Merkez Bankası’na göre, kısa vadeli banka ve reel sektör dış borçları 120 milyar doları aşmış. Buna, 55 küsur milyarlık cari açık vd. eklenince ; “bir yıl içinde ödenmesi gereken toplam dış borçlar..” 180 milyar doları aşıyormuş. (18 Mayıs 2018, gazeteduvar.com.tr)
Bu borç da her zamanki gibi borçla ödenecek.
Böyle bir ekonomik çıkmazın sorumluluğu elbette hükümete aittir.
İçinden çıkabilmek, ayrı bir orta ve uzun vadeli ekonomi politikaları sorunu tabii.
Şimdi yumurta kapıya gelmiş. Ekonominin -ileri gitmesini geçtik- sadece yüzdürülebilmesi için bile acilen döviz borcu gerek.
Ama, gelin görün ki, bizim kategorimizdeki ekonomilerin yabancı “yatırımcı” nezdinde riskli görülmeye başlandığı, ABD’nin faiz artırımının “yatırımcılar” için, metropol ülkelerde daha güvenli getiri imkânları sunduğu şu günlerde, onlar da biz borçlulara karşı çok nazlı.
Sıcak paranın bize gelme iştahı azalmakla kalmıyor, tersine, bizden çıkış eğilimi artıyor.
Nitekim, geçen Mart’ta 3,80 TL’de gezinen doların, Nisan’da 4,00 TL’ye çıkışını, Mart’ta 2 milyar dolara yakın sıcak para çıkışı ile ilişkilendirmemek zor. (Bahçeli, Nisan’da acil seçim çağrısı yaparken ne diyordu: “.. ekonomik tetikçileri boş durmamıştır..”!)
* * * *
Erdoğan, bir zamanlar “faiz lobisi” dediği portföy yatırımcıları ile 14 Mayıs’ta Londra’da buluştu.
Amaç Türk varlıklarına yatırım yapsınlar, döviz girsin ki, borçlar çevrilebilsin.
Onlar, mealen diyor ki: “Kardeşim senin yüzde 5 veya yüzde 8 enflasyon beklentilerin, gerçekle bağdaşmıyor. TÜFE, ÜFE, Çekirdek, her türlü enflasyonun gerçekte yüzde 11-16 arasında dolaşırken sana, daha düşük faizle yatırım yapmam. Merkez Bankanızın elini kolunu bağlayıp, benim yatırımıma uygun bir faiz artışı yapmasına engel olduğun sürece, benim için hiçbir yatırım caziben yok”
Peki Erdoğan’ın cevabı ne oluyor? Gerçeklik duygusundan o derece uzaklaşılmış ki:
Sanki Türk hükümeti; onların “yatırımına” mecbur olan taraf değilmiş de, onlar “ne olur benden borç al” diye kapımızda kuyruk olmuş gibi, beklentilerinin tam tersi bir Nobel’lik(!) “faiz-enflasyon” ilişkisi dersi verir onlara: “Faiz ne kadar düşük olursa enflasyon da o kadar düşük olur .. Sebep netice ilişkisine baktığımız zaman faiz sebep enflasyon neticedir..” (!) (15 Mayıs 2018, hurriyet.com.tr) diye.
Financial Times gazetesi, bu “dersin” oradaki katılımcılar tarafından “şaşkınlıkla” karşılandığını yazıyordu. (16 Mayıs 2018, cumhuriyet.com.tr)
Bu şaşkınlık yaratan “dersin” ertesinde, London School of Economics’ten Erdoğan’a fahri ekonomi doktorası teklifi gelmedi doğal olarak.
Ama portföy yöneticilerinden epey homurtu çıktığı anlaşılıyor.
Bir portföy yöneticisinin, “Türkiye’nin akut zayıflıklarının olduğu bir dönemde Erdoğan ateşe benzin döktü” demesi gibi. (16 Mayıs 2018, cumhuriyet.com.tr)
Bir “tek adam”ın, kendi fikrinin doğruluğuna -bir “acaba” sorusunu aklına bile getirmeden- sonsuz derecede inandığı için, en sıkışık anda bile yanlışta ısrarının bedeli, dışarıya fon çıkışı ve dolayısıyla doların 4,46 TL’ye fırlaması şeklinde tezahür etti. (Şimdi 4,5 TL’yi geçti)
Hasılı, pansuman kabilinden de olsa bir hasarı tamir etmek, kanamayı durdurmak için gittiği Londra’dan, kanamayı biraz daha arttırarak döndü Erdoğan.
* * * *
Kendi bilgisine aşırı inanış, en kritik sorunları bile görememek, yok saymak riski taşır.
Söz konusu İngiltere ziyaretinde, Bloomberg televizyonuna verdiği röportajda, Erdoğan, yalnız o Nobellik(!) faiz-enflasyon fikrini anlatmakla yetinmez.
Ekonomimizin can alıcı hastalığını, cari açığın kök sebebini anlamadığını da gösterir.
Bizim cari açığımızın kaynaklarını bizden iyi bilen alacaklılarımıza, “Cari açığımızın bir numaralı nedeni petrole, doğalgaza bağımlılığımız” olduğunu anlatır. (15 Mayıs 2018, hurriyet.com.tr)
Oysa, bakın 2017 dış ticaret verileri ne söylüyor:
Büyük bölümünü ham petrolün oluşturduğu “mineral yakıtlar ve yağlar” ithalatımız, 2017’de 38 milyar 370 milyon dolar olmuş. Aynı fasıldan (işlem görmüş görmemiş yakıt ve yağlar, motor benzini vb.) ihracatı (4 küsur milyar dolar) çıkarırsak, Erdoğan’a göre “bir numaralı” olan bu fasıldaki açığımız, yuvarlak hesap 34 milyar dolar oluyor.
Önemsiz mi? Hayır. Elbette büyük bir açık. Ama “bir numaralı” mı?
Şimdi birde petrol dışı, yatırım malları ve ara malı ticaretimize bakalım:
Yatırım mallarında açığımız yaklaşık 15 milyar dolar. Aramalındaki açık ise 64 milyar doları aşkındır. Demek bu fasıllardaki toplam açığımız 79 milyar doları aşıyor.
Mineral yakıtlardaki açığın 2 katından bile çok.
Şimdi, hangi fasıl, cari açığımızın “bir numaralı nedeni” oluyor sizce?
* * * *
Peki, ülke, dikkati asıl zayıflıklarımıza kapalı bir “tek adam” yönetimiyle, çıkış yolunu bulabilir mi?
Güney Kore de, bizim gibi, “..petrole, doğalgaza bağımlı..”.
Geçen yılki petrol vb. ithalatı 60 milyar dolara yakın (Erdoğan’ın “bir numaralı..”sının neredeyse 2 katı).
Ama buna rağmen, G. Kore ekonomisi 80 milyar dolara yakın cari fazla yaratabiliyor.
* * * *
Demek ki “petrole ve doğalgaza bağımlı” iken de cari fazla elde edilebiliyormuş; yani bu bağımlılık hiç de cari açığın “bir numaralı nedeni” değilmiş.
Erdoğan, kendi başarısızlığının suçunu boşuna petrole-doğalgaza atıyor.
Bunca yıllık iktidarında, ekonomimizi Londra’daki portföy şirketlerinin spekülatif insafına muhtaç hale düşüren Erdoğan, bize, G. Kore gibi güçlü bir ekonominin yolunu açabilir mi?
G. Kore’nin işsizlik oranı yüzde 4 civarında, bizimkisi yüzde 11 civarında. G. Kore’nin kişi başına milli geliri 30 bin küsur dolar, bizimkisi onun 3’te biri. Hükümetin 2020 hayali (13 bin dolar) bile G. Kore’nin gerçeğine yetişmiyor.
“Cari açığımızın bir numaralı nedeni”nin farkında bile olmayan bir yönetimden öyle bir beceri bekleyenler hayal kuruyor.
* * * *
Erdoğan ve onu yücelten yakın çevresinin ekonomimize verdiği derin hasarın ağır bedelini, tamir yükünü önümüzdeki yıllarda, tüm ülke olarak yükleneceğiz; bu kaçınılmaz.
İktidara kim gelirse gelsin, bu kaçınılmaz.
Bu zorlu sürecin ilk etabı, hasarın müsebbiblerini iktidar mevkilerinden uzaklaştırmak.
24 Haziran’da sandıkta bunu başaracağız inşallah..
Yazınız ve analiziniz çok güzel ama... Maalesef, fazla bir şey değişeceğini ummuyorum. Ancak ekonomi çok kötü ise, "Gemiyi onlar batırdı!" demek için dümeni bırakırlar. Yoksa seçmenin verdiği oyların gücüne pek inanmıyorum artık. Eğer olur da iktidar değişirse, ekonomiden önce yasalarımız ve yasa uygulayıcıları konusuna el atılmalı. Hangi iktidar gelirse gelsin, değiştiremeyeceği, bağımsız yasaların kesin üstünlüğüne dayalı yapı gelmeli. Yasa koyucu bile yasa karşısında aciz olmalı. İlk ihtiyaç bu... Sonra ekonomi... Ekonomik sorunlara gelince, ekonominin her zaman çözümü vardır. Bu ülkenin ana sorunu artık üretmiyor oluşu ve üretnlerin üstündeki yükün, taşıyabileceklerinden fazla olması. Örneğin çiftçinin, tarım yapması için gerekli maliyet, üretim kazancından fazla...Yani çiftçi üstündeki yük, onun boyunu aştı...Niye üretsin? Ülke üretirse ki kapasitemiz var. Bütün sorunların üstesinden geliriz. Yeterki GSMH rakam artışı için, ranta dayalı ekonomiyi pohpohlamayalım.