Yaklaşan genel seçimler öncesi yaşanan durumun normal bir seçim süreci olmadığı ayan beyan ortadadır. Anayasa mahkemesince laiklik karşıtı görüp mahkum ettiği, bir partinin suçu, artık telaffuz dahi edilmiyor. Bir yandan Başbakan bir yandan Cumhurbaşkanı ellerindeki gazete ve televizyon kanallarıyla toplumun beynini dumura uğratmayı sürdürüyorlar. Yapılanın bir anayasa ihlali olduğu hükümetin, hükmetme kurallarının, başta Anayasa olmak üzere yürürlükteki kanunlara tabi olduğu gerçeği, dikkate dahi alınmıyor. Yasalar karşısında siyasi partilerin eşit olması gerekirken, devletin tüm olanaklarının iktidar partisinin emrinde kullanılmasına ad dahi bulunamıyor. Mahkemelerde yetkili yetkisiz, hakimlere istediği kararları verdirecek gizli güçlerin varlığı, bu kararı verenlerin talimatla hapse atıldığı bir hukuk sistemi, Cumhurbaşkanı’nın “bekleyin tutuklamalar devam edecek” açıklaması, gayet normal bir konuşma gibi gazete manşetlerinde yer alıyor. Yasalar mı geçerli, talimatlar mı olgusunun adı ne olabilir? Mevcut siyasilerimizin ille 1934 Almanya’sında mı yaşamaları gerekirdi. Mevcut siyasi durumu topluma anlatabilmek için aktörlerin adının illaki Hitler mi olmalıydı.
Siyasi partiler, var olma nedenlerini göz ardı edip, toplumsal mücadeleler tarihinden bu kadar uzaklaşmaları, kendilerine bir yarar sağlar mı? Toplumu ayrıştıran siyasi düşünceleri anlamsız kılan değişim,değişim denen küresel propagandanın bir amaca hizmet ettiği açık. Peki bu amaç toplumsal gerçeğimizle halkımızın refahıyla, mutluluğuyla bağdaşıyor mu?
Günümüzde adına “yeni ortaçağ” denilen bu, gerici, yobaz, halkları bir birine düşman eden, anlayıştan nasıl kurtulacağını tartışmayan, “elmalı şekerleri” ile iktidar değişimi elde edileceğine mi inanılıyor?
Günümüzde devlet yönetiminin en yüksek kademelerindeki sorumlular dini değerlerin propagandasını kendileri için avantaj görüyorsa, cennetteki melekler uğruna bu siyasi liderlere tapınma devam ediyorsa, artık bir karar vermelisiniz/vermeliyiz. Çünkü toplumun düşünen, aydın kesimi artık suskun, onlar adına davrandığı iddiasındaki siyasiler ise gerici güruhun etkisiyle, varlık nedenlerini inkar edercesine, “biz de türbana dokunmayacağız, biz de imam hatip açacağız” demeye mahkum olunmuştur.
Bunun yanında ezilenlerin, dar gelirlilerin ekonomik felaketine yara bezi olacak önerilerin toplumda ne kadar ilgi gördüğü açık. Çünkü, toplumun temel sorunu budur. Fakat eksiktir. CHP’nin şu tespiti can alıcıdır. “Türkiye’de, 2002’de ülke servetinin yani para pul mülk vb her türlü ekonomik varlığın % 39’una sahip olanlar nüfusun % 1’i, on iki yılda bunlar toplam servetlerini ülke servetinin % 54’ne çıkarmışlardır.” Bu kadar hızlı zenginleşmeyi yaratan hangi ekonomik sistem. Bunu tartışmadan, bu ekonomik sistemin ezilenlerini örgütlemeden siyasi değişimin olacağına mı inanılıyor?
Ülke bütçesinin yani Türkiye’nin bir yılda harcayacağı gelirinin % 73’ü harcama üzerinden alınan vergilerden oluşuyor. Nedir bunlar; ezilenlerin kullandığı elektrikten, sudan, gazdan, mazottan, ekmekten undan vb tüm tüketim mallarından alınan vergilerdir. Bu öyle adaletsiz bir sistemdir ki; aylık milyonluk geliri olan da, asgari ücretle çalışanda bu vergileri ayni oranda ödüyor.
İşte bu sömürü düzeni, çarpık ekonomik sistemi tartışmak yerine toplumların gündemine dil, din ırk mezhep tartışmalarıyla meşgul etmeyi getiriyor. Bir kesimini cennetteki huriler aşkıyla bağlı tutuyor, bir kesimi de özgürlük ve kurtuluş aşkıyla bağlı tutuyor. Açlığı telaffuz ettiğinde de adın beceriksize çıkıyor. “Bu devirde iş yapamamak fakir olmak artık ayıptır” denebiliyor.
Tarımsal alanların ekimindeki kısıtlama ve tahsis politikalarıyla da köylüyü köyünden koparıp şehir varoşlarında yedek işgücü olarak çadır yaşamına mahkum ediyor. Şeker pancarı ekimine kısıtlama getiren İMF politikaları da artık konuşulmuyor. Aynı şekilde, laiklik ve Kemalizmin ekonomi politikası olan karma ekonominin konuşulmaması da açık gizli besleme basının kalemşorlarınca “taktirle” karşılanmaktadır.
Siyasi tezlerimizi ve politikalarımızı reklam şirketlerine bırakamayız. Bu gün sokakta kime sorarsan sor insanlar ekonomik sorunlarından ötürü ciddi bunalımlar yaşamaktadır. İşsizliği yaratan ekonomik sistemi sorgulamadan, geçmişimizin topyekun tu kaka sayan küresel propagandanın etkisine direnecek örgütlenmeyi sağlamak durumundayız. Hatırlayın İMF ne diyordu. Türkiye kendisini Turizmde öne çıkarmalıdır.
Küresel güçlerin ekonomik dayatmaları ya da bize biçtikleri ekonomik rollere göre değil, toplumsal ihtiyacımıza göre ekonomik değişimi savunamazsak gittikçe iktidardan uzak kalırız.