Başka toplumlarda nasıldır bilmem, ama bizde bir şeyin lâfı çok ediliyorsa, biliyorum ki o şey gerçekte yoktur.
Malum; 12-18 Aralık arası “yerli malı” haftası.
Ürünlerimizim üzerinde de “yerli üretim” etiketinden geçilmiyor.
Üretim dünyamızın yatırım ve ara malları ithalatına (yani dövize) bağımlılığı, ürünlerinin de ne oranda yerli olduğunu ister istemez düşündürüyor.
Son aylarda dövizdeki artışların geçim vasıtalarımızın fiyatlarında yarattığı keskin artışlar da bu bağımlılığın bir tezahürü değil mi?
İktidar çevrelerinin dilinden “yerli ve milli” düşmüyor. Acaba ekonomimizin dili ne diyor?
* * *
TC Merkez Bankası’nın “Türkiye İmalat Sanayii İthalat Yapısı” başlıklı bir raporu, “Tüketici elektroniği .. sektörünün .. dışa bağımlılık oranı oldukça yüksektir .. ana ürünün önemli aksam ve parçaları kimi zaman toplam üretim maliyetinin % 80-90’ına ulaşmakta, dolayısıyla yerli firmaların faaliyeti büyük ölçüde montaj ile sınırlı olmaktadır” diyor.
Demek ki, idarenin “enflasyonla mücadele” kapsamında ucuzlattığı(!) TV, telefon veya bilgisayar gibi “yerli” tüketici elektroniğinden, mesela 5 bin liralık bir TV aldıysanız, en az (yüzde 80 hesabıyla) 4 bin liralık ithalat yapmış oluyoruz.
Demek ki, ileri ülkelerin silikon vadilerindeki transistör imalatı, mikroçip, işlemci ve yazılımlarından tutun, seyirlik TV haline gelene kadar geçen değer zinciri içinde bizim “büyük ölçüde montaj ile sınırlı” yerli katkımız bunun sadece bin lirası.
Demek ki, bu “yerli malının” değerinin 5’te 4’ü ile ileri ülkelerin sermaye birikiminin, beyaz- mavi yakalı üreticilerinin istihdamının finansmanına katkı yaparken, ancak 5’te biri yerli sermayeye ve işgücümüzün istihdamına yarayabiliyor.
Ürünler, üzerlerinde “yerli üretim” etiketi var diye yerli olmuyor. İçerdiği yerli katma değer kadar yerli olabiliyor ancak. Ki tüketici elektroniğinde bu 5’te 1 civarında.
* * *
Meselâ, geçen yaz Pakistan’a 30 adet ATAK helikopteri satış sözleşmesi imzaladık. Her bir helikopter için Pakistan bize 50 milyon dolar ödeyecek. Ne kadar iyi..
Ama ne kadarı bizim kendi beyaz-mavi yakalı insanımıza ve savunma fonlarımıza kalacak, ne kadarı, motorunu ithal ettiğimiz ABD-İngiliz firmalarına ithalat bedeli olarak ödenecek, ne kadarı yabancı ortak İtalyan firmasına gidecek?
Yani ne kadarı yerli malı?
İktidar yanlı basın, ATAK helikopteri için, “milli imkân ve kabiliyetlerle geliştirilen” ve “.. yerli helikopter ..” gibi tanımlamaları o kadar çok kullanıyor ki, Rusya’nın S-400’ünün öz be öz Rus olması gibi, sanırsın ATAK da öylesine öz be öz Türk.
Oysa, öyle görünüyor ki, tüketici elektroniği ne kadar yerli ise bu da o kadar yerli.
Bu arada 29 Kasım tarihli Hürriyet’te bir haber ne diyor: ABD-İngiliz “.. motorunu kullanan Türkiye’nin, Pakistan’a ATAK helikopterini satabilmesi için ABD Savunma Bakanlığı’ndan ihracat izni alması gerekiyor ..”.
Peki bizim “yerli ve milli”liğimiz ne oldu?
Nitekim ABD, motoru vermem ha diye mız çıkartınca, bizim Savunma sanayii de (1 Aralık tarihli Sputnik haberine göre) “Muhtemelen ATAK’lar, Batı Avrupa yapımı motorlarla donatılacak. ..” demek zorunda kalıyor.
Demem o ki, savunma sanayinde dışa bağımlılık, basit tüketim mallarının girdilerindeki dışa bağımlılıktan çok daha önemli ve tehlikeli.
Bugün Pakistan’a ihracatta mız çıkaranın, kritik bir konjonktürde TSK envanterine katılan ATAK’lar için de mız çıkarmayacağının garantisi yok yani.
“Yerli malı yurdun malı!” Peki ABD-İngiliz veya Batı Avrupa malı helikopter aksam ve parçalarının değeri de yurdun malı mı?
* * *
Allah muhtaç etmesin, ama yaş ilerledikçe, hastane kapılarına daha sık düşüyor yolumuz.
Diyelim ki bel fıtığı sorunuyla uğraşıyorsunuz ve doktor bir “MR çektirmenizi” istedi.
MR talebini yazan doktorumuz halisinden yerli ve milli Allah için.
Ya MR cihazı? Tomografi, ultrason cihazları; tahlil kimyasalları, bilgisayarlar vd..?
Yerli mi? Maalesef yüzde 99,999.. ithal.
* * *
Gerçek bir sosyal devlette insan sağlığı müşteri, hastane de ticarethane olarak telâkki edilmez elbette.
Ama bizde sosyal devlet denen şey sadece -hammaddesi ithal olan- kâğıt üzerinde kaldığı; bu hasta-hastane ilişkisi de bir müşteri-ticarethane ilişkisine dönüştüğü için, tabiri mazur görün, bir müşteri olarak girdiğiniz hastanede de, hizmetin epey bir kısmı ithal girdiye, yani dolar ve avroya bağımlı.
Sağlık söz konusu olunca, kendi doktorlarımızın, hemşirelerimizin en az yabancılarınki kadar bilgi ve beceri ile ortaya koyduğu emeğe paha biçemem elbette.
Ama, piyasacı dille konuşursak, sağlık hizmetlerimizin toplam değeri içindeki yabancı katma değerin payı, yani hizmetin dövize bağımlılık derecesi hayli yüksek.
Sonuç olarak, yerli tıp hizmeti alırken de yabancıların ürettiği teknolojiye çok ciddi bir ödemede bulunuyoruz.
* * *
Kendi yerli teknoloji ve sanayi yeteneğimiz, bol bol “yerli-milli” lâfı etmekle artmıyor.
Ürünlerin değerinde yerli katma değer payı ne kadarsa yerli-millilik de o kadar oluyor.
Bir ürünün üzerinde “yerli üretim” etiketi olması, onun değer bileşenleri içinde yerli katma değer payının, ithal girdi payından daha yüksek olduğunu anlatmaz.
Değer zincirinin en düşük katma değerli montaj ile sınırlı son aşaması Türkiye’de olduğu için de “yerli üretim” etiketi taşıyabilir.
Veriler şeffaf olmadığı için, ürün bazında tek tek hesap çıkaramasak da, sonuçta dış ticaret açığı, firmaların döviz borçluluğu ve cari açık olarak durum okunuyor zaten.
* * *
Birkaç gün önce 9 yurttaşımızın hayatını kaybettiği, onlarcasının yaralandığı feci tren kazası bir kez daha gösterdi ki, bizde, ithal payı en az, yerlilik payı en yüksek, en en yerli toplumsal ürünümüz; yönetici kademesinden hiç bir kimse veya makamın sorumluluk üslenmemesi veya sorumlu tutulmaması galiba!
* * *
Dünya ticaretinden dişe gelir bir pay alabilecek kadar yüksek yerli katma değerli üretici güç ile hakiki yerli malı haftaları yaşayabilecek bir Türkiye dileğiyle..