ABD sermayesi, dünyaya nizam verdiği günlerin geride kalışını hazmedemiyor.
Ülkelerin bağımsızlığına saygısız. Uluslararası ticari ve siyasi hukuku pervasızca çiğniyor.
Evet ABD’ninki haydutluk. Ama öyle ya da böyle, “dış güçler” hep olmuştur zaten.
2002-2013 arasında, dışarıdan bol bol gelen dövize yaslanarak kurulan aldatıcı “refah” dönemine imkân veren “dış güçler”di. (O günlerde “kazanın doğurduğuna” inanıyordu AKP; bunu kendi “ekonomik mucizesi” sanıyordu)
ABD ve AB para pompalamayı bırakıp faiz artışına yönelince, bizim ligdeki ülkelere karşı yabancı “yatırım iştahı” düştü ki bu da “dış güçler”in bir davranışıydı.
Bu yeni konjonktürde, alınan dış borçları, döviz kazandırıcı sanayi ve tarımsal üretime yönlendirmek yerine, iyi kötü rasyonel sanayi sermayesini bile inşaat-beton rantının peşine düşürerek, bünyeyi, dış müdahalelere karşı iyice zayıf düşüren ise yüzde yüz “iç güçler”.
Sorumluluğun (veya sorumsuzluğun) aslan payının kendine ait olduğu bu krize “teğet geçti” diyemeyince, kabahati “dış güçlere” bulma (“kazanın öldüğüne” inanmama) da işin ironisi.
* * *
Şimdi, ekonomiyi kendilerinin zayıf düşürdüğünün imasına bile çok kızıyorlar.. Osmanlı’dan miras kalan “bozgunda zafer havası” çalma modunda.
* * *
Ama nafile. Dış siyasette ve ekonomide, AKP’nin tuttuğu yolun sonu görünüyor.
Suriye ordusunun İdlib peşrevine başladığı şu günler kritik ve bizim için risk büyük.
Bir tek çarkı bile dövizsiz dönemeyen (dışarıya tam bağımlı) bir ekonomide, “döviz krizi”nin, sadece yüzde yüz el parasına dayalı “çılgın” AKP projelerini değil, tahammülü zor faiz artışlarıyla nispeten akılcı sanayi yatırımlarını da sarsacağı günlerdeyiz.
“Döviz krizinin”, üretici enflasyonunu ve dolayısıyla tüketici enflasyonunu da azdıracağı; en iyimser yorumla “büyüme”nin düşüp, işsizliğin ve yoksulluğun daha da artacağı günlerdeyiz.
* * *
Muhalefete çok sorumluluk yükleyen günlerdeyiz yani. Sayın Özgür Mumcu'nun dediği gibi:
“Böyle bir dönemde CHP’nin (..) bir iç kavgaya girişmesi de iktidarın işini kolaylaştırmakta. (..) Ekonominin yapısal sebeplerle krize girdiğini ve bunun AKP’nin ekonomi politikalarının sonucu olduğunu dillendirmek, krizin vurduğu kesimlerle derhal temasa geçmek yerine (..) delege imzası saymanın ülkenin geleceğine bir katkı getirmeyeceği de ortada” (8 Ağustos 2018, cumhuriyet.com.tr)
İşte bu öneriye CHP’nin kulak vermesi gerek:
“krizin vurduğu kesimlerle derhal temasa geçmek”!..
Onlara, “ekonominin yapısal sebeplerle krize girdiğini ve bunun AKP’nin ekonomi politikalarının sonucu olduğunu” izah etmek (ya da “dillendirmek”)!..
Gerçi “delege imzası saymanın” bunu yapmaya zaten bir engeli yoktu.
Ama o da bittiğine göre, bahane de kalmadı demek.
* * *
Onun için öneriler konuşulmalı.
Onun için, 19 Temmuz tarihli “Ne Yönde Değişim?” başlıklı yazımın kısmen tekrarı olmasını da göze alarak, “krizin vurduğu kesimlerle derhal temasa geçmek” meselesini konuşacağım.
* * *
Ekonominin dövizsiz (dış borçsuz) kıpırdayamama hastalığının kök sebebinin “ara mal ve yatırım malları” faslındaki müzmin dış ticaret açığı olduğu; bunun da, kreditörlere göre, caydırıcı faktörlerin başında gelen yüksek “cari açığın” temel nedeni olduğu belli.
Öyle ki, o müthiş “yeni ekonomi modeli”ni açıklarken, Erdoğan’ın bakanı Albayrak bile, “Cari açık kaynaklı büyüme yerine etkin bir şekilde süreci yöneteceği..” sözü veriyor.
Yani o da itiraf etmek zorunda kalıyor ki, bu “cari açık” denen şey iyi bir şey değil.
* * *
Peki “krizin vurduğu kesimler..”, bu musibetin kendi yaşamıyla bağını nasıl bilip anlayacak?
Buna dair kurumsal stratejileri olan CHP’nin Ekonomi Politikaları’ndan sorumlu yetkilisinin, bu konuda “krizin vurduğu kesimlerle” temasa geçmesine bir mani veya mahzur var mı?
Programının,
“.. ihracat ve üretim arttıkça ara mal ve yatırım malları ithalatının ve cari açığın çok daha hızlı arttığı” yolundaki teşhisini ve
“Sanayi üretiminin ağırlıklı olarak ithal kaynaklı ara ve yatırım mallarına dayandırılması politikasına son verilecek” şeklindeki stratejik hedef ve taahhüdünü
“krizin vurduğu kesimlerle” paylaşmayacaksa kiminle paylaşacak CHP?
Albayrak’ın dilindeki “..etkin bir şekil..”in kofluğunu teşhir için, bunun somut içeriğinin ne olduğu sorusunu ve kendi kurumsal yanıtını yurttaşlarla paylaşmayacak mı CHP?
* * *
Bakın Merkez Bankası bile, gıda enflasyonuna karşı, “üretici birlikleri”nin (“üretici kooperatifleri” demeye dili varmıyor galiba) önemini; aracıların, hem üretici hem de tüketici için, maliyet ve fiyat istikrarını bozduğunu itiraf ediyor. (Üçüncü enflasyon raporu)
Böyle günlerde, ürününü aracıya ucuza kaptıran üretmenlerle ve yeterli gıdaya ulaşımı gittikçe zorlaşan tüketicilerle CHP’nin “derhal temasa geçme..”sine engel ne?
Programı (ideolojisi) mı mani? Hayır. TCMB’nın bugün itiraf etmek zorunda kaldığını CHP Programı zaten söylüyordu:
“CHP, kooperatifleri, özellikle tarımda üretkenliğin artırılmasında, üretici emeğinin değerlendirilmesinde, (..) dar gelirli tüketicinin korunmasında önemli katkılar sağlayan demokratik örgütlenme olarak değerlendirmektedir”
Dahası, kooperatiflere, tekellerle rekabet gücü kazandıracak finansal tedbirler vaat eder.
Peki “krizin vurduğu” üretici ve tüketicileri, bu kurumsal yaklaşımından ve stratejisinden haberdar etmeyecek mi CHP?
CHP’nin Tarım Politikaları ve Tarım Örgütleri’nden sorumlu Genel Başkan Yardımcısının bu konuda, kooperatiflerde örgütlü veya örgütsüz küçük-orta üreticilerle ve kentli tüketicilerle “derhal temasa geçmesine” mani ve mahzur var mı?
* * *
Sayın Genel Başkan, kurultay taleplerini, Ecevit dönemindekine benzer “felsefi bir derinlik” olmadığı için desteklemediğini söyleyerek: “.. Türkiye’nin o günkü gerçekleriyle örtüşen felsefi bir derinlik üzerine inşa edilmişti. Bugün buna benzer bir talep olsaydı, benim başımın üstüne..” diyor. (13 Ağustos 2018, cumhuriyet.com.tr)
* * *
Sayın Genel Başkan Partisinin programına “felsefi bir derinlik” atfediyor mu belli değil. Ama burada anılan anılmayan bir çok hedef ve taahhüdüyle, onun, “Türkiye'nin bugünkü gerçekleriyle örtüşen” bir program olduğunu fark etmesi de beklenir.
Zira, Partinin anayasası demek olan Tüzük, gayet net olarak, üyeleri -genel başkandan düz üyeye kadar her partiliyi- “Partinin (..) programını, (..) her olanaktan yararlanarak yurttaşlara duyurmakla görevli..” kılar. (Md. 5-3)
Sayın Mumcu da “yurttaşlara duyurmak..”tan söz ediyor. Ciddiye almak lazım.
Önümüzdeki seçimlere hazırlıklı olmaktan söz edilmiyor mu?
İşte, Parti Programı kaynaklı binlerce bildiri ve kısa broşürlerle, bugünden, “krizin vurduğu kesimlerle derhal temasa geçmek” bu hazırlığın ta kendisi!..
Bundan kaçınmak için her türlü bahanenin tek anlamı var: “Yapmak istemiyorum!” demek.
CHP, bu değerli akademisyen ve yazarın önerisini üstüne alsa iyi olur derim.
Selma, yazının tamamını okudum. Tek cümle ile yorum ve değerlendirmem: "Doğru söze ne denir?" Bilinen şeyler olsa da doğru, yerinde ve güzel bir yazı. Selam ve sevgilerimle... Av. Cenap Güven