Rusya çok sert bir “hayır”cı.
Neyse ki bizim referandumda değil!
ABD eksenli tüm “Esad gitsinciler”e karşı, Suriye’de!
(Yoksa “terörist”ten sonra bir de “Rusçu” yaftası çıkardı)
Halep’teki büyük hezimete kadar özellikle ABD, Fransa ve İngiltere için, yok sayma bedeli göze alamayacakları kadar ağır gürünen Rus NYET’i (HAYIR’ı), belki de ilk kez El-Bab, Membiç arasında, ABD’ye nefes aldıran bir iş gördü gibi.
Suriye’nin kuzeyinde, çekirdeğini PYD-PKK teröristlerinin oluşturduğu “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) ile Türkiye arasında, “dostumun düşmanı dostumdur” çıkmazı yaşanırken, Rusya’nın “Nyet”i imdadına yetişti. Bakın niye..
Pek çok şehit vererek IŞİD El-Bab’da’n atılmış.
SDG kontrolündeki Mümbiç’in batı sınırına dayanmışız.
El-Bab’ın güneyi Rusya-Suriye tarafından kapatılmış, ama doğusu açıkmış gibi görünüyor.
ABD, NATO üyesi Türkiye’ye “eeyy!”li söylemlerle “hayır” demedi hiç, ama Mümbiç’te zırhlı araçlarla ABD bayrağı göstererek SDG’yi koruma niyetini de gizlemedi.
ABD açısından, SDG son göz ağrısı kuklası iken ÖSO da düşmanı değil, ilk göz ağrılarından. Ama, El-Bab’daki ÖSO militanları ile Mümbiç’teki YPG militanları arasında yer yer çatışmalar da başladı.
Ve Erdoğan da, bu günlerde, “El Bab’tan sonraki sürecimiz Mümbiç istikametinde olacak” deyiverdi.
Tam bu ortamda, son günlerde bir Rus klasiğine dönen bir olay oldu.
Rusya, birkaç SDG militanının öldüğü bir “kaza” vuruşu gerçekleştirdi.
Ve bizim ABD’den ısrarla talep ettiğimiz, ama ABD’nin ayak sürüdüğü sonuç da, kısmen de olsa gerçekleşti:
SDG, Mümbiç’i, Suriye ordusuna devretmeye “ikna” oluverdi; Rusya Genelkurmayı, “Şam yönetiminin Mümbiç ve çevresinde devlet faaliyetlerini yürütmeye başlayacağını” duyurdu.
ABD özel kuvvetleri de Mümbiç’in kuzeyine çekildi ki, bu, aynı zamanda Cerablus’un güneyi oluyor. Yani Türkiye destekli ÖSO’nun, Mümbiç’e Cerablus’tan herhangi bir girişimine karşı bir konuşlanma da sayılabilir.
Bu sonuç, ABD’yi, Türkiye ile SDG yüzünden daha çok gerilim yaşamaktan, en azından şimdilik, kurtardı..
Bizim açımızdan kötü mü
Erdoğan’ın “Rakka süreci” konusunda ısrarcı olup olmamasına ve Rusya ve ABD taraflarının buna nasıl yaklaşacağına bağlı.
***
Bu bölgedeki “dar alanda kısa paslaşmalar” sürecini domine eden gücün Rusya olduğunu atlamamak gerektiğini düşünüyorum.
Rusya, bizim için, bölgesel veya global oyun kurucu güç olabilmenin örnek ip uçlarını sunan en yeni modellerden biri.
Kendini oyun kurucu zannetmekle gerçekten oyun kurucu olabilme gücü arasındaki farkı gösteren bir model.
Suriye üzerine TV tartışma programlarından birinde, bir “uzman” katılımcı, Rusya’yı, ekonomisi petrol ve doğalgaza bağlı bir ülke olarak tanımlayabiliyordu.
Haksız sayılmaz, yaygın şehir efsanelerinden biri de budur; “ileri teknoloji sadece batıda üretilir, Asyalılar bile İPhone yapar, ama Ruslar yapamaz”(!)
Yakında o da görülebilir de, dünyanın en ileri teknolojisi de “İPhone” değil zaten, örneğin bir nükleer denizaltıdır.
Çoğu üreticisi dışındakiler için gizli olan devasa miktarda ileri teknoloji parçalar taşır.
Dördüncü nesil denilen en modern denizaltıları yapabilen, şayet tek değilse, iki, en çok üç ülkeden biridir Rusya.
Biz daha yerli uçak koltuğu, emniyet kemeri üretmek seviyelerinde gezerken, Rusya’nın uçakları, helikopteri ithal değil.
ABD, Atlas roketlerinin birinci kademe motorlarını, yaptırım uyguladığı Rusya’dan ithal ediyor hala.
Hipersonik savaş başlıkları da, malzeme ve elektronik alanında çağın en ileri teknolojilerini gerektirir.
Ki bunlar da, Rusya’nın, “geniş ölçekli sanayi ithal ikame planı” içinde, kendi ülkelerinde tasarlanıyor ve üretiliyor. Vb..
Savunma sanayinin “sivil üretim” yüzdesi de giderek artıyor.
Örneğin Rosatom, sadece atom silahları ve atom santralleri ile meşgul değil. Nükleer tıp teknolojisi alanında ürünler de veriyor. Sputnix uydu bileşenleri imalatını 3D yazıcılarla, uzay istasyonunda yapmanın yollarını arıyor. Otomobil piyasasına (harbi yerli arabasıyla) girdi. Robot teknolojisi.. vs. vs..
Gerçekten oyun kurucu güçlü büyük devlet böyle olunuyor çağımızda.
***
Ekonomin böyle yüksek bir üretici güce dayanmıyorsa, uluslararası diplomasi alanında, belki saygın bir yumuşak güç olunabilir.
Ama istemeden de kendini çatışmaların içinde bulabildiğin Ortadoğu gibi bir bölgede, bırak oyun kurucu olabilmeyi, oluşabilecek tehditlere karşı caydırıcı olabilmek bile zorlaşıyor.
***
Kendi kendimizi kandırmayalım.
Eğer o gibi ülkelerle rekabet edebilecek bir sanayileşmeyi başaramazsak, “başkanlık” filan, ülke olarak hiçbir derdimize derman olamaz.
Bir referandumu bile, bu kadar sert bir kamplaşma aracına çevirmemizin, yapılması gerekeni yapamayan bir toplumsal ruhun arabesk tezahürü olduğunu sanıyorum.
İktidar basınımızın bir haberindeki “sevinç” ifadesiyle bitireyim yazımı.
Hazinenin Şubattaki bir tahvil ihracındaki faizin, 1 ay öncekine göre 0,8 puan düşük olmasını “Türkiye’ye operasyon yapmaya kalkanlara .. Türkiye ekonomisi gücü ve direnciyle tarihi bir cevap verdi” şeklinde ifade ediyor.
Bu gerçek bir sevinç değil, hayali hasmına karşı asabi bir “sevinç” gösterisi.
Zira, hani yüzde 2 gibi rakamdan 1,2’ye düşse, nispeten önemli sayılabilir.
Ama faiz rakamları büyük; yüzde 12 civarı.
Bu değerden yüzde 11.2’ye “düşmüş”. Bu rakamlar, ekonomimiz için, başlı başına birer yüzkarası.
Bir kıyas olması için, “tradingeconomics.com” sitesinin son verilerine bakalım.
Çin ve ABD, 10 yıllık hazine bonolarına sırasıyla yüzde 2,5 ve 3,5’tan daha az faiz ödüyor. Bize göre bunca düşüklük, bizim ekonomiye güvensizliğin, onlarınkine güvenin yüksek olduğuna işaret.
Bu arada, aynı sitede, Hindistan’ınkine de yüzde 6,4 deniyor.
Hindistan buna alınmış; “benim Çin’den neyim kötü, niye benim bonolara çöp muamelesi yapıyorsunuz da Çin’e güveniyorsunuz” diyesiymiş.
Analistler, birkaç neden sayıyor da, ikisi önemli, anlayana.
Cevap basit, Çin’in yakın tarihinde cari fazlalar ve büyük döviz rezervi var. Hindistan’ın yakın tarihinde cari açıklar ve orta karar döviz rezervi var..
Bizim “yakın tarihimiz”de bir kez bile ve çok az da olsa bir cari fazla yok. Hep açık var.
Toplum olarak varlık içinde değil, borç içinde yüzüyoruz.
Onun için bizim ödediğimiz faiz, Hindistan’ın bile 2 katı civarında.
Bunda bizim ekonomimizin “gücü ve direnci..” değil sefaleti okunuyor.
Buna bozgunda zafer havası denir ki 18. Yüzyıldan beri Osmanlı’dan mirastır bize…
Ülke nüfusunu 200milyon insana çıkartırsak.yıllık milli gelirimizi 4.5 katına çıkartırsak kişi başına düşen parayı 3 kat artırırsak .kitap okuma oranını yüzde 275 artırıp üniversite sınavında türkçe matematikve tarih türkiye ortalamasını ortalaması netlerini 4katına çıkartır ilkokul ortaokul lise ve üniversite lerin kalitesini 1.5-3.0 kat oranında artırırsak sağlık sektöründeki kaliteyide bir iki tık daha ileriye taşırsak birde türkiyenin ihtiyacı olan hertürlü üretimi yüzde 75 artırıp asgari ücret ideal noktalara getirip ülkede satılan temel gıda giyim i tamamen dışarıya bağımsız kendi üretir nitelikli asker sayısını yüzde 150 artırırsak kendi hafif orta ağır silahımızı üretirsek bunları önümüzdeki 8-10 yıl içinde başarabilirsek küresel güç oluruz