Gazeteciler Ahmet Nesin ve Serdar Öztürk, seçimlere sayılı günler kala partilerin aday belirleme stratejilerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Gazeteciler Ahmet Nesin ve Serdar Öztürk'ün seçim sürecine ve partilerin aday belirleme stratejilerine dair yaptığı değerlendirmeler, Türkiye'nin siyasi atmosferinin ne kadar dinamik ve karmaşık olduğunu gözler önüne seriyor.
Nesin, sürekli seçim gündeminin hakim olduğunu ve partilerin aday tanıtımlarının seçime kadar sürebileceğini belirtirken, Öztürk, adayların son dakikaya kadar stratejilerini belirleyebileceklerini ifade etti.
İYİ Parti ve CHP arasındaki dinamikler, özellikle Meral Akşener'in tutumları, tartışmalara yol açıyor. Öztürk, Akşener'in duygusal bir anını ve bu durumun altında yatan baskıyı yorumlarken, Nesin, Akşener'in samimiyetini sorguladı.
Ahmet Nesin, “Seçim dışında bir şey konuşamaz olduk ya. Halbuki Türkiye'de neler oluyor yani uzun zamandır seçim konuşuyoruz. CHP ve İYİ Parti adaylarını tanıttı. Aday tanıtımı bitmeden herhalde seçim bitecek gibi geliyor bana”
Serdar Öztürk, “Yani bütün numaralarını Salı günü akşam on yediye kadar yani saat on yediye kadar yapabilirler. On yediden sonra bir işi yapamazlar. Top yüksek seçim kuruluna geçiyor çünkü”
Ahmet Nesin, “Ondan sonra da hastalandı, şöyle oldu, böyle oldu diye yok mu? Milletvekilliğinde var çünkü”
Aday listelerinin YSK’ya iletilmesi sonrası itiraz durumuna değinen Serdar Öztürk, “Onun bir süresi vardır mutlaka itiraz ve itiraz sonucuna göre çünkü YSK da bazı adaylıklara itiraz edebiliyor. Onun yerine yeni bir aday bildirme olabilir. Onu da hesaba katarsak önlerinde bir on, on beş gün daha var demek ki.” Dedi. Ahmet Nesin de “DEM’in Diyarbakır adaylarını gözaltına almak istedi ya. Yani adayken ima etti bak. Yani sana kayyum getirebilirim gibi bir imada bulundu yani.” İfadelerine yer verdi.
Meral Akşener’in İmamoğlu için “Kardeşim” dediğini hatırlatan Serdar Öztürk, “İYİ Parti'de benim en çok dikkatimi çeken Meral Akşener'in yine nedir kardeşim mi diyordu? Kardeşim diyordu herhalde. Kardeşim dediği Ekrem İmamoğlu'ndan yine yüklenmesiydi. İsim vermesine gerek yok ki. Arada bir İstanbul'a gelip belediyeyi yöneten deyince kimi dediği anlaşılıyor zaten yani.” Derken Ahmet Nesin, “Niye isim vermiyorsun yani çekineceğin de bunu da anlamış değilim. Bu mesajı kime vermeye çalışıyor onu da anlamış değilim. Bunun politika zannediyorlar herhalde yani. Garip bir şey” ifadelerini kullandı.
“Meral hanımın ne kadar baskı altında olduğunu gösteriyor”
Meral Akşener’in grup toplantısında türkü dinletip ağlamasına değinen Serdar Öztürk, “Ama ben geçen haftaki şeyi de biri yani uzman birinin değerlendirmesi lazım. Meral Akşener'in grup toplantısında bir laf ile türkü dinlettirip sonra da hüngür hüngür ağlamasını. Bu öyle bir tuhaf bir hal gibi geldi ki bana. Birdenbire hani böyle çok baskı altında olan insanlar olur. Gerçekten ne yapacaklarını bilemezler. Böyle bir öfke patlaması mı denir ona? Yani psikologlar daha iyi bilirler o işi. Öyle bir şey gibi hissettim ben birdenbire böyle. Bu da Meral Hanım'ın ne kadar baskı altında olduğunu göstermesi açısından önemli gibi geldi bana. Ama dediğim gibi onu uzmanlar dese daha iyi olur diye düşünüyorum.” Dedi.
Ahmet Nesin, “Artist olamazmış yani o kesin. Bu kadar kötü rol yapılamaz yani” diye cevap verirken Serdar Öztürk de şöyle yorumladı:
“Yani işte rol mü yapıyordu? Acaba yoksa içinde bir ani bir patlama mı oldu böyle? Bir psikolojik kestiremiyorum yani. Rol yapıyorsa da evet dediğiniz gibi kötü bir rolde ama ben yani kişisel kanaatim rolden çok sıkışmışlık gibi geldi bana. Bunu şeyle birleştirdim anımsarsınız Meral Akşener İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemde de böyle bir buna benzer bir iki tane patlaması olmuştu. Özellikle Susurluk konusunda Türkiye'nin İçişleri Bakanlığı üzerinden iktidarın Tansu Çiller'in özellikle çok eleştirdiği dönemde bunu yapmıştı. Hatta yanlış anımsamıyorsam o zaman Emniyet Genel Müdürü, eski İzmir Valisiydi, Alaattin Yüksel Bir gece yarısı onun kapısını kırıp makam odasını içine girmişti yani. Bir de böyle kamera falan. Yani böyle çok fevri tepkiler verdiği, geçmişte de örnekler vardı. O yüzden Meral Akşener'in bu tepkisi bana biraz kendi politik anlayışı ve kişiliğinden kaynaklanıyormuş. Yani çünkü ağlamak orada ağlamanın bir oy getireceğini çok düşünmüyorum grup toplantısında. Çünkü politik olarak bulunduğu yer zaten hem kendi seçmeni hem de diğer seçmen açısından yakından izleniyor bana göre. Bence seçmen bir haftadır onu izliyorum. Bence seçmen tavrı biraz değişti Türkiye'de. Yani özellikle herhalde bu adaylıklar açıklanıp iyice seçim sürecine girilmesiyle ilgili seçmen tavrını belli etmiyor.”
“Seçmen B’ye oy vermek isterken C’ye oy veriyor”
Partilerin aday belirlemede değişik bir süreç yaşadığını aktaran Ahmet Nesin, “Hayır ama şimdi nasıl belli etsin seçmen taban kadar olmasa da, kadro kadar olmasa da bir partiye gönül koyuyor. En azından o seçimlik seçmen odur. Seçmen değişir çünkü. Ama o seçim için o partiye gönül koyuyor. Atıyorum A partilisin, B partiye oy vermeyeceksin. Ama bir bakıyorsun A parti, B partinin bir eski adayını göstermiş. Yani seçmen A partiye vermek isterken tekrar B partiye veriyor. B partiye vermek isteyen C parti partiden bir aday istemezken C partiye veriyor. Herkesin birbirinden adayı var ya” dedi.
“İYİ Parti ara durak”
AKP’nin seçmeninin CHP’ye oy vermediğini hatırlatan Serdar Öztürk, “Yani bunu niye böyle yapıyorlar? Gerçekten şaşırıyorum. Çünkü Türkiye'de yapılmış daha önce konuşmuşuzdur belki bir seçmen anketi var. Seçmen profili ya bu anketin bana göre en önemli sonucu şu. AKP'nin seçmeni CHP'ye geçmiyor. Tersi de geçerli. Bir ara parti arıyor. Daha liberal ya da işte sosyal demokrat biraz daha bir parti arıyor. Yani CHP'nin seçmen CHP'ye kızıp gidip AKP'ye oy vermiyor. Ha keza AKP'nin seçmeni de öyle. Aslında İYİ Parti böyle bir duraktı. Ara duraktı. Yani hem AKP'ye kızan hem CHP'ye kızanların bir nevi destekleyebileceği ara geçiş olarak destekleyebileceği bir partiydi. Bunu göremiyorum. Bu sanırım genel merkezin tavrından. Örneğin İzmir adayı Ümit Özlale böyle İzmirli'ye çok da yabancı gelen bir tavırda biri değil. Yani hem okuduğu okullara baktığınızda hem kariyeri, hem yaşantısına baktığınızda seküler bitip ama işin içinde hiç yok. Ona karşı işte AKP'nin adayı Hamza Dağ'da uzun süre gençlik kollarından bu yana siyasetin içinde. O da mümkün olduğu kadar afişlerinde AKP'nin amblemini logosunu kullanmamaya çalışıyor. Böyle bir seçim sürdürülüyor. Geçen bir anket yayınlanmıştı. Ben bunu yani İzmir'e herkes merak eder. En azından CHP'nin kalesinde ne oluyor diye söyleyeyim. Dört puan falan AKP'yle CHP arasında bir fark görünüyor. Ama benim için orada dikkat çeken şuydu. Hangisi daha iyi idare eder İzmir'i diye bir soru sormuşlar. AKP'nin adayının ve CHP'nin adayının ismini vererek sorulmuş bu. O aradaki fark binde dokuza düşmüş. Ya o yani yüzde birin altında” ifadelerine yer verdi.
Ahmet Nesin, “O onda şunun payı olabilir mi? AKP kendi belediye başkanları seçildiğinde o ile çok ciddi maddi yardımda bulunuluyor ama diğer tarafta kesiyor. O yani gene CHP'ye vereceğiz ama AKP'li olsaydı mantığı ondan dolayı seçmeni değişik cevap vermeye itebilir mi?” dedi.
Serdar Öztürk, “Yani mümkündür ama İzmir seçmeni bunu çok uzun yıllardır yaşadığı için yeni yaşamıyor bunu. Yani iki bin ikiden bu yana hani AKP'nin iktidarından bu yana hiçbir zaman AKP'li bir belediye başkanı olmadı büyükşehirde. İlçelerde oldu kimi zaman. İzmir için daha önce konuşmuştuk. Burada bir AKP karşıtlığı var. Yani CHP’li olmaktan öte bir şey. O yüzden bu AKP karşıtlığı nedeniyle insanların bu detayı düşündüğünü çok sanmıyorum oy vermeye giderken. Ama mesela Ümit Özlaleyi’de tercih etmiyor İYİ Parti'nin adayını. Yani o da ilginç geldi bana. Yani CHP'nin bir küskün seçmeni var, doğrudur. Gerek aday tercihinden, gerekse partinin genel politikasından bir kırgınlık kurultaydan bu yana yaşanan bir kırgınlık var. Gittikçe derinleşiyor ama onun mesela İYİ Parti adayına yaradığını görmüyorum şu anda sahada. Onun ismi daha ön plana çıkmıyor. Halbuki en az CHP'nin adayı kadar. O da liberal diyebileceğimiz bir kişilik yani. Buradaki farkı ben dediğim gibi daha önce seçmenin sandığa gitmeyerek cezalandırma olasılığının yüksek olduğunu düşünüyorum. Ben yine kişisel olarak CHP'nin İzmir'de en azından büyükşehirde ve büyükşehrin hemen çeperindeki ilçelerde çok fazla riski olmadığını, bir puanla da olsa seçimi önde bitireceğini düşünüyorum ama CHP'lilerin CHP'lilere ettiğini de kimse etmiyor. Önceki gün bir şey oldu. Çarşıda işte arkadaşlarla oturuyorduk. Bir mesaj geldi. Büyükşehirden bir açıklama Mevcut Büyükşehir'den Tunç Soyer'den şey aday olarak gösterilmedi. Başka biri gösterildi. Şimdi Aziz Kocaoğlu döneminde bir doksan dakika uygulaması vardı İzmir'de. Yani doksan dakika içinde ilk binişte ücret ödüyordunuz. Sonraki binişlerde ücret ödemiyordunuz. Onu Aziz Kocaoğlu son döneminde kademeli hale getirmişti ve biniş sayısını biraz kısıtlamıştı. Öyle yürüyordu. Cumartesi günüydü. Cumartesi günü dün yani mevcut belediye başkanı aday gösterilmeyen belediye başkanı bunun yüz yirmi dakikaya çıkarıldı ve tamamen ücretsiz olduğunu yani kademeliği de kaldırdığını açıkladı. Şimdi hani evi boşaltırken kapısını penceresini kırmak gibi bir şey geldi bu bana. Evet halk için belki ilk bakışta olumlu bir şeymiş gibi görünüyor ama gelecek belediye Başkanını zorda bırakacak bir şey. Sonuçta gelecek belediye başkanı bunu değiştiremeyecek. En azından bir süre değiştiremeyecek. E bu değiştiremediğiniz zaman sonuçta o otobüsler işte Esot'un otobüsleri ve otobüslerin Esat'ın bütçesi sonuçta büyükşehirin bütçesine dahil ya da oradan işlem görüyor. Eshot'u zarara büyüyecek. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin bu sefer Eshot'a katkısı artacak doğal olarak. O katkı artınca oraya aktardığınız parayla başka bir hizmeti yapamıyor olacaksınız. Yani aslında kendi ceplerinden bir şey vermiyorlar Sonuçta halktan toplanan vergileri böyle kullanıyorlar. Bu doğru mu değil mi? Bunu tartışmak yani İzmirlinin işidir ama ilk bakışta bu tabii bir nasıl diyeyim? Memnuniyetle karşılandı. O yüz yirmi dakika ücretsiz bineceğiz diyen ama şunu da biliyoruz ki bu belediye meclisi toplantılarında gündeme gelmişti daha önce. İnsanlar nasılsa yüz yirmi dakika ücretsiz diye bütün İzmir'i gezdiklerini biliyoruz otobüsle ya da başka ulaşım araçlarıyla. Yani bunun ne tür bir yararı var ya da bunu kötüye kullanımı nasıl oluyor? Bu konuda yani tartışmalar sürüyor. Ama mevcut belediye başkanlarının ki biz siyasette, yani siz de sanıyorum buna katılırsınız. Son üç ayda işte bu seçime yaklaşırken mevcut belediye başkanları pek bir şey yapmazlar. Yani en azından gelecek yönetimin karar vermesi gereken konularda pek adım atmazlar ki sıkıntı olmasın diye. Örneğin seçimlere üç ay kala beş yıllık bir ihaleye çıkmazlar. Ama işte bu Türkiye'de son bir iki seçimde olmaya başladı. Özellikle AKP'li belediyeler seçimi kaybedeceklerini anladıklarında kendileri yerine gelecek. diyelim ki CHP'li ya da başka bir siyasi partinin belediye başkanını ekonomik olarak zorda bırakmak için böyle şeyler yapıyorlardı yani. Bütçeyi bir biçimde kendileri daha önceden sanki bloke etme çabasına giriyorlar Şimdi bu CHP'li belediye tarafından yapılınca biraz garipsedim ama halk tarafından bakınca vatandaş tarafından bakınca elbette yüz yirmi dakika normal yani iyi bir şey, kötü bir şey değil. Ama gelecek belediye başkanı bunu ne yapacak? Şimdiden hesaplaması lazım, hesap kitabını yapması lazım.” Dedi.
“Anketlere güvenemiyorum”
Ahmet Nesin Türkiye’de yapılan anketlerin sonuçlarının farklı çıktığını hatırlatarak, “Anket dedin de anket olayları bana Türkiye'de ya bazı anketler, bir sürü ankete güvenemiyorum da. Çünkü aynı anketi, aynı yaş grubuyla, aynı Kadın erkek sayısıyla iki ayrı mahallede yapsan birisinden karşına İsveç çıkar, birisinden Suudi Arabistan Riyad çıkabilir. Yani Türkiye'deki anketler o yüzden bana pek sağlıklı gelmiyor. Şimdi bu anketlerden bir tanesi birkaç firma yaptı bunu pek yansımadı basına. Yani yansıdı da halkın çok ilgisini çekmedi. Soru şu. Bir Kürt komşunuz, bir Ermeni komşunuz, bir Rum komşunuz olmasını ister misiniz falan diye. Yüzde altmış beş, yetmiş istemeyiz diye çıktı. Bu yüzde altmış beş, yüzde yetmiş gibi bir rakam çıkmış olsa bunun sonucu bana bir askerle PKK arasındaki savaşın dışında bir mahalle kavgasına dönüşür gibi geliyor. Çünkü altmış yetmiş rakamı öyle az, biz bir rakam değil altmış beş yetmiş. Bu hiçbir zaman Türk Kürt kavgasına dönüşmedi. Kürt Ermeni kavgasına dönüşmedi. Derin devlet işte altı yedi Eylül gibi çomak sokmadıysa ya da işte ne bileyim ben Maraş gibi Sivas gibi Sivas'tan kastım, Maraş öncesi Sivas'ı gibi derin devlet çomak sokmadıysa bu hiç olmuyor. Halbuki o sonuca göre olması lazım. Yani devlete gerek almadan bunun yapılması lazım. Ya hoş bir şey değil ama öyle olur yani. Oturmazsın onunla beraber.” Dedi.
Serdar Öztürk, de “Bunu yani kişisel olarak şöyle bir tecrübe söyleyebilirim. Benim gençliğimde Ermeni arkadaşlarım vardı. Sınıf arkadaşlarım da ailelerin de bildiğim, kendilerini tabii daha yakından bildiğim çokta nefis insanlardı. Hiçbir sıkıntı olmadı ama biz onun hiçbir zaman Ermeniliğini birinci planı getirmezdik. İsimlerinden dolayı bilmiyorduk da. Bir ya da iki sene önce yine bir yerdeydim. Bir aşure dağıtılıyordu. Birisi bir kadıncağız aşure veriyordu. Yani bir apartmanda geçiyor bu olay. İşte ben aldım. Yani aşureyi getirmiş. Teşekkür ettim falan. Hani bizde de bir gelenek var ya. Gelen tabak boş geri gönderilmesi falan diye böyle neyse. Öyle bir gelenek. Biri beni uyardı. Ne oldu dedim. Ya o dedi şey aşureyi getiren dedi Alevi'dir dedi. Pek onların elinden yemek gelmez dedi. Niye dedim nereden çıktı bu? Ben gerçekten çok şaşırdım. Yani hayatımda böyle bir şey görmedim. Duymadım bugüne kadar. Dedim ya Ermeni arkadaşlarım vardı. Beraber sınıftaydık, gülerdik, oynardık. Hatta babası mükemmel terziydi. Ben üç düğmeli ceketleri onların sayesinde gördüm. Son derece şık, keyifli insanlardı. Ya ben bunu şunun için söylüyorum toplumdaki bu gerginlik doğrudur. İktidarın da gazlamasıyla diyeyim bir noktaya gelmiş durumda ama patlama noktası değil bu. Yani o onun toplumsal karşılığı henüz toplumdaki bu kutuplaşmayı bir çatışmaya dönüştürecek durumda değil. Belki de toplumun sağduyusu demek lazım. Yani azınlıktalar hala diye düşünmek lazım. Kendi aralarında böyle konuştuklarını biliyorum. Yani bunu şuradan biliyorum. Şimdi ben memleketi Ünye ya. Şimdi Orda belediye başkanı adayı Gürcü de çok. Belediye başkanı adayıyla ilgili konuşurken Gürcü değil diyorlar. Ben Gürcü değilse değil dedim. Ne oluyor yani?” şeklinde konuştu.
“CHP aday açıklarken heyecan yoktu”
Millet İttifakının dağılmasında suçlandığını söyleyen Ahmet Nesin, “Millet İttifakı'nın da bu amaçla devlet tarafından bu kadar anlaşıyorlarmış oyunuyla kurulduğunda. Bundan dolayı söyledim de yani. Bir Kürt ve Dersimlinin önlenmesi için destekleniyormuş numaralarıyla. Üç gün kala masadan kalkıp her şeyi altüst edip ve sanki masadan kalkan Kılıçdaroğlu'ymuş gibi bir de o suçlu oldu” dedi.
Serdar Öztürk de, “Evet yani şu gün itibariyle geldiğimiz noktaya bakarsak CHP'de işte bugün aday tanıtımında da gördük. Ciddi bir salonda şey var boşluk var yani salon da olmamış. Oradaki izleyen gazetecilerin bir ikisiyle görüşme fırsatım oldu heyecan yok. Heyecan yok.” Diye ifade etti.
CHP’nin aday açıklamasında Lütfü Savaş’ın salona gelmediğini söyleyen Ahmet Nesin, “Esasında ilginç bir önerim var. CHP beni dinler mi sanmıyorum ama şimdi Lütfü Savaş salona gelmedi. Giresun'dan sonra Hangi şey geliyor ama G harfinden sonra Hatay okunmadı. Tanıtımda. Ve Lütfü Savaş'ta salonda değil. Önerim madem İstanbul'da da bu kadar sıkıntı çıktı. Ekrem İmamoğlu'nu Hatay'a verseler nasıl olur yoksa sende bir isim var mı?” dedi.
CHP’nin Hatay’daki sürece ilişkin yapabileceklerine değinen Serdar Öztürk de, “Ekrem İmamoğlu'nu Hatay'a verirlerse çifte kazanç sahibi olur CHP yönetimi. Hem İstanbul'u kaybetmiş olur, hem Ekrem İmamoğlu'nun siyaseten gömmüş olur. Öyle kaybetmiş olur. Hatayı da kaybetmiş olur. Böylelikle giderler. Evet bende bir isim var. Yavaş yavaş kamuoyunda dillendirilmeye başladı ama ne derece doğru bilmiyorum. Eski yani SHP döneminin DYP'yle yani Tansu Çiller'in lideri olduğu koalisyon kurduğu dönemde Sanayi Bakanı olarak görev yapan ve üç dönemde Hatay milletvekili olarak görev yapan Mehmet Dönen'in ismi geçiyor şu anda. Tabii Mehmet Dönen'in yani oldukça da hani bu CHP'nin değişim ve gençleştirme projesine pek uygun değil gibi görünüyor ama bence bu işin önü atılıyor ama başkaları da olabilir. Çünkü ya bunu daha önce söyledim. Bu değiştirme süreci geçti. CHP şu anda Ekrem İmamoğlu'nu da alıp İstanbul'dan Hatay'a koy bu saatten sonra kaybedecekmiş gibi görünüyor. Bunun bir tek yolu var bence. Eğer Cumhur İttifakı'nın adayının kazanmaması isteniyorsa CHP aday çıkarmayacak. İşte belki konuşuruz daha ayrıntı Partiyle yaptığı birtakım kent birliktelikleri var. Cumhuriyet Halk Partisi adayının kazanma olasılığı yok. Bana göre. Ya gidecekler işte sağcının biraz yumuşak sağcısı. Türkiye İşçi Partisi'nin adayı. Gökhan Zan'ı destekleyecekler. Ya da benim aklıma gelen formül Siz bundan aday çıkarın. Biz de aday çıkarmayıp sizi destekleyelim. Ama bir taraftan da Türkiye İşçi Partisiyle görüşüp Gökhan Zan'ın adaylığını artık iptal mi edecekler? Vermeyecekler mi? Ya da desteklemeyecekler mi?” dedi.
“Gökhan Zan’ın bir şansı yok”
Gökhan Zan’ın Hatay’da seçim kazanma şansı olmadığını söyleyen Ahmet Nesin, “Ne yapacaklarsa bu Gökhan'ın başına gelenler Evet, ikinci defa kalesinde bir gol görmüş olacak. CHP, aday çıkartmasa da Gökhan Zan'ın bir şansı yok. Çünkü bana göre tabii yani. Gökhan Zan'ın tipten aday olarak açıklanmasına karşı çıktım o ayrı mesele. Ama seçilemez diye belli bir kesim Gökhan Özal'a oy verecek ama seçilme noktasında o seçmen Gökhan Zan'dan vazgeçip AKP'ye oy verin. Neden? Şimdi bir futbolcuya belediye başkanı olursa ne yapar sorusu var yani. Bu soruyu yüzde beş kafasında soru işareti olarak koyduğunda yüzde beş köken sana vermeyecek. O yüzde beş gidip AKP'ye ölecek. Fark yüzde on demektir” dedi.
“CHP yönetimi ilk hatayı Hatay ile yaptı”
Serdar Öztürk de “Ben buna bir ekleme yapmak istiyorum. Erdoğan'ın iki yerde yaptığı konuşmada çok bilerek, isteyerek tehdidi var seçmeni. Bunlardan birisi Hatay, birisi de Ordu. Ordu. Hatay'daki tehdidin ya Erdoğan'ın bunu bilerek yaptığını düşünenlerdenim. Bu tehdidin. Ve bu Hatay'da tutacağını düşünüyorum. Şimdi Erdoğan niye bunu bilerek yaptı diyorum? Ordu'da da yapmasının nedeni aslında benzeri bir şey. Çünkü Ordu'da İYİ Parti'nin büyükşehir adayı Erdoğan'ın görevden aldığı özellikle Emine Hanım'a çok yakın olduğu bilinen bir isim. Ve ciddi bir rekabet ortamı oluştu orada Ordu'da. Erdoğan için önemli bir isimdi. Yani Hani Erdoğan'ın birlikte siyaset yaptığı, ailecek görüştüğü bir isimdi. Şimdi onun tamam şart değil tamam tamam. Zaten hatırlamadığım için arada ismini hiç biz yanlış olmasın diye. Daha önce de çalışmadığım için bunu şimdiden şimdi aklıma geldiği için. Ama şöyle bir şey var. İki yer bile söylemesi Erdoğan'ın muhtemelen iki yerde de anket sonuçlarına bakıp böyle bir tehdit dilini kullanmasının etkili olacağını ona düşündürmüş. Yani Erdoğan ağzından o cuma günleri cami çıkışında söylediği sözlerden değil bu. Bilerek yaptığı bir söz, kullandığı bir söz. Onu başka nerelerde kullanacağız? Kullanacak bilemiyorum ama ben İstanbul'da da kullanma olasılığını yüksek görüyorum. Çünkü daha önceki seçimlerde de izleyenler anımsar. İşte Sisi'ye mi oy vereceksiniz? Yoksa Binali'ye mi? demişti. Şimdi ortalıkta Binali yok. Sisi de en yakın arkadaşı. O yüzden Erdoğan'ın bu çıkışlarını ben öyle tesadüf falan görmüyorum. Görmediğim gibi önemsiyor demek ki Bir Hatay'da bir Ordu'da kullandı. Şimdi Hatay'a geri dönecek olursak, Gökhan Zan'ın belediye başkanı hani futbolcudan belediye başkanı olur mu? Bunun ötesinde bir şey var. Şimdi Lütfü Savaş yıllardır belediyede bir bürokratik kadro oluşturmuş durumda. Yani biz Lütfü Savaş'ı bugün CHP'nin adayı olarak tartışıyoruz ama sonuçta Lütfü Savaş köken olarak AKP'li. Yani onun için orada oluşturduğu bir kadro var. Bir defa yeni gelecek yani seçilecek belediye başkanının bürokrasiyle ilgili ilk en azından ilk bir yıl ciddi problemleri olur. Hatay'ın da çok acil ihtiyaçları var. AKP'li gelirse Erdoğan'ın söylediğine göre işte halkı biraz o yönde tehdit ediyor bence. Yani size para vermem ama benimki benim adayımı seçerseniz yani AKP'li bir adayı seçerseniz size para yağdırırım Diye. Ben bunun etkili olacağını düşünüyorum. O yüzden dedim. Hatay'da eğer hem sol hem sosyal demokratlar birleşip bir adayın etrafında bir araya gelemezlerse ve gerçekten AKP'nin ve Erdoğan'ın bu söylemini tersine kullanıp böyle bir propaganda biçimi geliştirmez iseler CHP'nin adayının ya da diğer muhalefet adaylarının bana göre kazanma şansı yok. Hatta milletvekili seçimlerinde olduğu gibi o o gece televizyon başında hayretle izleriz yani. Çünkü milletvekili seçimlerinde de bu taktik tuttu. Onu söyleyeyim yani. Hatay'dan muhalefet istediği şeyi alamadı. Yani Erdoğan istediğini aldı. Öyle diyeyim. o yüzden ben Hatay'da bunun Erdoğan tarafından bilerek söylendiğini, Lütfü Savaş'ın şimdiye kadar çok savundu CHP Anket yaptık dedi. Beş kere anket yaptık. E peki beş kere anket yaptınız ismi şimdi niye değiştiriyorsunuz? Anketler mi azaldı? Ya da anket sonuçları düşük mü gelmeye başladı? Ne oldu da bir anda üç yüz savaş? Toplumsal tepki nedeniyle böyle bir karar almaya zor. Onu da CHP yönetimi. Yani ben şöyle bir şey olursa şaşırmam. Bir söz vardır Cumhuriyet Halk Partisi'nde işte genel başkanlık on dördüncü katta. Bütün listeler hazırlanır oradan. İşte birilerinin eline verilir. YSK'ya teslim edilecektir listeler. Asansörde bir liste çıkabilir. Asansör on dördüncü kattan zemin kata inene kadar listelerin değiştiğine tanık olanlar var. Ya da Yüksek Seçim Kurulu'na teslim edilene kadar listelerin değiştirildiğine tanık olanlar var. Hatta il bazında geçmişte oldu bu İzmir'de ilçe başkanının yönetimde anlaşıp bir liste oluşturduğunu sonra seçim kuruluna belediye meclis üyelerinin, seçim kuruluna teslim etmeye giderken yolda kendi listesini değiştirip onu teslim ettiğini ve ertesi gün müthiş tartışmalar yaşandığına tanık oldum. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi'nde ben iki gün sonra çünkü kesin o artık YSK'ya bildirilecek. Lütfü Savaş'ın ismini yeniden görürsek çok şaşırmam. Ama CHP bence bu yönetim yani Özgür Özel yönetimi ilk seçiminde girdiği ilk seçiminde en büyük hatayı Hatay ile yaptı ve bir biçimde bunun bedelini başka bölgelerde de ödeyecek gibi geliyor. Yani bakmayın o değişim şeyine falan. Ben ciddi bir iç tepki olduğunu düşünüyorum” dedi.
“Lütfü Savaş bu saatten sonra AKP’yi destekler”
Hatay’da yaşanan sürece değinen Serdar Öztürk şöyle devam etti:
“Lütfü Savaş’la bu kadar geldiniz. Buraya kadar yol yürüdünüz. Şimdi herhangi bir sağlık neden göstermeden mantıklı bir neden göstermeden iptal ederseniz Lütfü Savaş sizinle mi çalışacak şimdi? Ya e bu şu demektir yani. Sonuçta belediyenin bürokratları dahil herkes seçmen değil mi orada? Bu gece açıklarlarsa yarın AKP Lütfi Savaş'ı gösterebilir bak. Yani bunu ben mesela böyle bir şeyi Erdoğan'ın yapacağını pek tahmin etmiyorum ama şaşırmam ama. Erdoğan onun hesabını yapmıştır gibi geliyor bana. Yani Erdoğan bu tür işlerde hesabı kitabı daha düzgün yapan Özellikle seçim işlerinde daha düzgün yapan bir örnek anlatmıştım daha önce kazanacağı ya kendisinin görevden aldığı ama bütün anketlerde kazanacağı çıkan bir belediye başkanını önce partinin yetkililerini gönderiyor. Hayır cevabı alınca kendisi arıyor. Sen mi gelirsin oraya geleyim diyor. İşte tabii karşıdaki emredersiniz efendim, yarın oradayım diyor. İstanbul'un bir ilçesiydi, hatırlamıyorum şimdi. Böyle bir evet. E hikaye var reddedilmeyen. Şimdi Erdoğan yani bütün siyasi hayatı zaten Pragmatist. O yüzden Erdoğan'ın Lütfü Savaş'ın adaylığı karşı mutlaka geliştirdiği bir taktik vardır. Ha Lütfü Savaş bu saatten sonra CHP'yi mi destekler, AKP'yi mi destekler derseniz, bence AKP'yi destekler. Niye? En kötü ihtimal dersiniz ki iktidar olarak, senin görev yaptığın süre boyunca belediyenin hiçbir işlemini Hukuki bir soruşturmadan geçirmeyeceğim dersiniz, biter. Zaten o da kaybedeceğini biliyordur. Çünkü belediye başkanlarının çoğunun en büyük korkusu odur. Belediye başkanlığından düştükten sonra haklarında açılan soruşturmadır. O yüzden Lütfü Savaş'ın tamam deyip en azından AKP'ye de destek vermese bile CHP için çalışmayacağını hepimiz biliyoruz yani. Ben Lütfü Savaş'ı Olsam ki herkes böyle düşünmekte haklı. Ya beni bu kadar oyaladınız. Bu saatten sonra da aday yapmaz iseniz diyen benim yerime başka birini aday yaparsanız benim kapıma gelmeyin bir daha derim. Ben Mahir Başaran'ın bu aday toplantısında bir televizyon kanal yaptığı konuşmayı dinledim. O konuşmaya göre sanki değişmeyecek izlenimi geldi bana.”
“İzmir’deki su fiyatlarındaki artış
İzmir7deki su fiyatlarının artışının arıtma tesislerinin fazlalığından oluşan maliyetler olduğuna vurgu yapan Serdar Öztürk, “Türkiye’de en fazla arıtma tesisi olan il İzmir. Bu arıtma tesislerinin belediyeye çok ciddi bir maliyetler yüklüyor. Devletin bir katkısı yok. İzmir'in her tarafı yani çoğu yeri denizle çevrili olduğu için bu arıtmaları yapmak zorundasınız çünkü denize işte o atık suyu temizleyerek vermek zorundasınız. Mesela İzmir'deki şu artışının yani su fiyatlarındaki bu yüksekliğin arıtma tesislerinin getirdiği yükten kaynaklandığını söylüyor bir kısım uzman. Bunu bir yerde Gördüm. Şimdi bunu hiç kimse söylemiyor. Evet. Sonuçta bu büyük ideoloji ama. Ekolojik bir şey ve bu bir siyasi partinin ne bileyim seçim beyannamesinde olması gereken bir şey yani” dedi.
İzmir’deki arıtma tesislerinin tarihine ilişkin konuşan Ahmet Nesin, “Yüksel Çakmur bu işi yapmak istiyor. Anormal bir maliyet çıkıyor. Ve yapamıyor. Ondan sonra Ahmet Piriştina gelir gelmez işte o körfezin kirli suyu kokusu falan filan onun için işte o girişteki Dalyan, Dalyan suyun gelgitini önlüyor falan bir sürü şey var. Arıtma tesisi raporunu istiyor. Yüksel Çakmur Arıtma Tesisi raporunu, fizibilitesini iki yüzyıl üzerinden yapmış. İki yüz üzerinden yaptığın zamanda akıl almaz bir maliyet çıkıyor. Onun üzerine Ahmet Piriştina o sırada Kadıköy Belediyesi'nde miydi? Yoksa Antep Belediyesi'nde miydi Celal'le beraber bilemiyorum. Hasan Mani’yi İzmir'e getiriyor. Getirmiş Ona soruyor ve fizibilite raporunu ya elli yıla ya yüz yıla indirerek hemen başlıyor bu işe.” İfadelerine yer verdi.
“Yağmur suyu kanalizasyona karışmış, şimdi düzeltilmeye çalışılıyor”
Kanalizasyonla yağmur suyu kanallarının birleştirilmesinin büyük bir soruna sebep olduğunu anlatan Serdar Öztürk, “Şimdi mesela bu düzeltilmeye çalışılıyor. Kanalizasyonla yağmur suyu kanalları birleştiriliyor. Ciddi bir maliyet düşüşüne neden oluyor. Ama bir süre sonra o maliyeti artıyor, külfeti artırıyor. Çünkü yağmur suyuyla, kanalizasyon suyu karışmış oluyor. Bu sefer şehir içinde başka sorunlar çıkmaya başlıyor. Şimdi bir süredir Aziz Bey döneminde de döneminde başladı sanırım. Yeniden ayrıştırıyorlar. Yağmur suyu. Çünkü İzmir'de yağmur ciddi problemler oluyordu. Onu da çözmek için. O kanalları ayrıştırıyorlar. Yani yağmur suyu kanallarından gelen su direkt denize gidiyor. Ama kanalizasyondan gelen katı atıklar, sıvı atıklar neyse onlar arıtma tesislerine giderek tabii arıtma tesisi işletmek ciddi bir maliyet gerektiriyor” dedi.
“Priştina, dere yatağını engelleyecek yapılara izin vermedi”
Ahmet Nesin, “Yani o İzmir'de yağmur yağdığındaki o felaketin tek nedeni o değil. Çünkü gene Ahmet Priştira bir sohbetinde biliyorsun benim çok eski arkadaşımdı. Yetmiş üçten tam rakamı hatırlamayacağım ama sanıyorum yüz otuz yedi demişti. Yüz otuz yedi dere yatağının dere yatağını engelleyecek şekilde evler kooperatifler ve apartmanlar. Dediğim gibi bu çok yedi dere yatağının gideceği suyun şehre akmasına neden oluyorsun ve önlemek öyle kolay bir şey değil yani. O evleri yıkacaksın. O kooperatifleri yıkacaksın. Bunu bir kooperatifi burayı yapan diye gelip mühürlediği bir zaman konuştuk yani. Niye, niye dedim? Böyle dedi yani şey değil”
“CHP, Lütfü Savaş’ı değiştirse de değiştirmese de Hatay’ı kaybetti”
Serdar Öztürk, “Doğru çünkü yani biraz araştırmayla ortaya çıkıyor zaten, bilinen bir şey. Ben yaşadığım için söylüyorum. Ya Priştina Belediye Başkanlığı döneminde ilk döneminde işte söylediğiniz bu neden biz selde İzmir'de yedi ya da sekiz kişi hayatını kaybetmişti. Evet. Hani sel sularına kapılmışlardı. Ya bunlar teknik konular tabii uzmanları tartışılır ama politik anlamda söylüyorum ben. Yani bir belediye başkanı diyeni zorluyor. Şimdi Lütfü Savaş'a geri döneyim. Lütfü Savaş bundan sonra eğer adaylığı devam ettirilmezse CHP'ye orada seçimi kaybettirmek için çalışacak en büyük isimlerden biri. Tabii. CHP bu saatten sonra Lütfü Savaş'ı değiştirse de değiştirmese de bence Hatay'ı kaybetmiş durumda diye düşünüyorum”
“Türkiye Ekrem İmamoğlu'nun parti başkanını niye bu kadar çok konuşuyor”
Ekrem İmamoğlu’nun partinin başına geçme talebiyle ilgili sorular soran Ahmet Nesin, “Ekrem İmamoğlu partinin başına geçmek istiyor. Cumhurbaşkanlığı bu kadar erken yaşta niye istiyor onu da anlamış değilim ama megalomani büyük ilk kompleksi böyle bir şey. Fakat parti başkanlığına Evet ama şimdi Ekrem İmamoğlu seçim kaybederse bu kolay kolay Özgür Özel'in üstüne yüklenecek bir suç değil. Eski bir İstanbul Belediye Başkanı olarak seçimi kaybediyorsan o genel merkez dışında senin de bir beceriksizliğindir. Bu işi yapamamışlığındır. Seçmeni İstanbulluyu ikna edememişliğindir. Hatta kendimi parti il örgütünü de çünkü dediğimiz gibi Canan Kaftancıoğlu'nun çok büyük bir payı var Ekrem İmamoğlu için. Seçimi kazanamamış bir belediye başkanı parti başına geçer mi? Parti bunu ne kadar kabul eder? Diyelim ki seçildi ama şeyi alamadı. Belediye meclis çoğunluğunu gene alamadı. Parti başına ben kazandım. Artık partinin başına geçeceğim diye bir havaya girer mi ve İstanbul'u AKP'ye teslim eder mi? Onda da tek kafam net değil. O zaman peki biz ya biz derken biz ikimiz değil ama Türkiye Ekrem İmamoğlu'nun parti başkanını niye bu kadar çok konuşuyor. Ben benim yanıldığım bir yer mi var?” dedi.
“İmamoğlu’nun parti başkanlığını Erdoğan bilerek konuşturuyor”
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun CHP’nin genel başkanı olma tartışmalarına değinen Serdar Öztürk, “Bence İmamoğlu'nun parti başkanlığını Erdoğan bilerek konuşturuyor. Çünkü daha önce bunu defalarca konuştuk. Erdoğan iki bin yirmi dört bir Nisan'ından itibaren iki konuya ağırlık verecektir. Birisi ekonomi, ikincisi anayasa değişikliği. Erdoğan asıl gündemi bunlar. Ekrem İmamoğlu ise Türkiye'nin tartışması istediği bir şey. Yani CHP'nin içinde ne kadar tartışma olursa, ne kadar liderlik kavgası olursa ya da muhalefet ne kadar bir araya gelemeyip birlikte bir direniş gösteremezse yani muhalefeti ne kadar zayıflatırsa Erdoğan'ın eli o kadar güçlenecek. Düşünün şimdi ekonomik olarak dedi ki, işte şu zammı verdim, bunu yaptım, ekstradan bir zam daha verdim, emekliye dedi. Şimdi geçen gün hiçbir şey yokmuş gibi, işte iki bin liralık şeyimde dedi, bayram ikramiyenizde. Üç bin lira yapıyorum dedi. Şimdi bakın. Siz niye bunu böyle yapıyor bizim hakkımız sizin ağzınızdan çıkacak böyle bir ulufeyle biz hakkımızı almamalıyız demek yerine niye beş bin lira yapmadın tartışması var? Bu Erdoğan'ın istediği bir tartışma. Yani Erdoğan ya kardeşim beş bin veremedik de üç binle idare edin deyip bunun tartışılması işine geliyor. Niye? Meclisin bir sürü yasa geliyor. Şimdi hiç farkında değiliz. Bu facia olmasaydı Erzincan'da meclise maden yasası geliyordu. Erdoğan'ın Birleşik Arap Emirlikleri'ne Kuveyt'e verdiği sözler var. Şimdi tesadüf değil bu geçen hafta içinde işte Kanal İstanbul projesinin tamamen iptal edilmesi tesadüf değil. Erdoğan orada yeni bir plan yapmak zorunda ve bunu bu planı eğer İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni kazanamazsa yeniden bir itirazla karşılaşmak istemediği Çin, İstanbul'u istiyor. Yoksa İstanbul umurunda değil Erdoğan. Çünkü orada söz verilmiş parsel parsel satılmış topraklar var. Orada planlanmış büyük araziler var. Şimdi Erdoğan'ın ekonomisinin çıkış yolu daha fazla mal satmak yani Türkiye'nin satacak bir şeyi yok. Bir ihracatı yani birinci sınıf bir ihracatı yok. O yüzden dışa bağımlı bu rejimi devam ettirebilmek için yeni topraklar, yeni şirketler yani varlık fonundan tutun da birçok şeye kadar tartışılıyor bu ülkede. İşte o enerji yasasıyla ilgili değişiklik Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden paldır küldür geçecek ki bu Erzincan'daki facia olmasaydı Şimdi önümüzdeki hafta yeni bir yargı paketi geliyor Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne. Hem o yargı yargı paketi bakın o yargı paketi üzerinde bir baskı oluşturabilmek için milletvekilleri ve halkın üzerinde bir baskı oluşturabilmek için işte geçen gün Danıştay'dan çıkan bir karar var. Bilmem ne kadar savcı ve hakimin göreve bu da bu da ciddi bir tartışma konusu. Bence Dilek Hanım bu konularda da onu da olduğu için ben hiç bulaşmak bile istemem ama politik olarak şunu söyleyebilirim. Bunların hepsi bir puzzlein parçası olarak yürüyor. Şimdi Erdoğan bütün bunları yaptıktan sonra ve yerel seçimlerde kendisince başarılı olabileceğini bildiği bir çizginin üstüne geçince Artık Erdoğan'ın ondan sonra Türkiye'nin ekonomisi o ekonomiye bağlı olarak dünyadaki gelişmelerde çünkü Erdoğan'ı destekliyor dünyadaki gelişmelerde. Bunların üzerinden Erdoğan sonra neye dönecek? Yeni anayasaya dönecek. Peki yeni anayasanın içinde mi Muhtemelen ne olacak? İşte Erdoğan'ın kendisine bir veliaht seçmesi ya da kendisini ikinci şey üçüncü defa, dördüncü defa seçtirecek bir yapı oluşturması işte MHP ile birlikteliğini koparması için yüzde elli birin altında oy oranıyla yeni Cumhurbaşkanı seçilmesi var. Yani Erdoğan'ın ilgilendiği konular bunlar. Erdoğan boşuna Mısır’a gitmiyor? Erdoğan boşuna işte etrafındakilere böyle gülücükler dağıtmıyor. Dış Akdeniz için Mısır'a gitmek zorunda. Evet dış politika anlamında. Bu arada Parantezi açayım bu konuda hiç konuşmadık ama bizim çok ilgilendiğimiz bu FETÖ borsasıyla ilgili İzmir'de son bir gelişme oldu. Orada çok bilmiyorum siz bir iki cümle söylemek ister misiniz?” dedi.
“Nükhet Hotar, Erdoğan tarafından koruma altına alındı”
FETÖ borsasında ismi geçen Nükhet Hotar’a büyükelçi titri verilmesiyle korunduğunu öne süren Serdar Öztürk şöyle dedi:
“Bir ülkeye gitmiş olsa büyük bir büyükelçilik rezidansı ya da bir büyükelçilik binası yok. İspanya'da, Madrid'de Genel Sekreterliği bulunan bir bina. Ben baktım. Şey ama bir de toplantı yoksa bir işiniz yok orada. O yüzden olsun o araştırma yapmak için hep orada yaşamak isteyebilir Zaten bu İsrail Filistin savaşı nedeniyle de bayağı bir uzun süredir de toplanamıyor. Yani yok. Çünkü ikisi de şey. O yani grubun üyesi. Ama orada bir şey var. Benim dikkatimi çeken tamam dokuz Eylül Üniversitesindeki öğretim üyeleri, baskı gören öğretim üyeleri, öğrencilerin öğrenciler falan rahatladı bu konuda tamam ama şöyle bir şey oldu. Onun farkına onu anlatmak isterim. Şimdi biz Nükleer Hotar’ı sadece İzmir'deki FETÖ borsasında ismi geçtiği için anımsıyoruz ama bir de geçmişte bazı gelişmeler vardı. Neydi o? Onlardan birisi Serkan Kurtuluş, Arjantin'in cezaevinde verdiği ifadelerde iki önemli konuya değinmişti. Bunlardan biri işte Rahip Brunson İzmir'deydi o Rahip Brunson. Onun öldürülmesi için ine bu isimleri suçlamıştı. Şimdi o konuda benim bildiğim kadarıyla Serkan'ı gelip Arjantin'deki cezaevinde FBI sorgulamıştı. Fox News kanalı Amerikan kanalı gelip röportaj yapmıştı. Bir de Serkan aynı şekilde işte Türkiye'den Suriye'ye giden silahlar Rus pilotun düşürülmesi ve öldürülmesi yani düştükten sonra öldürülmesi olaylarıyla ilgili de Ruslarla görüşmüştü yani. Bir Rus heyeti gitmişti. Şimdi bunlar uluslararası düzeyde suçlar ya da iddia. E biliyorsunuz ki bir Hakan Atilla olayı var Türkiye'nin. Halkbank'ın genel müdürüydü. Amerika'ya öyle elini kolunu sallayarak gitti. Sonra yıllarca yattı. Aynı şekilde Sezgin Baran Korkmaz'ı da Amerika, Bulgaristan'da paketledi. İfadelerinde bazı şeyleri dürüstçe söylediğini oradaki anlatılanlardan biliyorum. Şimdi Amerika'da çok dürüstçe konuştuğunu söylendi. Evet. Şimdi Nükhet Hotar’ın da bu konularda bir soruşturma geçirmediği konusunda yani geçilmediği konusunda net bir bilgi yoktu O yüzden yurt dışına çıkışı tehlikeli. Yani tamam rektörsünüz ama yurt dışına çıktınız diyelim ki bir ülkeye gittiniz. Oradaki bir toplantıda Amerika'nın talebiyle sizi tutuklayabilirlerdi. Şimdi milletvekilleri var. Bir rektörünüzün yani Türkiye'nin bir üniversite rektörünün yurt dışında bu tür suçlamalarla olası bir gözaltına alınma riskini Türkiye göze alamadı bence. Bunu alamadılar. Erdoğan da biliyor bunu. Bu aslında bir tenzili rütbe değil. Öyle anlatılmaya çalışılıyor kamuoyunda ama bence tam tersine yüzde yüz devlet korumasına alındı. Artık sıfatı büyükelçi. Büyükelçi olduğu için Türkiye içinde zaten dokunulmazlığı vardı. Artık yurt dışında da dokunulmazlığı var. Kimse gözaltına alamaz, tutuklayamaz hiçbir ülke. En fazla yapabilecekleri şey istenmeyen insan ilan edilmesi onun da hukuki bir karşılığı yok. Yani bence aslında Erdoğan tarafından koruma altına alındı. Zaten rektörlüğü de bu Haziran ayında iki bin yirmi dördün haziranında bitiyordu. İki defa üst üste yaptığı için aynı üniversitede üçüncü defa aynı yapamıyordu. Burada ben dikkat çekici başka bir şey gördüm. Bugün denk geldim. Yerine atanan rektör İstanbul Üniversitesi'nde iki dönem üst üste yaptıktan sonra ara verip 9 Eylül'ün başına atanmış. Yani onun İstanbul Üniversitesindeki icraatlarına bakarsanız pek de Nükhet Hotar’ı en azından üniversitede çalışanlar ve okuyanlar için pek de güzel günler vaat etmiyor aslında. Ama bilemiyorum onu yaşayıp göreceğiz. Ama Hotar konusunda devletin ve Erdoğan'ın aslında Erdoğan'ın direk yüzde yüz koruma sağladığını artık Hotar’ın ister şey bürosu İzmir'de olsun ister Ankara'da olsun ister Madrid'de olsun bundan sonra dünyanın her yerinde koruma altına alındığını düşünüyorum.”
Yorumlar
Kalan Karakter: