Çimen: "Oyunculuk bağımlılık işi"

TAKİP ET

Oyuncu Burak Çimen'le oyunculuk hayatı ve sanat üzerine konuştuk. Çimen, yeni oyunu Nihayet Bitti'de oynayacağı gazeteciyi de bizlere anlattı.

Beyza COŞKUNTÜRK/GERÇEKHABERCİ- Röportaj - Şubat’ın Çimen’i, Diriliş Ertuğrul’un Nasır’ı, Siyah İnci’nin Kafes’i Burak Çimen… 1974 İzmir doğumlu olan Burak Çimen, Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Tiyatro bölümünden mezun. 2004- 2005 yılları arasında Hollanda’da Tiyatro Rast’da sahne çalışmalarına katılan ve Hollanda’da tiyatro eğitimi alan Çimen, İzmir Devlet Tiyatrosu’nda çalıştı.

Oyuncunun ilk deneyim 2003 yılında yayınlanan Hekimoğlu dizisi, son olarak da Tek Yürek dizisinde gördük Çimen’i.

Burak Çimen’le İzmir’in sayılı tiyatrolarından olan Tiyatrohane’de sahneye Ekim ayında koyacakları yeni oyunu “Nihayet Bitti”yi ve oyunculuğu konuştuk…

Çimen, “Oyunculuk, bağımlılık yapan bir iş. Çünkü bu kadar eğlenebileceğin, bu kadar heyecan alabileceğin başka bir alan yok. Nihayet Bitti’de bir gazeteciyi görüyoruz. Kendini öldürmek isteyen, başarılı ve ünlü bir gazeteci” diyor.



***************

B.C: Burak Bey merhabalar, öncelikle Dokuz Eylül mezunu olduğunuzu biliyoruz. Mezun olduktan sonra İzmir Devlet Tiyatrosu’nda görüyoruz sizleri, sonra Hollanda’ya eğitim almaya gidiyor ve 2 yıl sonra ülkeye dönüyorsunuz. Türkiye’ye döndükten sonra neler oldu?

Burak Ç: Türkiye’ye döndükten sonra Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya bir süre daha devam ettim. 2005 yılında evlenmek için dönmüştüm aslında Hollanda’dan. Oğlum doğdu, evlilik süreci vesaire derken Devlet Tiyatroları’ndan ayrıldım. Ticarete atılayım dedim, 1 sene kadar tecrübe ettim. Daha sonra ticaretin çok da bana göre olmadığına karar verdim, ticarethaneyi kapattım. “Sen oyuncu adamsın ne işin olur Al-Sat’la” dedim, beceremedik de zaten.

Özel tiyatro dönemi başladı benim için. Daha sonra TV dizileri ile tanıştık. İzmir ve İstanbul’da birkaç özel tiyatro ile çalıştım. Şu an İstanbul’da maalesef yaşamını sürdüremeyen TiyatroHal’le güzel ve keyifli işler yaptık.

Çimen, torunlarıma “al-yaptım” diyebileceğim bir iş

B.C: Şubat’taki Çimen karakteri çok sevildi. Şubat süreci nasıldı sizin için, Çimen’i tekrar oynar mıydınız?

Burak Ç: Şubat keyifli bir süreçti. Şubat’ın üzerine 5-6 iş yaptım, ama ileride torunum olduğunda; “Dede sende oyuncuyum diyorsun ama”, dediğinde “Al 32 bölüm yapılacak en ötesi, bunu yaptık. Başka bir şeye de bakmadım zaten” diyebilirim. 

Çimen’in çok ayrı bir yeri var. Bugün çekilsin,- imkânsız tabi-, yine koştura koştura aynı zorluklarla oynarım. Bugünkü kafayla da oynamak isterim. Çimen karakteri daha önce yazılmış bir karakterdi; ama ismi konmamıştı. Funda’lar öyle bir güzellik yaptı karaktere. 

Tayfayla bakışarak anlaşıyorduk

B.C: Çimen farklı bir karakterdi aslında…

Burak Ç.: Çimen, yaş olaraktan tayfadan büyüktü. Tayfanın abisi gibiydi. Tayfa grubu da keyifli bir gruptu. Daha önceden birbirimizi tanımıyorduk. İlk defa sette karşılaştık. Terzi karakterini oynayan arkadaş ve Alican Yücesoy ile Tiyatrohal’de beraberdik. 

Tayfayla sete çıktığımız ilk gün, sanki 5-6 yıldır aynı tiyatro sahnesinde;  aynı oyunu oynuyormuşuz gibi oldu. Bu bizim başarımızdan öte Funda Alp ile Onur Ünlü’nün başarısıdır. Öyle güzel bir kadro kurmuşlar ki, zaten herkes tiyatrocuydu. Herkes o sahnenin üzerine çıkmıştı. Muzurluğu vardı içinde. 

Tayfayla aramızda bakışarak anlaşıyorduk. Fiziksel zorluklarına rağmen işin, 32 bölüm boyunca hiç birbirimize yüksek sesle bir şey söylemedik. Yoğunluk psikolojisi diye bir şey vardır. 32 bölüm boyunca inanılmaz güzel bir set yaşadık, arkadaşlık yaşadık.

Tuncer’i bir daha oynamak isterim

B.C: “Tekrar oynamak isterim” dediğiniz bir karakter var mı?

Burak Ç: Bir Umut Yeter dizisinde oynadığım “Tuncer” karakterini oynamak isterim. Çoğunlukla televizyonda oynamadığım bir adamdı. Bir babaydı, kızı, karısı vardı. Abla- kardeş rolünde oynadığımız Ankara Devlet Tiyatrosu’ndan Serpil Gül vardı. İnanılmaz bir oyuncu Serpil Abla, karşılıklı oynamak müthiş keyifliydi. 

Tuncer, köylü; küçük kasaba kurnazı. Adam kötü mü, aslında değil. Bir şekilde kendini kurtarmaya çalışan, bu süreçte insanlara zarar veren; ama bunu da kasıtla yapmayan biriydi. 

Çağan Irmak, acayip bir yönetmen

B.C: Televizyon maceranız Hekimoğlu le başladı, ama nasıl başladı? İlk televizyon maceranız ve ardından da bir beyaz perde deneyiminiz oldu. Sizden dinleyebilir miyiz?

Burak Ç.: Hekimoğlu dizisi ilk TV dizi tecrübem. İzmir İl Halk Kütüphanesi’nde Dokuz Eylül’den arkadaşlarımızla keyifli oyunlar oynadığımız keyifli bir dönemdi. O süreçte bizimle beraber çalışan bir abimiz vardı. O Hekimoğlu’na gidip geliyordu. Tesadüfen benimde yolum Hekimoğlu ile kesişti. Televizyon yapma taraftarı değildim, hiçbir zamanda olmadım. 

Cemre’yi oynadım ve kamerayı çok sevdiğimi fark ettik hep beraber. Sanırım kamera da beni sevdi. Bu bana başka bir oyun disiplini getirdi. Kamera karşısında olmak başka bir oyun disiplini gerekiyor. O oyun disiplini sevdim ben. Ondan sonrada ufak tefek fırsatlar yakalamaya başladık.

Devlet Tiyatrosu’nda o dönem oyunlarımız devam ediyordu. İlk sinema tecrübem olan Babam ve Oğlum’da  o sıra denk geldi. Çağan Irmak 3 oyuncu istemiş, “Devlet tiyatrosundan, genç olsun” demiş. Biz de 4 arkadaş toplandık, gittik. “Çağan Irmak işi, ucunda duralım” dedik. Çağan’ı okul dönemlerinden de biliyorduk. Orada küçük şeyler oynadık. Çağan acayip bir yönetmen olduğu için; küçük rollerimiz vardı, ama bize karakter analizini, ilişkiler dahil her şeyi anlattı. İşini çok ciddiye alan bir adam, “İyi ki de çalışmışım” dedim. Sinema seti de başka bir şey, onun da disiplini de başka.

Çocukluğum Narkotik Şube’de geçti

B.C: Erdal Beşikçioğlu ile oynamak istediğini biliyoruz, daha önce dile getirmiştiniz. Ve Polis karakterini oynamak istediğinizi de… Ancak Kış Güneşi dizisinde Komiser Arif rolüyle gördük sizi. Hala oynamak istediğiniz özel bir rol var mıdır?

Burak Ç.: Erdal abiyle oynamak istiyorum. Komiser Arif oldum, evet; çok güzel hissettirdi. Hala çok istiyorum. Benim çocukluğum Emniyet’te geçti. Annem emekli narkotik polisi. Narkotik Şube’de büyüdüm. Çok biliyorum, o tavırları, hareketleri… Bir de o çocuk aklıyla her şeyi yüklemişim, onlar gitmiyor. O yüzden de hala bir polisiye de, sağlam bir polis oynamayı istiyorum.

Arif’i de keyifle oynadım. Hakan Boyav’la oynadım ve Hakan abi bir okul. Benim şansım o aslında; setler hep okul gibi oldu bana. İyi ve usta oyuncularla karşılıklı oynama şansı buldum. Hepsinden bir şey öğreniyorsunuz, öğrenmek için çabalamasanız da öğreniyorsunuz. Karşınızdaki bir oyun yapıyor, başka bir şey açıyor size. Meslekte kendimi şanslı görüyorum. Devlet Tiyatrosu’nda da usta oyuncularla oynadım.

Karakter, senle can buluyor

B.C.: Hekimoğlu dizisinden, bu sene ekranlarda gördüğümüz Tek Yürek dizisine kadar olan süreç nasıl geçti? Neler yaşadınız ve ne hissettiniz?

Burak Ç: Tek Yürek dizisinde gençler vardı. Yeni yüzlerle gençler çalışmayı seviyorum. Taş gibi çocuklar gerçekten. İlk setten son sete kadar hiçbir fark yok. Çünkü hepsi başka başka adamlar, başka başka karakterler. Yönetmen ve yazar işbirliği ile beraber başka şeyler oluyor. Kağıdın üzerinde yazılı bir şeyi realize etmeye çalışmak çok güzel bir şey. O yazı senle kan, can, hayat buluyor. Tekste sadece bir isim o. O ismi canlı kılmak çok güzel bir şey. Bu işe bağımlı kılan da o sanırım. İstemiyorsun başka iş yapmayı. Çünkü bu kadar eğlenebileceğin, bu kadar heyecan alabileceğin başka bir alan yoktur diye düşünüyorum. 

Biz aynı şeyi yapıyoruz gibi  görünse de her defasında başka şeyler yapıyoruz. İki oyun arasında bile çok farklı şeyler var. Çünkü kendi kendine gelişen ve yaşayan bir şey oyunculuk. Oyunculuk, içgüdüsel bir şey. Bugün o içgüdü başka bir yerden yakalıyor ve başka bir şey oynuyorsunuz.

Tiyatro sahnesi, bağırsak gibidir

B.C: Televizyon süreci bir anda ve hızlı başladı sizin için diyebiliriz miyiz?

Burak Ç: Televizyon süreci hızlı bir süreç oldu. O dönem biraz tiyatrodan uzaklaştık. Gerçek anlamda işi yapamamak insanı kötü hissettiyor; çünkü sokaktan besleniyoruz. Bunu sindirdiğimiz yer tiyatro sahnesi. Tiyatro sahnesi bağırsak gibi. Aldığımız her şeyi sindirdiğimiz yer.

Belli bir süre tiyatrodan uzak kalmak, hem sizin tiyatroya karşı dinamiğinizi bozuyor hem de biraz suçluluk duygusu yaratıyor. Çünkü hiç kimse en azından bizim dönemimizde kimse, televizyonda oyuncu olacağım diye okumadı. Ben oyuncu olacağım diye okuduk, bu da bizim için tiyatrodur. Bizim dönemimiz tiyatroda silkelendi, üstündeki tozu attı.

Tiyatro inanılmaz gelişiyor

…Bizden önceki döneminde sanata bakış açısıyla bizim bakış açımızda başka. Şimdiki genç arkadaşların da bambaşka. Tiyatro inanılmaz gelişiyor. Bir oyuncu arkadaşımız, televizyonda başka roller oynuyor, aynı anda tiyatro da seyrediyorsunuz bambaşka.

Televizyon başka bir şey. Televizyondaki oyunculuk belli bir saatten sonra işin açığı ticarete dönüyor, bu yadsınamaz. Evet, televizyondan para kazanıyoruz. Televizyondan para kazandığımız için tiyatro yapabiliyoruz. Bağımsız filmlerde, festival filmlerinde düşük bütçelere ve ya hiç bütçelere oynayabiliyorum. Bana bu lüksü ve imkanı sağlıyor. Televizyondan kazandığımız parayla sanat yapabiliyoruz.

Tiyatrohane bize ev oldu

B.C.: Tiyatrohane ile yolunuz nasıl keşişti?

Burak Ç.: Biz Erk Bilgiç ile eski arkadaşız. Dokuz Eylül Üniversitesi döneminden tanışıyoruz. Erk, eşi ile beraber Tiyatrohane’yi açtıklarında, Sermet Yeşil’le biz de açılıştaydık. Çok uzun zaman sonra Erk’le karşılaştım;  “Yaşasın İzmir’de de tiyatro oldu” dedİk.

2016 yılında Zeynep Nutku ile çay içiyoruz; “Burak, ben oyun koymak istiyorum. Bir tane cinayet amiri var, sen oynar mısın? Senin oynamanı istiyorum” dedi. Ben de, “Olur” dedim. Zeynep de oyunu Tiyatrohane’de koymaya karar verdi. Erk’le yıllar sonra bir araya geldik. Erk’in hem oyuncu, hem reji kafasına güvenirim. Kendisi, kendini tiyatroya adamış bir adamdır. 

Erk İstanbul’da olsaydı güzel işler yapardı, ancak İzmir’de kalmaya direndi. Bu duruma saygı duymak lazım. Daha sonra Tiyatrohane’de ev oldu bize. Bu sene de tek başıma bir şey yapmak istedim. Araştırdım, ettim; ne oynarım diye baktık. “Nihayet Bitti”yi bulduk. Çok keyifli, ancak çok zor bir tekst. Erk’e dedim ki, “Bunu yönet”. Erk’ten başka birinin reji kafasının bu oyuna gideceğini düşünmedim. 

Aklı karışmış bir gazeteciyi oynayacağım

B.C: “Nihayet Bitti” nasıl bir senaryo, kimi göreceğiz sahnede?

Burak Ç.: Bir gazeteciyi oynuyorum. Şizofren, bipolar, aklı karışmış bir gazetecinin intihar sürecini anlatıyor. Umuyorum ki, güzel çıkar; seyirci de beğenir. 50 dakika adamın biri çıkıp bir şeyler anlatacak. Benim en büyük endişelerimden biri bu, insanları 50 dakika anlattığım şeye konsantre tutabilecek miyim; göreceğiz.

Çok iyi bir yalancı, ünlü bir gazeteci

B.C: Nihayet Bitti’de, yaşamı boyunca istediğini elde etmiş, başarılı ve ünlü bir gazeteci var… Peki, nasıl biri, biraz dinleyebilir miyiz?

Burak Ç.: Evet, ünlü bir gazeteci ve müthiş bir yalancı. Son dönemlerin tabiri ile trol bir adam. İnanılmaz. diyebilirim. “Ne kadar beyazmış bu sayfa” derken, “Olur mu abi baya gri bu sayfa” diye de sizi inandıran bir adam. Çünkü söylediği yalanlara kendi de inandırıyor ve sizi de inandırması çok da mümkün. 

Ve bu gazetecinin intihar sürecini okuyoruz aslında. Karakterin bize anlattığı, hep ölümle ilgili bir derdi var; ölmenin peşinde. Ama ölmeyi de pazarlıyor. O tekstin altına baktığımızda ölmenin ona ne kadar yakışacağını anlatıyor; “Öldüm mü ben ölürüm başkası da benim gibi ölemez” diyor. O yüzden nihayet bitiyor. Bilmiyorum ne olacak ne bitecek sonunda, ancak benim için çok keyifli bir süreç. İlk sahnenin Ekim ayı içerisinde olmasını planlıyoruz. 

Zorba’yı oynamak istiyorum

B.C: Peki, tiyatro sahnesinde oynamak istediğiniz başka bir karakter var mı?

Burak Ç: Nikos Kazanciakis’in Zorba vardı aklımda. Zorba’nın Girit’e geldikten sonraki kısmını oynamak istiyorum. Coşkun Irmak daha önce uyarladı, Devlet Tiyatrosu’nda oynandı. Aradaki tüm karakterlerden kurtarıp 2 kişilik bir Zorba düşünüyordum. 4 defa falan okudum, notlarımı aldım. Ancak zor bir süreç.

Hala Zorba’nın üzerinde çalışıyorum. Çünkü, Zorba bizden bir adam. Zorba benim yaşlandığımda olmak isteyeceğim bir adam; çok keyifli, çok güzel bakan hayata bir adam. Çocuk zorba…

Oyunculukta işe değil, işinize önem vermelisiniz

B.C: Oyunculuk hakkında ne söylemek istersiniz?

Burak Ç: Televizyondaki projelere iş gözüyle bakarız. Genç oyuncu arkadaşlarıma hep diyorum; “Yaptığını işe değil, işinize önem verdin” diye. Çünkü mesleğinize önem verirseniz doğru olacaktır. Bir dizi ve filme bağlanmamalı. Karaktere, -ki gerçekten özel değilse-, bağlanmaya gerek yok; çünkü bitiyor. O karakter başparmakla, kumanda düğmesi arasındaki mesafe kadar. Seyirci düğmeye değdiği an yoksun ki artık. O karakter yaşıyor ve bitiyor.

Hayal etmeyi bırakmamalısınız

B.C: Eklemek istedikleriniz var mıdır Burak Bey?

Burak Ç: Hayal etmek sizi yaşama bağlıyor. Benim de hayalim var, Sicilya’da taş bir evde, bağların altında yaşamak istiyorum. Zeytinlikler olsun, kafamda şapkam. Hayal etmeyi bırakırsanız, hayattan keyif alamazsınız… Hayal etmeyi bırakmamalısınız.