gelmiş geçmiş en usta ekonomi yönetimini başardığını iddia ederken, hatta buna giderek kendi de inanmaya başlamışken, ekonomi, baş edemeyeceği davranışlar sergilemeye başlasın.
TÜFE, ÜFE, Çekirdek, kaç çeşit enflasyon varsa hepsi dizginlerinden boşanıp, çok küçük bir azınlık hariç, halkın, üretici, tüketici büyük çoğunluğunu daha da yoksullaştıran zam sağanaklarıyla, bir sosyal afete dönüşsün.
Ve yönetim olarak, hamaset dışında, bu gidişatı geri döndürecek bir umut ışığı göstereme..
Hasılı, global ticaret ve döviz okyanusunun her dalgalanmasında alabora olma tehlikesi geçiren ekonomi teknemizin dümenindeki parti de çıkmazda.
O da dümende oradan oraya savruluyor.
O kadar nevri dönmeye başlamış olmalı ki, AKP’nin İçinde “Atatürkçülük” rüzgarları bile esiyor şimdi.
Yeni Akit’ten K. Alpay’ın “Atatürk ve Kemalizm .. ideolojik olarak 2019 seçimlerine endekslenerek yeniden üretiliyor .. Sadece .. İslamcıları değil bizzat AK Parti içinde yer almış kurucu isimleri dahi .. diskalifiye etmeyi hedefleyen bir teori ve koordinasyon merkezi yapıyor bu işleri” (31 Ekim 2017) demesine bakılırsa, bu da hayli geriyor AKP’yi.
Abdülhamid güzellemeleri ile beslenen neo-Osmanlı ortamda bu neo-Atatürkçülük, “metal yorgunluğu” çıkışlarından daha ciddi kırılmalara zemin hazırlayacak gibi görünüyor.
* * * *
Hazır dümeninde AKP’nin olduğu “ekonomik temeller” ve neo-Atatürkçülükleri üzerinde konuşurken, Atatürk’ün, önceki yazımda da dikkat çekmek istediğim ekonomik politikasını bir daha anmak gereği duyuyorum.
Atatürk’ün sanayileşme hamlelerini Marshall “yardımına” feda ettiğimiz 1947’den sonra, Menderes’ten Özal’a ve bugüne kadar, dış ticaretimiz hiç fazla vermedi.
İthalatımız, ihracatımızın yaklaşık 1,5 katı civarında oldu.
Onun için, AKP ne zaman (artık imkansızlığı kendilerince de kabul edilen) 500 milyar dolarlık 2023 ihracat hedefiyle övünse, aklıma, “bu ihracat için zorunlu (1,5 katı kadar) 750 milyar dolarlık ithalatı nasıl finanse edeceğimiz” sorusu gelir.
Onun için, “Atatürk döneminin kurucu kuşağı niçin devlet eliyle sanayileşme zorunluluğunu duydu?” sorusunu çok önemli bulurum.
Çünkü, öncesindeki Osmanlı dönemi ve sonraki IMF-DB güdümlü “liberal ekonomi” dönemleri, istisnasız hep ticaret açığı ve ödemeler dengesizliği içinde bocalama dönemleridir.
Dış ticaret fazlası (açık değil FAZLA) vererek büyüdüğümüz ve iktisaden gerçekten bağımsız bir ülke olduğumuz tek dönem bu 1930-1947 arasıdır.
* * * *
1947’den sonraki “liberal ekonomi” dönemimiz, fazla vererek büyüyebilecek bir sanayi-tarım üretici gücünü bize “doğrudan yabancı yatırımın” sağlayabileceği beklentisi ve ham hayaliyle geçti.
Öyle ki, Einstein’a atfedilen meşhur sözdeki gibi, “aynı şeyi, her defasında farklı sonuç alacağı umuduyla deneyip durmak” denilen delilik eşiğinde gezinen bir topluma döndük.
Bununla birlikte, ülke kendileri yüzünden dış politikada ve ekonomide hızla çıkmaza sürüklenirken Atatürkçülüğü keşfetmiş olmalarını takdir etmeli (!)
Ama, Yeni Akit’ten K. Alpay’ın yukarıda sözettiği çiçeği burnunda neo-Atatürkçü “teori ve koordinasyon merkezi”nin, Atatürk ve kurucu kuşağın devrimci sanayileşme hamlelerini iyi anlama çalışmaları beklenebilir mi? Meçhul.
* * * *
Aslında, o dönemin iktisadi devrimciliğini anlamaya hepimizin ihtiyacı var.
* * * *
Atam, bu sene 10 Kasım’da da karşında başımız pek de dik olamadı; mahcubum.
Saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.
Ülke ekonomisi ile ilgili tespitlerinize kesinlikle katılıyorum.cari açığın finansmanı katma değeri yüksek üretimle ancak mümkün olabilir,kalıcı olmayan sıcak sermaye cari açığin artmasından başka fayda sağlamaz,özet olarak, üretime dayalı bir ekonomi yaratmak zorundayız,gayri saafi milli hasılanın yüzde 18 olan sanayi üretimimizi çok yukarılara çekmeliyiz,bunu yaptığimız taktirde ekonomik büyümeden sözedebiliriz.