CHP’de partililer 1972 Kurultayı’ndan sonra yaşanan coşkuyu doğal olarak hayal etmektedirler. O dönem bugünkü gibi önseçim olurmu olacak mı tartışmaları yapılmazdı. Delege bazında ön seçim tartışmasızdı. Gerçi bilgi teknolojilerinin kayıt hayatına getirdiği kolaylıklar yoktu. Bir kişinin birkaç yerde kayıtlı olması kolay kolay kontrol edilemezdi. Hatta adına “seyyar üye” denen belli para babalarının yönlendirebildikleri üyeler vardı. Yani sabah Karşıyaka’da ön seçim için oy kullanıp, öğleden sonra Konak’ta oy vermeye yönlendirilen kişiler olabiliyordu. Hatta öylesine ilginç dedikodular dillendiriliyordu ki inanılası güç olmakla birlikte zekice olduğu da kabul edilmelidir. Özellikle küçük vilayetlerde aday adayı “delege”ye 100 TL’yi kesip yarısını verdiği seçim sonucunda beklenen oy sağlanabilmişse seri numarasına göre paranın diğer yarısının da verildiği rivayet edilirdi.
Bunlar gerçek olsa dahi, asıl dillendirilme nedeni, doğrudan demokrasiye leke sürmek gibi bir karalama yönteminin olduğu da gerçektir. 12 Eylül faşizminin getirdiği Siyasi Partiler Kanunu’ndaki anti demokratik yöntemler, halkın, partilinin vekilini seçme şansını elinden alıp, ülkedeki demokratik yapıyı parti yönetimlerinin inisiyatifine bırakmıştır. Ne yazık ki siyasi parti yöneticileri kendileri için elverişli bu koşulları kullanmak için bin dereden bir su getirmeyi benimsemişlerdi.
Katılımcı ve sol söylemi hedefleyen CHP gibi partiler ön seçimi yapmayarak tabanla ilişkileri giderek zayıflamış, partinin kılcal damarı olan mahallelerdeki siyasi önderleri kaybetmiştir. Parti kendi içinde gelişip kadrolaşma yöntemlerini bırakmış, partiyle fikri yakınlığı olmayan partiye uzak yakın geçmişte oy dahi vermemiş kişileri bir kurtarıcı olarak parti kademelerinde görevlendirme yolu, hem ciddi bir siyasi “yoz”luk getirmiş, hem de yıllardır partisine oy vermiş, umut bağlamış kesimlerin hayallerinin tükenmesine neden olmuştur. Siyasi örgütlenmede ve katılımda ayniyet ve kabullenme duygusu bir türlü doğru algılanmamıştır.
Artık yüzde elli de olsa İzmir’de önseçim yapılacaktır. Burda üyelerin sorumluluğu fazladır. Genel Merkezin belirlemelerini her yerde eleştirip, haklı olsalar da partiye zarar veren söylemlerin yerini, Genel Merkezi ön seçimde bu sonuçlar alınacaksa bir daha, yaptırmama noktasına getirmemeli. Bu nedenle hem katılımı yüksek tutarak parti içi demokrasiye olan bağlılığımızı dosta düşmana göstermeli, hem de siyasi arenaya örgüt içinde çalışmış bilinçlenmiş, değerlerin çıkmasını sağlayabilirsek partililerin örgütlerine güvenleri daha da artacaktır.
Ön seçim üyeye verilmiş bir yetkidir. Yapılan tercihler ortaya çıkacak milletvekili profili Genel Merkez politikalarını da etkileyecektir. Partililerin sürekli şikayetçi oldukları milletvekillerinin seçimden seçime örgütle buluşması son bulacaktır. Çünkü milletvekili bilecektir ki; tabana gitmediği sürece bir daha ön seçimden çıkması hayal olacaktır. Asıl belirleyici yönü parti politikalarını, tabanın yansıttığı siyasi tavırlara ve söylemlere göre yapma gerçeği ön planda olacaktır.
Ön seçim parti içi demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Ancak 12 Eylül faşizminin toplumda yaydığı ön seçim düşmanlığı, demokratik davranışı fazla da benimsemeyen parti yöneticileri için, anti demokratik bir kara leke olarak değil de, faydalanılacak bir fırsat olarak görüldü. Parti üst kademe yöneticilerinin hala ellerindeki tüm olanaklara rağmen atama beklemeleri hem haksızlık hem de demokrasiyi savunma noktasında topluma güven veremediklerini biliyorlar mı?
Bu nedenlerle ön seçimden çıkmış milletvekillerine atamayla gelmiş yöneticilerin amirlik yapamayacağı yeni bir süreç te başlayacaktır. Çünkü atama yolu iktidar olunduğunda ihtiyaç duyulacak uzmanlık alanlarında parti kadrolarında olmayanlar için yaratılmış bir fırsattır. Yoksa il ilçe başkanlarının sığınacağı bir gölgelik olmasa gerek.