İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi altıncı gününde

TAKİP ET

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi altıncı gününde devam ediyor. 

Joschka Fischer: Haydi başlayalım, gelecek için birlikte çalışalım

Altıncı gününün ilk konuşmacısı Almanya eski Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Joschka Fischer oldu. Türkiye’nin Orta Doğu yerine yüzünü Batı’ya dönmesi gerektiğini ifade eden Fischer, “Kollarımızı sıvayalım ve gelecek için, barış için birlikte çalışalım” dedi.

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi, altıncı gününde “Sadakate Davet” temalı oturumlarla başladı. Deniz Dünyaoğulları Hünler’in sunumunu yaptığı altıncı gün oturumunun ilk konuşmacısı Almanya eski Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Joschka Fischer oldu. “Avrupa Birliği Demokratikleşme ve Türkiye” başlıklı sunum yapan Joschka Fischer, “Çevremize bir baktığımızda değişen bir dünya görüyoruz. Türkiye ve Avrupa yakın komşular. Bugün Avrupa’nın da değiştiğini görüyoruz. Rusya’nın Ukrayna’ya olan tavrı dünyada birçok şeyi değiştirdi. Artık bizim ilişkilerimizin yapısı da değişiyor. Bunu fark etmemek büyük hata olur. AB ikinci dünya savaşının soğuk savaşın sonucudur. Artık bu dönemde sona yaklaşılıyor. Güvenlik artık yeni bir AB’nin ana noktası olacak. Bu Ukrayna savaşının ne zaman biteceğine dair öngörüde bulunamıyorum. Kimse Finlandiya ve İsveç’in NATO’nun kapısını çalacağını söyleyemezlerdi. Bu mümkün değildi. Bu artık değişimlere de yansıyor” diye konuştu.

“Bu yoldan vazgeçmemeliyiz”
Fischer, “Yeni AB artık daha çok güvenliğe odaklanıyor. Türkiye’nin konumu gereği sunacak çok şeyi var. Türkiye için büyük bir fırsatımız var ve vazgeçmemeliyiz. Bir yanda Avrupa bir yanda Türkiye. Sizin de çok önemli bir yararınız olacak. Bunları söylerken sizi mutlu etmeye çalışmıyorum. Ben realistim. Soyut şeylere değil somut şeylere odaklanmamız lazım. AB’den vazgeçmemeliyiz. Türkiye’nin batıya bakan şehri İzmir’de olmak beni açık konuşmaya sevk ediyor. Bu yollardan vazgeçmemeliyiz. Kötümser olmayın. Daha çok konuşmalıyız, dürüst olmalıyız. Geçmişin hatalarını yapmamalıyız. Olumlu sonuçlar sadece işbirlikçi bir yaklaşımla elde edilebilir. Karşı karşıya gelerek değil” ifadelerini kullandı.

“Batı yerine Orta Doğu’ya yüzünüzü dönmek doğru olmaz”
Fischer, “Türkiye zorluklardan yola çıkarak başarılı bir ekonomik başarı elde edebilir. Gelecek çok da parlak değil ama birlikte yapabiliriz. Öncelikle bu yanlış düşünce şeklini durdurmalıyız. Krizler birden üst üste gelebiliyor ama bizim topyekun çare bulmak için çalışabiliriz. Dünya bir karşı karşıya gelme şekli olarak değil iş birliği şeklinde görmeliyiz. Çözüm bulmamız lazım. Çözümler bulunduğunda bir arada yaşamak mümkün. Türkiye ve Avrupa işbirliği içinde olursa birçok şeyi başarabilirler. Tam üyelik sorularını sorgulamak yerine iş birliği yaparsak daha sağlam bir bağ kurabiliriz. Ben Türkiye’nin bir dostuyum. Batı yerine Orta Doğu’ya yüzünüzü dönmek doğru olmaz. Kaçırılmış çok fırsat var. Bunlardan ders çıkarmalıyız. Yeni AB, Türkiye için büyük fırsatlar sunuyor. Ben çok umutluyum. Belki İzmir’den de etkilenmiş olabilirim Gelecek için çok umutlu olabiliriz. Bu AB için ana unsurlardan birisi. Birlikte çalışmaya başlayabiliriz ve haydi başlayalım. Kollarımızı sıvayalım ve gelecek için birlikte çalışalım. Barış için birlikte çalışalım” diye konuştu.

Fuat Keyman: Türkiye'nin geleceği İzmir'in geleceğinde yatıyor

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin altıncı gününde konuşan Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Fuat Keyman, sonraki yüzyılda kentlerin öne çıkacağına değinerek, “Kentlerin Türkiyesi'nde İzmir özel bir kent. Türkiye'nin geleceği İzmir'in geleceğinde yatıyor. İzmir’in kendini nasıl yöneteceğinde. O nedenle kongrenin İzmir'de olması önemli” dedi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi, altıncı gününde “Sadakate Davet” temasıyla düzenlenen oturumlarla devam ediyor. Önemli isimleri bir araya getiren kongrede Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve öğretim üyesi aynı zamanda İstanbul Politika Merkezi (İPM) Direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman da “Kentlerin Türkiyesi ve Yaşamdaş Kentler: Demokrasi, Yeni Yerellik, Yaşamsallık” başlıklı bir sunum yaptı. Kongre kapsamında yürütülen çalışmaların önemine değinen Fuat Keyman, “Ben de çalışmalara katıldım. Sayın Tunç Başkan’a hem bu girişimi yaptığı hem de beni bu çalışmaya davet ettiği için teşekkür ediyorum. İzmir'in ayrıcalığı, İzmir'in önemi, böyle bir konferansı burada yapması ile bir kere daha tescil edilmiş oldu. İzmir'e de teşekkür ediyoruz” dedi.

Başkan Soyer'e deprem bölgesinde yürüttüğü çalışmalar için teşekkür etti
Deprem bölgesindeki izlenimlerini de aktaran Fuat Keyman, sivil toplum kurumlarının, belediyelerin çalışmalarının engellendiğini belirterek, “Bu yaşımda Kızılay'ın bu duruma düşmesinden çok üzgünüm. Türkiye'de çadır, kan satan, Eczacılar Birliği'nin deprem bölgesine getirdiği ilk yardım ilaçları için çadırlardan para isteyen bir Kızılay'a sahibiz. Depremde ilk önce holding olmaya çalışan bir Kızılay'a sahibiz. İzmir, İstanbul büyükşehir belediyelerine çok teşekkür ediyorum. Devletin olmadığı, sivil toplumun olduğu, sivil toplumun yeniden canlandığı bir dönemden geçiyoruz. Tunç Başkan ve İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne çok teşekkür ediyorum. Çünkü o insanların buna ihtiyacı vardı. O insanların çağrılarına belediyelerimiz, sivil toplum örgütleri hemen yanıt verdi” dedi.

“İzmir bunu hak ediyor”
Keyman, İzmir İktisat Kongresi'nin yüzyıl sonra İzmir’de yeniden düzenlenmesinin önemine değinerek şunları söyledi: “İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin yüz yıl önce aldığı derslerle ama geleceğe bakarak, o geleceğe bakış içinde ilkeleri birlikte çalışarak, birlikte konuşarak, üreterek yapılması çok önemli. Bu çok değerli. İzmir bunu hak ediyor. İzmir'de olmasının da önemi var çünkü yüz yıldan sonra İzmir İktisat Kongresi bir ulus devlet kurma, ulus kurma kongresiydi. Yüz yıl sonra artık kentli bir Türkiye'de yaşıyoruz. Kentli bir küresel dünyada yaşıyoruz. Bundan sonraki yüzyılın en önemli boyutlarından biri kentler olacak. Türkiye'nin kentlerinden, kentlinin Türkiye’sine geçtik. Kentlerin Türkiye’sinde de özel kentler var. İzmir bu kentlerin en potansiyeli. Türkiye'nin geleceği İzmir'in geleceğinde yatıyor. İzmir'in kendini nasıl yöneteceğinde... Biz İzmir'e 'kent bölge' diyoruz. Çünkü İzmir'den konuşmak; Manisa'dan, Bergama'dan konuşmak anlamına geliyor. Balıkesir'e kadar gidiyor. Büyük bir bölge. Bu bölgenin iyi yönetilmesi, o bölgede birlikte yaşamın olması ama en önemlisi canlıların yaşamı, insanların kaybolmayacağı şekilde bir yönetimin olması bence Türkiye ve dünya için de önemli. O nedenle kongrenin İzmir'de olması önemli.”

“Demokrasinin önemini içselleştirmemiz gerekiyor”
Konuşmasında demokrasinin önemine değinen Keyman, sözlerini şöyle tamamladı: “Yüz yıl önce Türkiye, İzmir İktisat Kongresi ile ulus devlet kurmayla, eğitim ve itibarla başardıysa, bugün de başarabilir. Bugün başarırken, geçmişten ders almamız, geçmişe eleştirel olarak bakmamız, geçmişteki eksik olan şeylerin yanı sıra artılarımıza da bakarak, Türkiye'yi gelecek yüzyıla hazırlamamız gerekiyor. En temel derslerden biri demokrasi. Demokrasi olmayınca ekonomik gelişme, adalet de olmuyor. Demokrasiyi artık üzerinde çalışacağımız, koruyacağımız bir sistem olarak görmemiz lazım. Demokrasinin önemini içselleştirmemiz gerekiyor.”

 

Prof. Dr. Güven Sak: Adil yaşamı tasarlamamız gerekiyor

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde konuşan Türkiye Ekonomi Araştırma Vakfı (TEPAV) Başkanı Güven Sak, ülkede katılımcı bir geçiş sürecine ve akılcı politikalara ihtiyaç olduğunu belirterek, “Yalnızca iktidarın değişmesi değil, ortaklaşma kültürünü geliştirmemiz gereken yeni bir dönemin başındayız; aynı 1923’teki gibi. Bunun için son beş yılda yaptıklarımızı yapmayacağız. Hepimizin bir araya gelip adil yaşamı konuşmamız, tasarlamamız gerekiyor” dedi.


İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında Türkiye Ekonomi Araştırma Vakfı (TEPAV) Başkanı Prof. Dr. Güven Sak, “Dünya Yeniden Yapılanırken Türkiye’nin Ortak Akılla İnşası” başlıklı bir konuşma yaptı. Prof. Dr. Güven Sak, “Uzun bir süreden beri Türkiye’de anı yaşıyoruz ama geçen Ağustos’tan beri İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin katkısıyla İktisat Kongresi hazırlıkları kapsamında ‘bundan sonra ne olabilir? diyerek geleceği düşünme fırsatı bulduk. Türkiye’de olup bitenleri anlamak için ana bakmamak gerekiyor; orta vadede bakmak gerekiyor” ifadelerini kullandı.

“Doğa artık bizim partnerimiz olacak”
Türkiye’nin dünyadaki iktisadi stratejik konumu, dünya ekonomilerinin geldiği durumu ve izlenmesi gereken yol haritası hakkında konuşan Sak, “Şimdi 1923’teki gibi dünya değişiyor. Şimdi artık iktisadın yanında doğayı da konuşmak zorundayız. Atacağımız adımın sadece refaha olan katkısını değil, dünyaya olan maliyetini, doğamızdaki tahribatı de düşünmek zorundayız. Son beş yıldaki gibi enerjimizi boşa harcamazsak, konuya odaklanırsak, küresel, bölgesel ve yerel önceliklerin farkına varırsak, kaybettiğimiz politika tasarım kabiliyetini yeniden kazanırsak, idareyi yeniden ayağa kaldırabilirsek başarabiliriz. Sanayiye dayalı bir beceri kapasitesini bu ülkede oluşturduk. Bu önemli bir konu bence. Bu dönemde makine sanayisini ülkenin her yerine yaydık. Yeşil üretim potansiyeli de Türkiye’nin son derece yüksek. 195 ülke arasında 6’ıncı sıradayız. Doğa artık bizim partnerimiz olacaksa, Türkiye sanayisi açısından kötü bir noktada değil. Makine sanayisini ülkenin her tarafına yaydık. Bu da Marmara’daki makine sanayinin Orta Anadolu’ya kayması için de bir fırsat yaratıyor. Yeni yüzyıl her ülkeden bir hazırlık gerektiriyor. Çünkü yeni muhasebe parametreleri ortaya çıkacak. Enerjimizi boşa harcıyoruz. Tasarrufları yatıracak yeri olmadığı için şirketler eski teknolojilere yatırım yapıyorlar. Termik santraller 2030’dan sonra hala devam edeceklerini düşünüyorlar. Öyle bir dünya olmayacak” diye konuştu.

“Son beş yılda yaptıklarımızı yapmayacağız”
Ülkede katılımcı bir geçiş sürecine ve akılcı politikalara ihtiyaç olduğunu dile getiren Sak, “Aslında ne yapmamız gerektiği açık. Şimdiye kadar son beş yılda yaptıklarımızı yapmayacağız. Karar alma mekanizmalarını süratle değiştireceğiz. Önümüzdeki dönemde geleceğe sıçrayacağımıza göre doğru adım atabilmek için bir karar alacağız, sonra bir ölçüm yapacağız, diğer ülkelerle konumumuzu ölçeceğiz. Yanlış yaptıysak yanlışımızı hemen düzeltmemiz gerekecek. Ne yaptığımızı bilerek karar vermemiz gerekiyor. Ben önümüzdeki süreçte Türkiye’de hiç kullanmadığımız ekonomik ve sosyal konseyin son derece önemli bir meclis olacağını düşünüyorum. Yalnızca iktidarın değişmesi değil ortaklaşma kültürünü geliştirmemiz gereken yeni bir dönemin başındayız. Aynı 1923’teki gibi. O gün nasıl bir araya gelindiyse, gelecekle ilgili adım atmanın öneminden söz edildiyse şimdi de hepimizin bir araya gelip geleceği, adil yaşamı konuşmamız, tasarlamamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Murat Karayalçın: Halkın proje muhafızı haline getirilmesi gerek

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin altıncı gününde konuşan iktisatçı, planlama uzmanı ve siyasetçi Murat Karayalçın yeni bir öneri sundu. Proje süreçlerine halkın muhafız olarak katılmasının ve sahip çıkmasının gerekliliğine vurgu yapan Karayalçın, “Eğer proje sahiplenebiliyorsa o proje hızla tamamlanabilmektedir Proje muhafızları o projenin bir an önce gerçekleşmesini isteyen halktır” dedi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından “Yeniliğe Davet” sloganıyla tüm Türkiye’yi geleceği inşa etmeye çağıran İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin altıncı gününde geçmiş yıllarda devlet bakanlığı, dışişleri bakanlığı, başbakan yardımcılığı ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevlerini yürütmüş, halen Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Dış Siyaset Danışma Kurulu Üyesi olarak görev yapan Murat Karayalçın da konuştu. İktisatçı, planlama uzmanı ve siyasetçi Karayalçın, “Proje Sahipliliği” başlığı altında açıklamalarda bulundu.

“Kamunun her projesi topluma hizmet amacını taşımaktadır”
Konuşmasına başlarken, “Sizlere devletin ve kamu tüzel kişiliklerinin ve belediyelerimizin sabit toplumsal tabanlı projeleri için yeni bir proje modeli önerisini sunmak istiyorum” diyen Karayalçın, “Devlet ve belediye ikisine birden ‘kamu’ diyorum. Sabit toplumsal tabanlı projelerini o projelerin hedef kitlesiyle yani proje halkıyla ortaklaşa tasarlamalı, ortaklaşa uygulamalıdır. Bunun için hedef kitle olan proje halkı örgütlenmeli nasıl olursa olsun örgütlenmeli, tercihen kooperatifler biçimiyle örgütlenmeli ve kamuyla örgütlü diyaloğa girmelidir. Diyalog kamunun ve proje halkının örgüt temsilcilerinin, belediye ya da bakanlığın temsilcilerinin içinde eşit sayıda yer alacağı proje karar kurullarında yapılmalıdır. Örgütlü diyalog müzakere ve karar alma şeklinde olacaktır. Müzakere yapılacak. Sonra da ona dayalı olarak ortak karar alınacak. Eşit düzeyde. Kamu daha fazla değil. Kamunun ve halkın temsilcileri mutabakat içinde, eşit olarak karar alacaktır. Bu bir kamu- halk iş birliği modelidir. Kamunun ve halkın iş birliği o projenin süresiyle sınırlı olabilir. Yalnızca o projenin tasarımlanmasında ve uygulanmasında kamu ile halk iş birliği yapabilirler. Bu model her projenin sahibi olması gereken teknik, iktisadi yapılabilirliğin yanı sıra bir de toplumsal yapılabilirlik, toplumsal meşruiyet kazandıracaktır. Projelerin toplumsal meşruiyetini önemsemek durumundayız. Proje hızlı bir biçimde tamamlanabilecektir. Projelerin hızla tamamlanamaması yalnızca tahsis edilen ödeneklerin yetersizliğinden kaynaklanmamaktadır. Eğer proje sahiplenebiliyorsa o proje hızla tamamlanabilmektedir. Projenin kazanımlarını bir an önce sağlamak amacıyla proje halkı projeyi sahiplenecek o projenin muhafızı olacak. Proje muhafızları şekline dönüşecek ve büyük proje enerjisi yaratacak. Proje muhafızlarına ihtiyacımız var. Proje muhafızları belediyelerin ya da bakanlıkların teknisyenleri değildir. Proje muhafızları o projenin bir an önce gerçekleşmesini isteyen halktır. Halkın proje muhafızı haline getirilmesi gerekmektedir” açıklamasında bulundu.

“Demokrasi her yerde olmalı”
Bu modelin bir başka kazanımının da yaratacağı demokrasi olacağını söyleyen Karayalçın, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Kamunun ve halkın bir proje uygulaması alanıyla sınırlı olsa bile birlikte düşünmeleri, tasarlamaları, müzakere etmeleri, uygulamaya geçmeleri yeni bir demokrasi anlayışını da beraberinde getirecektir. Aslında bu yeni bir kamu yönetimi anlayışıdır. Ben buna proje demokrasisi diyorum. Demokrasi sadece TBMM’de, siyasi partilerde de olmamalı. Demokrasi her yerde olmalı, yapılmalı. Başta üretim süreci olmak üzere her sürecin içinde demokrasi olabilmeli. Bu katılımcılık değil. Bu katılımcılığın çok ilerisinde olan bir aşama. Katılımcılıkta merkezi, yerel yöneticiler halkı dinlerler ama o dediklerini yapabilirler, yapmayabilirler. Katılımda halka görüşlerini sunma olanağı sağlanmalıdır. O görüşler geçerli görünebilir, görünmeyebilir. Ama bu model öyle değil. Ben bu modeli katılım değil ortaklaşım diye adlandırıyorum.” .

Emin Çapa: Bilime sahip çıkmazsanız yolunuzu kaybedersiniz

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında konuşan ekonomist-gazeteci Dr. Emin Çapa, “Bilim macerasında daha o kadar küçük, yeni bir yerdeyiz ki ancak bu kadar bizim yolumuzu aydınlatıyor. Ama siz buna sahip çıkmazsanız o zaman karanlıkta kalırsınız. Rotanızı, yolunuzu kaybedersiniz. Karanlık, hurafe, batıl sizi yer yutar” dedi.

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında “Sadakate Davet” temasıyla düzenlenen buluşmaya katılan ekonomist-gazeteci Dr. Emin Çapa, “Yeni Bir Dünya, Yeni Bir Türkiye” başlığıyla sunum yaptı. Emin Çapa, “İzmir'deki Birinci İktisat Kongresi, Türkiye'nin bir yıkımdan çıktıktan sonra yeni bir ülke nasıl inşa edilebilir çalışmasıydı. Ama yıkımı bitirmiş ve ülkemizi kurmuştuk. Bu ikincisi de tam olarak aynı şey. İkinci bir yıkımdan ülkemizi kurtarıp, yeni bir ülke inşa edebilir miyiz noktasında oluyor. Tuhaf olan şey şu. Birincisinde İzmir'i işgal ettikten sonra kurtarmıştık. İkincisi için ise benim için şöyle bir şeyi var. İstanbul ve Ankara yerel seçimlerinden sonra, herkes birçok insana teşekkür etti. Ben İzmir'e teşekkür ettim. İzmir bize hizmet almasa da para almasa da ilkelerine sahip çıkmanın, direnmenin önemini gösterdi. Aynı nedenle bu kongrenin İzmir'de olmasının özel bir nedeni var. Tam o noktada biz ülkemizi yeniden nasıl inşa edeceğiz? İkinci yüzyılı onun için burada konuşuyoruz” dedi.

“İçine akıl ve bilim sokmadığınız hiçbir şeyin değeri yok”
Hala termik santrallerle kalkınmanın olacağını düşünenlerin bulunduğunu ifade eden Emin Çapa, şunları söyledi: “Yeni bir dünyanın inşa edildiğinin ön kabulünü zihninize yerleştirmeden, yeni bir dünyayı inşa edemezsiniz. Ekonomide ana şey enerji tüketiminizdir. Bir noktaya kadar. Dünyanın en büyük ekonomisi ABD'nin milli geliri ile enerji tüketimi arasındaki bağı görüyorsunuz. 1950 yılında bir birim milli geliriniz, bir birim enerji tüketiminiz varsa 70'lerin ortasına kadar bunlar ne kadar enerji, o kadar milli gelirdi. 1970'lerin ortasında enerji tüketimi yavaşladı. Milli gelir yükseldi. 80'lerin ortasına gelince milli gelir patlıyor. Enerji tüketimi neredeyse durma noktasına geliyor. 2000'den itibaren enerji düşerken, milli gelir artışı devam ediyor. Bu bize bir şey gösteriyor. Enerji artışı ile milli gelir arasındaki bağ kopuyor. Neden? Çünkü artık içine akıl ve bilim sokmadığınız hiçbir şeyin değeri yok. Bu tarım olabilir, sanayi olabilir. Fark etmez. İçine bilim sokmadığınız her şeyi çöpe atın.”

“DNA'lar ile oynandı”
Büyük bir kırılma yaşadığını anlatan Emin Çapa, “Eski ile yeni arasında sizin bildiğiniz gibi bir şey yok. Bu salondakiler, benim yaşıma yakın olanlar muhtemelen insan olarak ölen son kuşak olacak. Daha genç olanlar, insan olarak ölmeyecek. İnsan olarak doğdular ama insan olarak ölmeyecekler. Bu kuşakların torunları da büyük olasılıkla insan olarak doğmayacak. Dünyada şu anda insan olarak doğmayan ikizler Çin'de beş yaşına geldiler. DNA'ları ile oynandı. Dünya yeni bir çağa giriyor” dedi.

“Geleceğin en önemli konusu yaşam bilimleri”
Geleceğin en önemli konusunun yaşam bilimleri olacağını da anlatan Emin Çapa, “Olayı sadece farmakolojiye indirgemek haksızlık olur. Başka bir şeyden bahsediyoruz. İnsan olarak ölmeyeceksiniz. Daha önce böyle bir şey yaşamadınız. Tarım devrimi değil bu. İnsanı yeni baştan yaratma noktasındayız. Bu çok iyi bir şey mi? Çok korkuyorum. Ödüm kopuyor, çünkü bu olayın etik tarafı eksik. Akıl ve bilim tarafı tamam ama akıl ve bilimin yanına vicdanı koymazsak, o tarafı beni çok korkutuyor. Türk halkı geleceğe doğru nasıl koşar? Geriye bakarak geleceğe koşulur mu? Uygarlığın, gücün, teknolojinin sırrı, bilimdir. Bilim yoksa refah, uygarlık, zenginlik, teknoloji yok” dedi.

Bilimin önemini anlattı
“Bilim nedir” sorusunu soran ve salonun ışıklarının kapatılmasını isteyen Çapa, bir kibrit yakarak, “Ben size bu karanlıkta bilimin ne olduğunu göstereceğim. Bilim bu. Çünkü bilim maceramız daha çok yeni. Bilim macerasında daha o kadar küçük, yeni bir yerdeyiz ki ancak bu kadar bizim yolumuzu aydınlatıyor. Ama siz buna sahip çıkmazsanız o zaman karanlıkta kalırsınız. Rotanızı, yolunuzu kaybedersiniz. Karanlık, hurafe, batıl sizi yer yutar. Kendinizin, çocuklarınızın hayatını, ülkenizin geleceğini yok edersiniz. Karanlığın içinde yolunuzu kaybedersiniz. Ülkenizin, kendinizin, çocuklarınızın, halkınızın geleceğini kaybedersiniz. Türkiye'ye çok inanıyorum. Yeni dünya yeni biz talep ediyor. Ya ülkenize sahip çıkacaksınız. Ya da sahip çıkacağınız bir ülkeniz, halkınız olmayacak” dedi.

Yıldırım Koç: Minderin tutuştuğu bir sürece giriyoruz

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında konuşan akademisyen ve sendikacı Yıldırım Koç, “İnsanların eylemlerde, ekmek kavgasında birleşeceğini göreceksiniz. Benim madenci bir arkadaşımın sözü var; işçi sınıfı oturduğu minder tutuşmadan ayağa kalkmaz. Minderin tutuştuğu bir sürece giriyoruz” dedi.

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında akademisyen ve sendikacı Yıldırım Koç, “Türkiye’de Günümüzde Sendikacılığın Durumu ve Sorunları” adlı sunum yaptı. Yıldırım Koç, “1923 yılında ilk İktisat Kongresi yapıldığında Türkiye işçi sınıfı nicel olarak da nitel çok zayıftı. Gayrimüslimler ağırlıktaydı. O dönemde İstanbul’daki sendikalar Anadolu’daki mücadeleye destek vermek yerine emperyalist ülkelerle işbirliği yaptılar. Müslüman işçiler ise mücadelede hayatını kaybettiler. Dolayısıyla 1923 yılındaki İktisat Kongresi’nde işçiler doğal olarak gerekli yeri bulamamıştır. Bugün çok farklı koşullardayız. Türkiye işçi sınıfı toplumsal ve siyasal geleceğe damga vuracak kadar nicel ve nitel olarak güçlüdür. Türkiye’nin siyasal ve toplumsal geleceğine damga vuracak güç, Türkiye işçi sınıfıdır. Türkiye bir iktisadi depreme hızla gidiyor” diye konuştu.

Ekonomik deprem vurgusu
Türkiye’deki işçi sınıfı ve sendikacılığın gelişimi hakkında bilgi veren Koç, “Çok farklı bir sürece giriyoruz. İşçiler sendikacıları aşar ve kendileri eyleme başlar. Siyasal iktidarın zayıfladığı algısına geçerlerse bu konuda son derece gerçekçidirler ve kitlesel eylemler kendiliğinden gerçekleşir. Siz ağzınızla kuş tutsanız hayatından memnun işçiyi harekete geçiremezsiniz. Şimdi yepyeni bir ekonomik depreme gidiyoruz. Bugün Türkiye’nin yüzde 70’i işçi ve memur. Eğer diğer kesimleri de eklerseniz yüzde 80’i geçer. Bu koşullarda Türkiye tarihinde ilk defa bu kadar fazla toplumsal yoksullaşma olacak. Bu koşullarda, önümüzdeki günlerde insanların eylemlerde ekmek kavgasında birleşeceğini göreceksiniz. Benim madenci bir arkadaşımın sözü var; işçi sınıfı oturduğu minder tutuşmadan ayağa kalkmaz. Minderin tutuştuğu bir sürece giriyoruz” ifadelerini kullandı.

Hanri Benazus: Atatürk’ü anlamak bir varoluş kavgasının adıdır

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde konuşan Atatürk araştırmacısı, yazar Hanri Benazus, önünde hazır bir model yokken idealist bir subayın cumhuriyeti kurduğunu dile getirerek, “Devrimlerle ulusumuz hızla kalkınmaya başladı. Atatürk’ü anlamak bir varoluş kavgasının adıdır. Atatürk konusunda çok fanatiğim” dedi.

Mustafa Kemal Atatürk hakkında yazdığı kitaplar ve binlerce fotoğraftan oluşan Atatürk fotoğrafları koleksiyonuyla tanınan Hanri Benazus, İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde “1923 Türkiyesi ve Mustafa Kemal” başlığı ile bir konuşma yaptı.

“Atatürk dediğinizde akan sular durur”
Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisi için çok büyük anlam taşıdığını belirten Benazus, “Atatürk dediğinizde bende akan sular durur. Daha genç bir subay olan Mustafa Kemal durduk yerde macera peşinde koşan sıradan birisi değildi. Tam aksine hayalini kurduğu yeniden doğuşu hayata geçirmeyi düşünen bir idealistti. Kurduğu cumhuriyetin ne anlama geldiğini nasıl büyük bir nimet olduğunu anlayabilmek için etrafımıza göz atalım. Afganistan, İran, Irak, Emirlikler, Suudi Arabistan, Suriye’yi, Mısır’ı, Libya’yı, Cezayir’i, Fas’ı, müslüman Afrika ve Asya ülkelerini şöyle bir gözden geçirin. Onun ve cumhuriyetin önünde hazır bir model de yoktu. Yolunu düşünerek, arayarak, deneyerek açtı. Şartlardan, tarihten yararlandı” dedi.

“Atatürk konusunda çok fanatiğim”
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki zor şartları hatırlatan Benazus, Atatürk ve kurucu kadroların hayata geçirdiği çalışmalara değindi. Ülkenin demir ağlarla örüldüğünü, köylüye toprak, tarım araçları dağıtıldığını, köylüyü ezen vergilerin kaldırıldığını, hastalıkların kökünün kazındığını ifade eden Benazus, “Cumhuriyet ile aslında yüzlerce yıllık prangaları kırıp yoktan bir ülke kurma aşamasına gelmişlerdi. Kolay değildi yoksul ve bitkin bu milletin yaralarını sarmak. Devrimlerle ulusumuz hızla kalkınmaya başladı. Atatürk’ü anlamak bir varoluş kavgasının adıdır. Atatürk konusunda çok fanatiğim?” diye konuştu.

“Atatürk’ü anlatın ki bıraktığı hediyenin kıymetini bundan sonraki torunlarımız öğrensin”
Atatürk’ü anlatan Benazus, “Babası öldü, yetim büyüdü, üvey evlat oldu, karga bekçiliği yaptı, tutuklandı, hapse atıldı, sürüldü, işsiz kaldı, hastalandı böbreklerinden, vuruldu göğsünden, mesleğinden atıldı, idama çarptırıldı, kardeşleri öldü, çocuğu olmadı, boşandı sonunda da karaciğeri iflas etti. Evet Mustafa Kemal Atatürk bu. Ne olur evladı olmayan bu yetimin duygularını herkese anlatın. Anlatın ki o yetimin evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini bundan sonraki evlatlarımız, torunlarımız öğrensin” ifadelerini kullandı.

Nur Batur: Atatürk ve arkadaşları yüz yıl önce tarih yazdı

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında konuşan gazeteci-yazar Nur Batur, “Eğer bir cumhuriyet kadını olarak dünyanın her yerine gidebildiysem, istediğim gibi görüşlerimi anlatabiliyorsam, bunu Mustafa Kemal Atatürk'e, devrimlere ve çağdaş dünyaya borçluyum. Atatürk ve arkadaşları yüz yıl önce tarih yazdı.” dedi.

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında “Sadakate Davet” temasıyla düzenlenen buluşmaya katılan gazeteci-yazar Nur Batur, “Atatürk’ün Açtığı Yolda Çağdaş Dünyayla Buluşmak” başlığıyla bir konuşma yaptı. Nur Batur, Cumhuriyet’in yüzüncü yılında İzmir'de konuşma yapmanın kendisi için büyük bir onur olduğunu söyledi.
Ülkeyi kuran Mustafa Kemal Atatürk'ün büyük bir mucize yarattığına inandığını ifade eden Nur Batur, “Sadece Mustafa Kemal Atatürk'ün değil elbette. Onun liderliğinde Türk halkının, büyük bir mucizeye imza attığını düşünüyorum. Hiçbir zaman karamsarlığa kapılmıyorum. Umut olmadan mücadele olmuyor. Mutlaka umudumuzu korumalıyız. Yüzyıl önce neredeydik, bugün nereye geldik, nasıl bir olağanüstü birikim olduğunu idrak etmemiz gerekiyor. Her köşesi işgal edilen topraklardan, Osmanlı İmparatorluğu'nun küllerinden doğan bir ülkeden bahsediyoruz. Bu mucize değil de nedir? Eğer bir cumhuriyet kadını olarak dünyanın her yerine gidebildiysem, istediğim gibi görüşlerimi anlatabiliyorsam, bunu Mustafa Kemal Atatürk'e, devrimlere ve çağdaş dünyaya borçluyum” dedi.

“Türkiye halkı egemenliğini hiçbir şahıs ve makama vermez”
Türkiye'nin olağanüstü bir ortak akla sahip olduğunu ifade eden Nur Batur, “Türkiye'nin bugünleri aşabilecek gücü var. Bu çalışma Türkiye'nin ikinci yüzyılına bir yol haritası niteliği taşıyor. Her alanda ortak aklın ürünü ortaya çıktı. Bu yol haritasını ortaya çıkarmak kadar uygulamak da önemli. Umut ediyorum ki bu yol haritasını uygulayacak ekip Türkiye'de var. Ortak gücümüz ve ortak aklımız, birikimimiz var. Türkiye Cumhuriyeti'nin 100'üncü yılında yeniden bir yol kavşağına geldik. Türkiye mutlu insanların yaşadığı bir ülke mi olacak? Yoksa siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunlarla boğuşmaya devam mı edecek? Dünya bilmelidir ki Türkiye halkı, egemenliğini hiç bir şahıs ve makama veremez. Egemenlik demek namus, şeref, onur ve saygınlık demektir. Bağımsızlık, ekonomik bağımsızlıkla mümkün olabilir” dedi.

“Türkiye Cumhuriyeti bir Avrupa devleti olarak kuruldu”
Batur, şunları söyledi: “Yüz yıl önce laik Türkiye Cumhuriyeti, bir Avrupa devleti olarak kuruldu aslında. Hem İslam dünyasında hem de dünyada alkışlandı. Büyük bir mucizeydi. Dünyaya model oldu. Atatürk ve arkadaşları yüzyıl önce tarih yazdı.” Kalkınmak için barışa ihtiyaç duyulduğunu söyleyen Nur Batur, laikliğin önemine de dikkat çekerek, “Laiklik olmadan, din ve devlet işlerini ayırmadan huzur bulunmaz. Türkiye'nin laik anayasasını koruması gerekiyor” dedi.

Kadıbeşegil: Gezegenin kazananlar arasında olmadığı bir sistemin ayakta durma şansı yok

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında konuşan stratejik iletişim danışmanı Salim Kadıbeşegil, “Gezegenin kazananlar arasında olmadığı bir iş modelinin, sistemin ayakta durma şansı yok” dedi.

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında stratejik iletişim danışmanı Salim Kadıbeşegil, “Kazan-kazan-kazan” adlı sunum yaptı. Türkiye’nin ikinci yüzyılındaki vizyonunun önemli olduğunun altını çizen Salim Kadıbeşegil, “Eğer biz yüzyıllık bir yolculuk yapacaksak başka bir vizyona ihtiyacımız var. Bu vizyonlar, insan hakları ile gezegen haklarının ortak bir yaşam kültüründe buluşması, eğitim, sağlık, enerji ve kültürün herkes için dünya standartlarında, nitelikli ve bir yurttaşlık hakkı gereği bedava olabileceği bir Türkiye, etik ve adil ticarette standartları oluşturan uluslararası kurumlara katkı veren, oyun kurucu kimliğiyle öne çıkan bir ülke. Bu vizyonları yerine getirmek için karşımıza çıkacak engeller ise iklim krizi, mülteci sorunu ve sosyal patlamalar, yoksulluk, gelir adaletsizliği, kurumların güçten düşmesi” dedi.

“Köy enstitüleri bugünün imkanlarıyla yeniden açılmalı”
Kadıbeşegil, yeni yüzyıl için çözüm önerilerini sıralayarak, “Bu yüzyılda bu sorunların üstesinden gelmek isteyecek kurumlar olacak. Türkiye bunun neresinde olacak? Yedek kulübesinde mi olacak, sahada mı olacak? İklim krizinde yerel yönetimlerin çalışma yürütmesi lazım. Eğitim konusunu çözmemiz lazım. Okul öncesi eğitimde kaliteyi arttırmamız lazım. Ekolojik okuryazarlık, insanlık ve demokrasi eğitimi vermemiz lazım. Öğretmenliğin itibarını yeniden artırmamız lazım. Köy enstitüleri bugünün imkanlarıyla yeniden açılmadır. Her alanda kültürü ve sanatı üretmeliyiz. İş dünyasının baştan sona yenilenmesi lazım. Katılımcı demokrasi kültürünü geliştirmemiz lazım. Temel vatandaşlık gelirinin oluşturulması lazım” diye konuştu.
Kadıbeşegil, “Kazan, kazan, kazan. Üreten kazansın, tüketen kazansın ama gezegen kazansın. Gezegenin kazananlar arasında olmadığı bir iş modelinin, bir sistemin bu yüzyılda ayakta durma şansı yok. Yolcu olma şansı da yok” dedi.

Soli Özel: İçeride güç üretemeyen ülke etkili dış dış politika izleyemez

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin altıncı gününde  akademisyen ve uluslararası ilişkiler uzmanı Soli Özel, yeni süreçte Türkiye’nin izlemesi gereken yol haritasına ilişkin konuştu. Özel, “Hayalperestlikle vakit kaybetmemek, emperyal düşler peşinde koşmamak gerek. Atatürk’ün de dediği gibi içeride güç üretemeyen ülke dışarıda ağırlık sahibi olamaz ve etkili bir dış politika da izleyemez” dedi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından “Yeniliğe Davet” sloganıyla tüm Türkiye’yi geleceği inşa etmeye çağıran İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin altıncı günü “Sadakate Davet” temasıyla devam etti. Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’ndeki (AASSM) programda akademisyen ve uluslararası ilişkiler uzmanı Soli Özel de konuştu. Özel, “Yeni Devlet için Milli Ekonominin Harcı: İzmir İktisat Kongresi” başlıklı bir sunum yaptı.

“Kongrenin dünyaya verdiği mesaj milli iktisat anlayışı ve kapitülasyonların kaldırılmasıdır”
İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında Mustafa Kemal Atatürk’ün milli iktisat anlayışından asla vazgeçilmeyeceğini söylediğini hatırlatan Özel, müslüman Türk bir ticaret ve müteşebbis sınıfı yaratma hedefine vurgu yaptı. Kongre sürecine ve Lozan görüşmelerine değinen Özel, “Kongrede kalkınmaya katkıda bulunacağı için yabancı sermayeye de sıcak bakılması gündeme geldi. Ancak bunun tek şartı ülkenin egemenliğine zarar vermeyecek olması olarak belirlendi. Yani kapitülasyonların kaldırılması gerekmediği vurgulandı. Zaten Lozan’da da uzlaşma ancak bu koşul gerçekleştikten sonra mümkün olmuştur. Mustafa Kemal bir yandan iktisadi egemenlik arayışında milli iktisat politikalarına devam etmek istemekte diğer yandan Avrupalı büyük güçlerle barışı imzalayıp içeride kendisinden daha az radikal olan siyasi güç odaklarını mümkünse devre dışı bırakarak yeni devletin refah ve güvenliğini sağlamaya odaklanmak istemektedir. Yeni devletin içinde yer alacağı dünya düzenini de gayet iyi okumaktadır” dedi.

“İçeride güç üretemeyen ülke etkili dış politika izleyemez”
Birinci İktisat Kongresi sonrası oluşan dünya düzeni, ülkeler arasındaki ilişkiler, Türkiye’nin attığı adımlar ve yeni süreçte izlemesi gereken politik ve ekonomik yol haritasına değinen Özel, “Hayalperestlikle vakit kaybetmemek, emperyal düşler peşinde koşmamak, tarihi de gönülden geçtiği gibi değil nesnel gözlerle okumak gerekir diye düşünüyorum ya da Gazi’nin söylediği gibi dış siyaset,  iç teşkilat ve iç siyasete dayandırılmak mecburiyetindedir. Yani iç teşkilatının dayanamayacağı genişlikte olmamalıdır. İçeride güç üretemeyen ülke dışarıda ağırlık sahibi olamaz ve etkili bir dış politika da izleyemez” ifadelerini kullandı.

Serhan Ada: Kültür ekonomisinde yüzde 30 gibi bir kayıp var

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında konuşan İstanbul Bilgi Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Serhan Ada, “Kültür ekonomisinin cirosu dolar bazında bakıldığında son 10 yılda aynı seviyede seyrediyor gibi görülse de yüzde 30 gibi bir kayıp var. Şimdiye kadar değişmez olarak kabul ettiğimiz değerleri gözden geçirmek zorundayız” dedi.

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında konuşan İstanbul Bilgi Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Serhan Ada, “Yeni Kültür Politikalarının Eşiğinde” adlı bir sunum yaptı.
Türkiye'de kültüre ayrılan payın binde 4'e düştüğünü söyleyen Serhan Ada, “Hane halkının tüketim harcamalarında da ciddi düşüş var. Kültür ekonomisinin cirosu dolar bazında bakıldığında son 10 yılda aynı seviyede seyrediyor gibi görülse de yüzde 30 gibi bir kayıp var. Kültür ekonomisinde katma değer 2014 yılında, 1 milyar 209 milyon dolar mertebesindeyken, bugün 800 milyon dolar mertebesinde. Kültür sektöründe çalışanlara baktığımızda, ağırlığın el sanatlarında olduğunu görüyoruz” dedi.

“Herkes için kültür hakkı gerekiyor”
Kültürel çeşitliliğin en az biyoçeşitlilik kadar gerekli olduğunu vurgulayan Ada, kültürel diplomasi ve işbirliği konseyinin kurulmasının zamanının geldiğini ifade ederek, şunları söyledi: “Kültür alanında yapılan her işte, iklim önceliğinin, kamu sağlığının ve tüm insanların esenliğinin gözetilmesi artık bir zorunluluk. Herkes için kültür hakkı gerekiyor. Kültüre erişim ve kültür hayatına katılım, tüm insanlar için tanınmalı ve uygulamada gözetilmeli. Kültürel hakların fiilen kullanılması en çetin politikalar arasında olmalı.”

“Hakkaniyet olmadığı sürece bu kayıplar devam edecek”
Hak eşitliği olarak keşfedilebilirliğin önemli olduğunun altını çizen Ada, “Sanatçının ve sanat eserinin keşfedilebiliyor olması. Beğenilerimizin algoritmalarla yönlendirilmesini engelleyebilecek tek çare. Hepimiz bu platformların üyesiyiz. Dijitalleşmenin imkânlarını öncelikle ana akımın dışında kalan sanatçılar ve onların ürünlerine ulaşması gerekli. Bu da hakkaniyet ilkesinin gözetilmesine bağlı. Sadece pandemi sırasında, ülkemizde sayıları yüzü aşan müzisyen, çaresizlik içinde hayatına son vermek durumunda kaldı. Dünyada sadece 2020 yılı içerisinde on milyondan fazla istihdam kaybı yaşandı. Hakkaniyet olmadığı sürece bu kayıplar devam edecek. Hakkaniyetin sağlanabilmesi kolay bir şey değil. Şimdiye kadar değişmez olarak kabul ettiğimiz değerleri gözden geçirmek zorundayız” diye konuştu.

“Yeni kültür politikaları geliştirilmeli”
Doç. Dr. Serhan Ada, “Cumhuriyetin yeni yüz yılında hak temelli, yeryüzünün ve coğrafyamızın özelliklerini gözeten yeni kültür politikalarının geliştirilmesi için çok çalışmak zorundayız. Bu alanda Türkiye'nin çoktan hak ettiği ama hayata geçiremediği öncü rolünü kanıtlayacak düzenlemeleri ve özellikle kültür yönetimi, kültür politikası konusundaki eğitim programlarını geliştirme görevi, bizleri, bizden sonra gelenleri bekliyor olacak” dedi.

Manas: Kapitalizmin sonuna doğru geliyoruz
 
İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında konuşan  Fütüristler Derneği Kurucusu Alphan Manas,  “Evrensel temel gelir kaçınılmaz. Yapay zeka ve robotlar işsizliği dünyada 2040’larda yüzde 20 yükseltecek. Kapitalizmin sonuna doğru geliyoruz” dedi.

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi kapsamında Fütüristler Derneği Kurucusu ve Girişimci Alphan Manas, “2030 Türkiyesi ve Megatrendler” adlı sunum yaptı. Yapay zekanın tarih boyunca gelişimini anlatan Alphan Manas,  “Bilgisayar ve teknolojiyi içeren toplumlara endüstri 4.0 dedik. Şimdi Toplum 5.0 geliyor. Yani süper akıllı toplum. Biz artık süper akıllı olmak zorundayız. Yapay zekayı ancak böyle yakalayabiliriz. Birileri için hayat artık bundan sonra çok zor olacak. Kendini geliştiremeyen insanlar için çok zor bir hayat onları bekliyor. Evrensel temel gelir kaçınılmaz. Yapay zeka ve robotlar işsizliği dünyada 2040’larda yüzde 20 yükseltecek. Kapitalizmin sonuna doğru geliyoruz” dedi.

“Yapay zekanın olanaklarından faydalanılmalı”
Gelecekte Türkiye’yi bekleyen risklere karşı çözüm önerilerini sıralayan Manas, “Türkiye stratejik yatırım alanlarını belirlemek ve tek merkezden desteklemek zorunda. TÜBİTAK’ı American National Science Foundation ve Alman Fraunhoufer seviyesine ve yapısına getirmeli. Fonların fonu aracılığıyla özellikle devlet ile çalışacak firmalara yatırım yapılarak Unicorn’lar çıkarmalı. E-Devlet kapısını güçlendirerek bilgi akışını ve saklanmasını güvence altına alarak yapay zekanın olanaklarından faydalanılmalı. Teknokent ve teknoloji geliştirme merkezlerini tek merkezden yönetmek ve yabancı ARGE firmalarını getirmemiz lazım. Bitkisel bazlı et ve süt teknolojileri geliştirilmeli. Dijital  Nomad’lerin, emekli CEO’ların ve emekli Avrupalıların yaşayacağı büyük yaşam alanları  yaratmamız lazım; İzmir gibi. Yeşil hidrojen ve amonyak için en az 100 milyar dolarlık yatırım alarak oluşturulmalı. Metan hidrat teknolojisini ortak geliştirmeyle Türkiye’nin doğalgaz ihracatının azaltılması lazım” şeklinde konuştu.  

 

Yusuf Işık: En büyük sorun eşitsizlik ve regülasyon

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde konuşan iktisatçı Yusuf Işık, dünyadaki en önemli sorunun eşitsizlik ve regülasyon olduğunu belirterek sosyal bilgi ekonomisinin benimsenmesi gerektiğine dikkat çekti.

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin altıncı gününde Devlet Planlama Teşkilatı ve OECD eski Uzmanı İktisatçı Yusuf Işık, “İkinci Yüzyıl Perspektifi için Bir Yaklaşım: Sosyal Bilgi Ekonomisi” başlıklı bir konuşma yaptı.
Teknolojinin geldiği noktayı ve dünya düzenini değerlendiren Işık, “Her şeyi devletin yönetmesi bir çıkar yol değil. Çok daha ince, ileri çözümler bulmak lazım. Saniyede milyar kere milyar işlem yapıyor süper bilgisayarlar. Toplumsal yaşamın bütün alanlarında olağanüstü bu gelişmeler olduğu için bu artık bilgi ekonomisine dönüşmüş durumda. Bunun ileri gitmesi için ülkeler büyük yatırım yapıyor. Dünya ekonomisinde pandemiden önce neoliberal politikalar çok daha hakimdi. Pandemiden sonra kendini koruma güdüsü harekete geçti. Karmaşık konulardan biri küreselleşme yavaşlıyor, doğru. Ama sorunlar uluslararası. Ne yapılacak? Bunun sancısı yaşanıyor” dedi.

“En büyük sorun eşitsizlik”
Dünyadaki sorunlara değinen Işık, “En büyük sorun belki bir numara; eşitsizlik ve regülasyon. Bütün bunlar nasıl düzelecek? Sosyal bilgi ekonomisi benimsenirse o zaman bütün bu alanlarda sonradan sürprizlerle karşılaşmak yerine baştan beraber yürütülebilir. Verimlilik çok artabilir. Yeşil dönüşüm çok daha fazla başarılı yapılabilir. Girişimler çok daha kolay teşvik edilebilir. Eğitim çok daha ileri gider” diye konuştu.

“Türkiye’nin kapasitesi çok yüksek”
Işık ayrıca şunları söyledi: Türkiye’nin kapasitesi çok yüksek. Şaşırtıcı gelebilir. Çok kötü kullanıldığı ve yönetişim yoluyla tahrip edildiği için kapasitede erime başladı. Türkiye’de girişimciler dinamik, çalışanlar dinamik ama yol yavaş yavaş tükeniyor. Olağanüstü büyük teknolojik atılımlar ve sonuçlarının alınacağı bir dünyada bunlardan kopuk kalmayı artıracak bir tutum kabul edilemez. Son derece sakıncalı. Türkiye’nin bu potansiyelini kullanabilmek için yönetişimi değiştirmek gerek.”

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi altıncı gün