Türkiye’de 15 Temmuz gecesi olan darbe girişimi ya da “kalkışma” doğru anlaşıldı mı? Sanmıyorum. Etrafımdaki bazı arkadaşların ifadeleriyle, sosyal medyadaki bazı paylaşımlara baktığımda hala yaşananın bir darbe olmadığı, bunun Tayyip Erdoğan’ının popülaritesini arttırmak için ya da kendisine başkanlık yolunu açmak için giriştiği yapay bir senaryo olduğu, konuşulmaktadır. Konuşanların idrakten yoksun olduklarını söyliyemeyiz. Demek ki; konuyu bu düzeyde hafızalara kazıyan, ya da bilinç yanılması yaratan, etkili güçler var. Bu kadar kanlı bir kalkışmanın ardından, olan biten ortada iken, hala bu tip düşüncelerin bulunması, konuşulması, Tayyip Erdoğan karşıtlığının etkisiyle sağlandığını düşünüyorum. Hani Irak’a demokrasi götürecek olan ABD yönetimine sempatiyle bakan, sözde “aydın”larımızın, ne o Saddam diktatörünü mü savunacağız? Ayni şekilde Libya’da bedeni canilerce sokaklarda gezdirilen Kaddafi için de, iyi oldu, manyak, diktatör, diyebilenlerin olduğu gibi. Oysa ülkelerin bağımsızlığı tezi hiç kimsenin aklına gelmedi. Güçlü olan istediği ülkeyi diktatör var diye işgal edebildi. Bu ulus devletlerin dönüştürüleceğini hiç kimse akla getirmedi.
Halbu ki; ülkemizde Cumhuriyet döneminden beri olan darbelerin hiç birinde olmadığı kadar kanlı ve hiç birinin amacına da benzemediği gibi farklı bir kalkışma oldu.
Olaylar, doğal gelişmelerinden, koparıldığında, küçük, küçük ve farklı gerekçelerle izaha çalışıldığında, siyasi gelişmeleri yalnız gazete ve televizyon haberlerinden izliyen insanlar için, nedensellik bağı kurmak elbette zorlaşır. Bu nedenle siyasi partiler vardır. Bu nedenle demokratik kitle örgütleri vardır. Bu nedenle kanaat önderleri vardır.
Ülkemizde 2010 yılında referanduma gitmek suretiyle gerçekleştirilen bir anayasa değişikliği olmuştu. Bu değişiklik sürecinde en çok konuşulan ve tartışılan, “Siyasi Partilerin Kapatılmasını zorlaştıracak” değişiklikle, “Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunun” oluşturulmasıyla ilgili değişikliklerdi. Bu referandum süreci siyasi literatürümüze iki “nadide” yeni kavram hediye etti. Birincisi, kendilerine “liberal solcu” denen kesimin “yetmez ama evet” sloganı, diğeri de Fethullah Gülen’in bu değişikliğin geçmesi için, “ölüler mezardan kalksın oy kullansın” söylemiydi.
Bu değişikliğe AKP’nin oyları yetmiyordu. Her gün gözümüzün önünde yazıp çizen, kendilerine “aydın” yaftası takılan, hatta iki ay önce CHP’nin bir PM üyesinin organize ettiği bir kahvaltıda, Sayın Kemal Kılıcdaroğluyla bir araya getirilen, FETÖ’nün siyasi ideologları olan, ihanet gurubunun rolü çok çok önemli oldu.
Sağlanan anayasa değikliği, siyasi iktidara, adli yapıda istediğini yapma imkanı sağladı. Böylece militan, art niyetli, bu gün çoğu yurt dışına kaçan hakim savcı cüpbesi giymiş cemaatcılar eliyle “Kumpas Davaları” olarak ünlenen uyduruk mahkemeler yarattıldı. Bu mahkemeler sayesinde, ordudan bine yakın subay ve genaral hapse atılarak suçlandı ve ihraçları sağlandı. Bu gün anlaşılıyor ki; amaçlarından biri de, bu kumpas davalarıyla ordudan ihraçları sağlanan komutanların yerine ilerde darbe yaptıracakları “cemaat”cı subayları generalliklere getirmekmiş.
Bu olay doğru anlaşıldı mı? Hayir. CHP konuyu hukuksuzluk ve insan hakları boyutuyla değerlendirdi. Küresel güçlerin bölgemizdeki amacı görülemedi.
İşin asıl önemli boyutu Büyük Ortadoğu Projesi olarak adlandırılan küresel güçlerin bölgemizdeki planları bazı aydın yurtsever kesimlerce yazılıp çizilmesine rağmen, zamanın Başbakanı kendisinin bu projenin “Eş Başkanı” olduğunu söyliyerek, konuyu bir taltif dünya ölçeğinde bir iltifat olarak görmesiydi. Oysa, darbe teşebbüsü sürecinde; gördü ki; hedef hem Türkiye Cumhuriyeti hem siyasi iktidar hem de kendisi.
Peki Tayyip Erdoğan, etrafındaki diktatörler, bir bir O’nun da yardımıyla giderken kendisinin “diktatör” olarak bu kadar sık anılması, küresel güçlerin gazete ve dergilerinde her gün manşet olması, üstelik dediklerini yapmıyarak ey.. Amerika diye yiğitlenmesi, sıranın kendisine de geleceği, aklına gelmiş miydi? Sanmıyorum. Peki kendisi Eş Başkan iken emperyal güçler Erdoğan’ın kendini hakim gördüğü bünyede, FETÖ’yü yedek güç kullndığı her şeyi anlaşılır kılmak için yeterli mi?
Yalnız Beştepe Kongre ve Kültür Sarayı’nın açılışında yaptığı konuşmada artık konuyu iyi anladığını itiraf ediyordu. “Siz sıkılmıyor mu sunuz? Sizin Irak’ta Suriye’de Mısır’da Libya’da ne yaptığınızı biliyorum.” dedi. Peki bu anladığını siyasi yönetim olarak sergiliyecek mi? Çok zor. Çünkü dikkate alsaydı 14 yıllık iktidar döneminde ülkeyi bu hale getirmez, bu kadar yanılgıyla anılan bir geçmiş bırakmazdı.
Peki Biz Ne anladık? CHP 17-25 aralık operasyonunu sadece bir yolsuzluk olayı olarak algıladı. Cemaatler ittifakının neden dağıldığını merak bile etmedi. MİT Nüsteşarını sorgulamaya çağıran savcının tavrı bizim yeteri kadar dikkatimizi çekmedi. Bun da hukuksuzluk olarak yorumladık
Bu gün ne yapıyoruz? Ne yazık ki CHP 14 yıllık AKP iktidarı sürecinde, dini siyasi emellerine alet eden, bu nedenle de çok iyi uyum sağlıyan bu iki dinci yapıya karşı özellikle laiklik tartışmalarında ekmeklerine yağ sürdük. Bu gün FETÖ’cü olarak nam salan “müflis solcuları” aydın mertebesine koyarak parti ilkelerinin yozlaşmasına göz yumduk, ve bunları partililerden daha muteber gördü parti yönetimlerimiz..
Peki CHP 15 Temmuzdan sonra bu konuyu doğru anladı mı? Sanmıyorum.
Ne yapıyor? Miting yapıyor? Adı Demokrasi ve Özgürlük Mitingi. Oysa Türkiyenin tüm şehirlerinde 15 gündür miting yapılıyor. Poturlu Cüpbeli ve zikir sedalı. Biz mitingleri kime Yapıyoruz? Kendimize. Çünkü diğerleri zaten her gün miting meydanlarındalar. O mitinglerde bile “laiklik” ilkesine vurgu yapmıyoruz. Laik olmayan Cumhuriyet olur mu? Bekaroğlu gibiler bizim şu laikliği bırakın camileri ahır yaptığınıza dair özür dileyin diye parti içi hoşgörüye sığınarak rapor yazıyor. Gerçeğimiz bu.