Ne cumhuriyetler gördü şu dünya.
“Federal cumhuriyetler”, “İslam cumhuriyetleri”, “Halk cumhuriyetleri” vs. vs.
Biz ise, Atatürk Cumhuriyeti’nden sonra bir “Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan Cumhuriyeti” yaşıyoruz şimdi. (Sol-sağ liberallerin hayal ettikleri “2. Cumhuriyet” ayrı konu)
Birincisini “Yapan Cumhuriyet”, diğerini “Satan Cumhuriyet” diye okusak yeridir.
Prof. Dr. Barış Doster hoca diyor ki, “1986-2020 arasındaki 70 milyar dolarlık özelleştirmenin 62 milyarı AKP döneminde yapılmış” (23 Ekim 2021, cumhuriyet.com.tr)
Maşallah, KİT’lerin satışının neredeyse yüzde 90’ı.
“Satan cumhuriyet” unvanını hak etmiş.
* * *
Bilindiği gibi 24 Ocak 1980 “istikrar kararları” ile IMF-DB eliyle dayatılan ve 12 Eylül 1980 darbesiyle yürürlüğe konan neo-liberal rejim, Atatürk Cumhuriyeti döneminde “İktisadi Devlet Teşekkülleri”, daha sonra 1970’lerde Kamu İktisadi Teşekkülleri” adı verilen KİT’leri satın, özelleştirin talimatı vermişti.
Çoğu “satan cumhuriyet” tarafından yerine getirilmiş.
İMF-DB’nın 40 yıldır KİT’leri hayatınızdan çıkarın talimatı, son 20 yılda “satan cumhuriyet” tarafından üstün bir gayretle fiilen yerine getirilmişken, şimdi KİT’lerden bahsetmenin gereği ne?
Açmaya çalışayım.
* * *
Son birkaç yıldır üreticisinden tüketicisine kadar, hayatımızın dövizden ne kadar etkilendiğini görmeyenimiz yok neredeyse.
Ancak yaygın eğilim, bu döviz bağımlılığını, mamul madde ithalatıyla; fasulye, nohut, et, saman vb. ithalatındaki artış ile izah etme yönünde.
Oysa, AKP’nin imtiyazlı ithalatçı tüccarları tarafından yapılan mamul ürünler ithalatı bugün varsa yarın bir iktidar-politika değişikliğinde ortadan kaldırılabilir.
Daha derinde bir sistemik problem var.
Sanayinin her sektöründe bu var da, buna bir köşe yazısının yeri yetmez. Hem tüketici olarak, giderek yoksullaşan soframızı, hem de temel gıdalarımızın üreticisi çiftçimizi yakından ilgilendiren bir sektörden taze bir veriye dikkat çekmek isterim.
Gıda; yaşamımızın temel girdisi. Tarım sektörünün de çıktısı.
Tarımın en temel girdilerinden, en önemli maliyet unsurlarından birisi gübre.
TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar’ın verdiği bilgiye göre, 7 firma tarafından yapılan “yerli” üretim, gübre tüketiminin yüzde 65’ini karşılıyor. Ne güzel değil mi?
Ama burada yerli ifadesini tırnak içinde (“”) kullandım?
Çünkü; Bayraktar der ki, gübrede “yerli üretim ham madde açısından yüzde 80-85 oranında dışa bağımlı”. (1 Ekim 2021, sozcu.com.tr)
Yani “yerli üretim” gübrenin girdi maliyeti de çok yüksek oranda dövize bağımlı, Türk Lirasına değil.
Yani dünya piyasalarında mal fiyatları dolar cinsinden yerinde saysa bile (ki artıyor), “yerli” gübrenin çiftçimize maliyeti, doların TL karşısında değer kazandığı her gün daha daha yüksek olacak. Ürününü TL ile satan çiftçinin dolar karşısında endişelenmesi bundan.
Tarımım gübre, ilaç, aşı gibi girdileri kimya sanayisinin çıktıları.
Türkiye’nin kimya sanayisi ise o “yüzde 80-85” gübre hammadde girdisini ikame edebilecek ve onu döviz bağımlılığından kurtarabilecek bir üretici güçten uzak. Kimya sektörü de muhtac’ı himmet. Sektörün kendi girdileri de TL’ye değil dövize bağımlı. Zincirleme yani.
Bugün, sanayimizin her sektöründeki durum, üç aşağı beş yukarı böyle.
* * *
Üretimin dövize bağımlılığını düşürecek, gerçekten yerli hammadde üreterek onu ağırlıkla milli paramıza dayanır duruma yükseltecek yatırımlar içinse, bizde devlet eliyle KİT yatırımları dışında başka bir yol henüz bulunmuş değil.
Atatürk Cumhuriyetinin başardığı, 1946’dan sonrakilerin başaramadığı da bu.
Onun için KİT’leri yapan Atatürk Cumhuriyeti, planlı sanayileşme yoluna girdiği 1930-1946 arasında (1938 hariç) her yıl dış ticaret fazlası vermiş. Yani döviz kazandırmış.
KİT’leri satan AKP döneminde ise dış ticaret fazlası görülmemiş bir şey.
Hep açık veren, döviz kaybettiren bir dış ticaret.
Onun için, Atatürk Cumhuriyetinde, “Devalüasyona başvurulmadı. Türk Lirası’nın değeri korundu. 1930’da bir dolar 2,12 lira, 1939’da bir dolar 1,28 liraydı” (Sinan Meydan, 18 Ekim 2021, sozcu.com.tr)
AKP’li son 9 yılda ise; 2012 Ekiminde 2 TL’nin altında, 2021 Ekim’de 9 TL’nin üzerinde!
* * *
Yapan Cumhuriyet, Atatürk Cumhuriyeti, imkânsızlıklar içinde nasıl yoktan var etmiş biliniyor. Kuruluşunun 98. Yılında bir daha analım.
Atatürk Cumhuriyeti, Osmanlı’dan “ufak sanayi işletmeleri hariç 4 fabrika, 85 milyon altın liraya yakın dış borç, .. yüzde 70’i salgın hastalıklarla pençeleşen, yüzde 10’u bile okur-yazar olmayan 13 milyon bir nüfus” devraldı. (S. Meydan)
Daha Cumhuriyet’i ilan etmemişti ki, 17 Şubat-4 Mart 1923’te, İzmir İktisat Kongresi ile emperyalizmden bağımsız bir ulusal ekonomi için kolları sıvadı.
Tohum Islah İstasyonları, Ziraat okulları, enstitüleri, “üretme ve yetiştirme çiftlikleri .. damızlık yetiştirme merkezleri, serum ve aşı kurumları ..”, 1926’da şeker fabrikaları, Kayseri Uçak Fabrikası kuruldu. (S. Meydan)
1929 küresel buhranında bağımsız ekonominin yitip gitme tehlikesini önleyecek çok cesur bir sanayi atılımını göze aldı. 1933’te hazırladığı Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile, gıda, dokuma, kimya, demir çelik, kâğıt, madencilik vb. pek çok sektörde İktisadi Devlet Teşekkülleri kurarak ulusal ekonomiyi güçlendiren; dışa bağımlılığı her geçen gün daha da azaltan sanayi atılımlarını başardı.
Işıl Özgentürk, Cumhuriyet’teki köşesinde, gıdadan havacılığa, dokumadan demir-çeliğe, madencilikten, kimyaya kadar 41 sanayi girişimi sıralamış 1924-1938 arasındaki 14 yılda. (17 Ekim 2021)
AKP ise 20 yılda KİT namına ne varsa yok ediyor.
* * *
Cumhuriyet’in KİT’leri yapan nesli, Garp Cephesi’nin muzaffer komutanı İsmet İnönü, 1950 seçimini sandıkta kaybedince “Bu mağlubiyet benim en büyük zaferim” diyebilmiştir.
Cumhuriyet’in KİT’leri satan nesli ise, “sandıkta halk bizi seçmezse saygı duyarız” mealinde bir demokratik olgunluk göstermek yerine, muhalefete, “ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçin” diyebiliyor.
* * *
Atatürk Cumhuriyeti’nin 98. Yılı tüm Türkiye’ye kutlu olsun.
Yaptıkları, geleceğimize ışık olsun, örnek olsun.