Değerli Dostlar, bu hafta Sayın
Başbakanın kuvvetler ayrılığından şikayeti üzerine bir yazı kaleme alacağım
sırada siyaset sosyologu Dr. Serdar Taşçı’nın bir yazısını okudum. Çok
beğendim.
Kendisinin onayını alarak bu
yazıyı sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Konunun sahip olduğu önem
konusunda kimsenin farklı düşüneceğini sanmıyorum. Her ne kadar Sayın Başbakanın sözleri bazı yol arkadaşları
tarafından tevil edilmeye çalışsa da nafile.
Alt beyin kusuyor. Zina, dindar gençlik, ucube ve diğer birçok konuda durum hep aynı idi.
Ayrımı” başlığı taşıyan yazısı hep birlikte
okuyalım;
“Demokrasi, siyasal toplumların
tarihsel evriminde görülen şimdiye kadarki 'en ileri yönetim biçimi' olarak
kabul ediliyor. Otoriter, muhafazakar, anarşist ve dinsel pek çok akım
tarafından eleştirilse bile, evrensel düzeyde kabulü hala birinci sırada.
Günümüzde temsili demokrasinin krizinden bahsedilirken bile, onun yerine yine
yerel, kozmopolit ve katılımcı demokrasi türünde 'demokrasi modelleri'
öneriliyor.
Demokrasiyi, krallık ya da
imparatorluk gibi otokratik rejimlerden veya nasyonal sosyalist, faşist ve
teokratik totaliter rejimlerden ayıran biricik nitelik 'keyfiliğin ve
zorbalığın görece yok ediliyor olması'dır.
Keyfiliğin ve zorbalığın yok
edilmesi de, devlet aygıtını oluşturan kuvvetlerin yasa yapan, yasayı uygulayan
ve uygulayanı denetleyen olarak ayrılması ile mümkün. Yasama-Yürütme-Yargı
olarak tanımlanan güçler, böylece kuvvetler ayrımının da temelini oluşturur.
Siyaset Düşüncesi'nde yasa yapan (yasama) ile yasayı uygulayan (yürütme)
arasındaki denge (düşünür John Locke'ta) ya da işin içine yargıyı da kattığımızda
üçü arasındaki ayrım (Montesquieu'da) gündemimize oturduğundan beri,
demokrasilerde zorbalığı önlemenin başka bir yolu hala bulunabilmiş değil.
Kuvvetlerden birinin diğerini
ele geçirmesi, kuvvetlerden herhangi birinin kendi yaptığı yasalara uymama
eğilimi ve yasaların genel değil özel çıkarlara hizmet edecek biçimde
çıkarılması, yorumlanması veya uygulanması demokrasinin ölümü olarak kabul
edilir.
Demokratik seçimle yürütmenin başına oturan kişi, aldığı oy ile sadece
belli bir süre için 'temsil yeteneğini' ele geçirmiş sayılır. O kişi ne
devletin kendisi, ne de halkın kendisidir. Demokrasi O'na, belli konularda
belli sürelerde ve denetimli olarak icraat yapma yetkisi vermiştir. Bunun
ötesindeki bir eylemin değil varlığı, en ufak bir iması bile icranın başındaki
kişinin meşruiyetini derhal ortadan kaldırır.
Demokrasi teorisinde de uygulamasında
da böyle bir niyete ve girişime yer yoktur. Böyle bir niyet, söz veya eylem;
bizzat demokratik yaşamın ve özgürlüklerin özüne açık ve yakın bir tehdit
olduğundan, 'demokrasiye darbe'dir.
Anlaşılan o ki, Başkanlık Sistemi tasarımı ile sadece parlamentarizm değil
aynı zamanda bizzat demokrasi yok edilmek isteniyor. Demek ki 'İleri Demokrasi'
de buymuş... Doğu tipi, tek adam baskıcı yönetiminin ön-hazırlığı: Yeni-Krallık...
Başbakan oldukça mert ve cesaretli, niyetini artık gizleme gereği bile
duymuyor.
Güç böyle bir vahadır; insanın
ayağını yerden keser: Bilgisini, yetkisini, kültürünü, haddini unutturur
beşere...
Muhalefetin, sivil toplumun ve aydınların
başbakanı bu rüyadan artık uyandırmaları gerekiyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: