1940’lı yıllar, halk ile kraliyet arasında uçurumların olduğu yıllardır. Kral I.Charles Stuart bolluk içinde sarayında yaşarken, halk sefaletin ortasında hayatta kalmaya çalışmaktadır. Adaletle ülkeyi yönettiğini ve halkının yanında yer aldığını söyleyen kral, aslında halkın sesini duymamakta ve krallığın nimetlerinden sadece saray soytarıları ve kraliyet ailesi faydalanmaktadır. Ülkede bir parlamento olmasına rağmen, kral onu hiçe sayıp kendi kanunları ile ülkeyi yönetmektedir.
Oliver Cromwell da parlamento üyesidir. Kralı desteklemesine ve iç savaş çıkmasını istememesine rağmen, kralın ve krallık erkânının tutumlarına göz yumamaz ve ayaklanmanın öncüsü olur. Cromwell’ın başkaldırısını tetikleyen birkaç olay olmuştur. Bunlardan biri, halka ait olan ve yasalarla belirlenen ekim alanının zorbalıkla kralın emriyle alınması ve halkın tartaklanması. Diğer bir olay ise, kilisenin yine kralın emriyle altınlarla süslenip tapınak haline getirilmesi. Ki kilisenin bu hale getirilmesine şahit olduğu sırada söylediği sözler de tarihe geçmiştir: “Tanrı, Musa'ya demedi mi: "Kendine oyma putlar yapmayacaksın ve onlara eğilmeyeceksin. Kralın canı cehenneme”.
Aynı dönemde İrlanda, İngiltere’yi tehdit etmekte, savaş naraları savurmaktadır. Ancak İngiltere’nin ordu kuracak gücü yoktur. Orduyu kurmak adına parlamentoyu para bulmak için toplanmaya çağırma düşüncesi vuku bulurken, parlamento krala karşı ayaklanmaya başlamıştır. Bunu öğrenen kraliyet, iç savaş olma ihtimalini göz önünde tutarak, düşman olduğu ve kendileri proteston bir ülke olduğu halde Katolik olan İrlanda ile gizli bir anlaşma yapma yoluna gider. Fransa ve Hollanda ile de görüşmelerde bulunur. Krallığın korunması adına birçok değer kral tarafından ayaklar altına alınır ve sadece tahttan inmemek, halkın kendisine itaatini sağlamak amacı güdülür.
İç savaş başlar ve kral bu savaş karşısında yenik düşer. Oliver Cromwell, halkın kendi seçtiği parlamento üyeleri tarafından yönetilmesinin hayalini kurarken ve bunun için mücadele ederken, parlamento üyeleri başta kral ile anlaşma yoluna gider. Cromwell, “Kralla anlaşmak için mi bu savaşı verdik! Kral İngiltere değil, İngiltere de kral değil! Burada söz konusu olan kralın yaşaması değil. İngiltere'nin yaşaması.” diyerek buna karşı çıkar ve kralın yargılanmasını talep eder. Kral, parlamentoda yargılanır ve idama mahkûm edilir.
Kralın idamından sonra uğruna mücadele ettiği hayalinin gerçekleştiğini sanan Cromwell, hemen ölümünden sonra parlamentonun yeni kral arayışı içerisine girdiğini görür ve buna karşı çıkar. Kral öldükten 6 yıl sonra, parlamento üyelerinin halk tarafından seçilmediğini, halkı gözetmediğini, kendi refahları ve parlamentoda daha fazla kalma çabası içerisine girdiklerini görünce de, askerleriyle parlamentoyu dağıtır ve üyelere şu sözleri söyler:
“Acele edin ve defolup gidin. Oturumunuzu sonlandırmaya geldim. Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim. Siz ki fitneci, fesatçı, meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışındaki her şeysiniz! Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için Tanrı'ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı? Bir parça vicdan da mı yok? Atım kadar bile dindar değilsiniz! Altın sizin yeni Tanrınız olmuş! Satılığa çıkarmadığınız bir değer bile kalmadı. Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz? Sizi çıkarcı sürüsü, bulunduğunuz bu kutsal meclisi, varlığınızla kirletiyorsunuz! Tanrının kutsadığı bu meclisi, ahlak yoksunu davranışlarınızla hırsızların ini haline çevirdiniz! Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız. Halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız, kendiniz halka en büyük dert kaynağı oldunuz! Ama ülkeniz beni asırlardan beri temizlenmemiş bu ahırı temizlemeye çağırdı! Bu gücü de bana Tanrı verdi. Bu şeytan ocağını yönetmeye geldim. Vay halinize! Şimdi derhal defolun! Acele edin rüşvetin köleleri! Acele edin, gidin! Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!”
Oliver Cromwell, ülkeyi 5 yıl boyunca yönetir ve vefat eder. O öldükten 3 yıl sonra kralın oğlu tahta geçer ve kraliyet yönetimi geri döner. Yapılan tüm mücadelelere ve bu mücadelelerde onca insan yitirilmesine rağmen.
“Tarih tekerrürden ibarettir” deyimi, sanırım burada ziyadesiyle kendisini gösteriyor. Tüm halklar aslında her dönemde benzeri şeyleri yaşıyorlar. Tıpkı bizim ülkemizde olduğu gibi.
Neo liberal politikaların izinde olan AKP iktidarı, 2002 yılından bu yana ülke yönetiminin başında. 18 yıldır sürülen saltanatta, bahsettiğim kraliyet olaylarına dair benzer örnekler görmek mümkün.18 yıldır yapılan icraatların yanında halk; adaletsizlik, eşitsizlik, ötekileştirme, sefalet, zulüm, katliam, köleleşme ile yüzleşiyor. İktidar yanlıları ve yalakaları iktidarın nimetlerinden faydalanırken, yandaş olmayanlar ve halkın payına zulüm düşüyor. Buna başkaldıranlar ise, ya zulüm görüyorlar ya da katlediliyorlar.
Tıpkı I. Charles gibi Erdoğan da, halkı adaletle yönettiğini ve halkın refahı için çalıştığını iddia ediyor. Ancak Erdoğan sarayın sefasını sürerken, halk hayatta kalma mücadelesi ile karşı karşıya kalıyor. Yine tıpkı I. Charles döneminde olduğu gibi, menfaatler gereği “Din” ve “Dini değerler” kullanılıp, halkın totalini kucaklamayan diyanet kurumu tapınaklaştırılıyor. İtaat ve köleleşme esaslı politikalar ile halk, din sosuyla uyutulmaya çalışılıyor.
Eskiden düşman görülen ülkeler ile iş birliği yapılıp halkın tepesine çökülüyor. Neo liberal politikaların esiri olan iktidara karşı koyan kim olursa olsun, sesi kısılmaya çalışılıp ezme yoluna gidiliyor. Meclisteki farklı partiler, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, avukatlar, savcılar ve daha birçok kesim, iktidar tarafından görmezden gelinip hiç sayılıyor veya muhalif oldukları için çoğu tutuklanıyor.
Geçmişte mazlum pozisyonunda olanların, gücü elde edince ne kadar zalimleştiği, mazlumdan nasıl zalim olabileceği tablosu, her olayda vuku buluyor. 18 yıldır din maskesi takan seküler bir yönetim ülkeyi kaosa boğmakta. Ancak bunu kabul etmeyen iktidar, her kaosu dış güçlere ve muhaliflere bağlayıp, kendisini soyutlayarak mağduru oynamakta. Kolonyalizmin hüküm sürdüğü ülkede, hiyerarşi ve baskı yönetimi her iş ve oluşta kendisini aklayıp kendisini ait olan suçları başkalarına yüklemekte. Konsensüs üreten herhangi bir yol izlenmemekle birlikte, çatışmalar ve ayrışmalar gün be gün ayyuka çıkmakta.
Peki, AKP iktidarı gitse ve yerine başka bir iktidar geçse değişen bir şey olacak mı? Elbette hayır. Bir kral gider, başka kral gelir. Sistem değişmediği sürece, masumiyetle gelen iktidar bile şeytanın sözcüsü olur.
Ortada çarpık/halktan yana olmayan, halkı ezip gücü elinde bulunduran, halktan ziyade kendi refahını ve devamlılığı düşünen bir sistem var. Bu sistem, iktidarı kendi kölesi yaparken, her iktidar da kendi alt kölelerini oluşturacak ve sistemdeki çürümüşlük, önce iktidara, sonra halka yansıyacaktır.
Ne kadar halkın bir kısmı, halkın menfaati doğrultusunda sistemin değişmesini arzu etse ve zaman zaman sesini yükseltse de, henüz bu sesler sistemi yıkacak seviyede değil.
Kim bilir, belki bir gün Oliver Cromwell gibi biri çıkar ve tüm ezberleri bozar. Hayalperestlik mi bu? Elbette değil. I.Charles döneminde halk da bunun hayal olduğunu düşünüyordu ama hayal gerçek oldu. Ne demişti Suphi Nejat Ağırnaslı;
“Her yürek devrimci bir hücredir!
Hayal gücü iktidara!”
Devrimci hücrelerin hayallerini iktidara taşıması umudu ile…