Gazeteci Ahmet Nesin, ülkede büyük bir boşluk yaşandığını MHP'nin de Erdoğan'ı boşluğa bırakmış gibi olduğunu öne sürerek "Ciddi bir boşluk var. Bu boşluk her tarafta var aslında, Belediye başkanlarını açıklayacaktı. AKP açıklamıyor. Spor konusunda Erdoğan futbol maçı üzerine açıklama yapacaktı. Yapmadı. En son CHP'nin Spor Bakanı'nı değiştirmesi önerisinde bulundu. Futbol Federasyonu Başkanı'nı değiştirmesi önerisinde bulundu. Yani çünkü kabahat onların Erdoğan öyle söyledi. Kabahat dedi. MHP sanki Erdoğan'ı o boşluğa bırakmış ve Erdoğan'ın ne yapacağını şaşırmış durumda. Gibi geliyor bana. Sende bir takım tüyolar var sanıyorum" dedi."O taraftarlar yerel seçimde oy kullanacaklar"
Suudi Arabistan'da Galatasaray ve Fenerbahçe'nin stada Atatürk yazılı formalarla girmesi üzerine konuşan Öztürk şöyle devam etti.
"Bu bu görünüş yani Erdoğan'ın spora siyaseti alet etmeyin demesi zaten her şeyi açıklıyor. Bugüne kadar iktidarı boyunca sporun her alanına hatta Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı'nın kim olacağının belirlenmesine kadar karar verici olan Erdoğan birdenbire yaşananlardan sonra spora siyaseti karıştırmayın deyince orası tehlikeli alan oluyor. Zaten birkaç gündür hiç kimse bu konuda bir söz söylemiyor. Ne bileyim sosyal medyayı kullanmıyor. Sanki olay hiç yaşanmamış gibi duruyor. Bunun bir nedeni olabilir. Aslında tek bir nedeni olabilir. İi takım da İstanbul takımı. Ve yani Türkiye'de ciddi taraftar kitlesine sahip futbol takımlarından. Ve İstanbul kulübü Olduğu için bu iki kulüpte. Doğal olarak bu iki kulübün taraftarı aynı zamanda seçmen. Yani önümüzdeki yerel seçimde oy kullanacak bunlar. Bu iki kulübün birdenbire kızdıracak, küstürecek bir şey söylemek muhtemelen yerel seçim sonuçlarını etkiler. Çok ciddi etkiler. Ki bu tüyoyunun verildiği ve bunun üzerine Erdoğan'ın zaten spora siyaseti karıştırmayın dediği söyleniyor. Bir de söylediğiniz gibi Beşiktaş'ı buna eklediğiniz zaman bu üç kulübün taraftarının İstanbul'da aynı zamanda seçmen olan kitlesi İstanbul'daki seçim sonucunu çok ciddi bir oranda belirleyicisi haline getirir.""Bence birden bire ortaya çıkmış bir kriz değil, hesaplanmış bir şeydi"
Suudi Arabistan'da yaşananlara ilişkin konuşan Ahmet Nesin, "Bir şey söyleyeceğim burada. Dünyanın başka gelişmiş ülkelerinde var mıdır bilmiyorum. Ben işte İngiltere'de yaşadım. Fransa'da yaşıyorum. Almanya'da yaşadım. İsviçre'de yaşadım oranın da büyük kulüpleri var hele İngiltere'nin, Almanya'nın dünya çapında kulüpleri var. Manchester'de oturan bir insanın Londra'daki bir takımı desteklediğini on binde bir falan görürsünüz, yirmi binde bir falan. Ya da ne bileyim ben başka güneyi de güney şehrinin takımının Londra takımını ya da Köln Köln'de oturan bir Almanın Berlin'i desteklemesi. Bu bir tek Türkiye'de olan bir şey. Türkiye'nin bütün illeri üç İstanbul kulübüne bölünmüş durumda esasında. Mesela Trabzon aynı şeyi yakalayamadı. Yakalaması da mümkün değil. Çünkü Karadenizliler de kendi aralarında ciddi bir tartışma içerisinde. Mesela Rize, Ordu, Trabzon'dan pek barışık değildir hiçbir zaman" diye sordu.
Gazeteci Serdar Öztürk de "Bence bu hesaplanmış bir şeydi" diyerek şu yanıtı verdi:
"Bizdeki işte aslında Erdoğan'ın o söylediği ama aslında tam tersi olan siyasetin futbolun içinde, sporun içinde olmasından kaynaklanıyor. Ama Erdoğan yönetimi zaten sadece sporun değil her şeyin içinde. Şimdi her şeyin tek karar vericisi olduğu için doğal olarak bizde böyle bir sonuç yaşıyoruz. Ama bu çok hesaplanmış bir şey değil. Yani o bir tesadüftü falan denmesine de çok kabul edemiyorum. Bence bu hesaplanmış bir şeydi. Bu birdenbire böyle ortaya çıkmış tam da maç günü iki kulübün başkanlarının ve yöneticilerinin ortaya çıkardığı bir kriz değil." "Türkiye'nin futbolu üzerindeki bu sorun ciddi ama hep öteleniyor"
Gazeteci Ahmet Nesin, "Ben şey diye düşünüyorum. Ne diyorsun? Bilmiyorum yani. Atatürk fotoğraflı tişörtler ya da yurtta sulh cihanda su pankartı falan bunlar son anda maç oynanmasın diye iki kulüp başkanının aldığı kararlar gibi geliyor bana" dedi.
Nesin'e yanıt veren Serdar Öztürk şöyle dedi:
"Yani ben birkaç yerden şöyle bir izlenim edindim. Türkiye'deki futbol kulüpleri şimdi biraz siz Avrupa'dan örnekler verdiniz İngiltere'den, Almanya'dan. Orada futbol kulüplerinin yönetimi çok ciddi bir şeydir. Türkiye'de ise futbol kulüpleri hala dernekler yasası üzerinden yürütülüyor. Yani futbol kulüplerinin nasıl yönetileceğine dair özel bir yasa yok. Dernekler yasasına bağlı. Yani Fenerbahçe'de, Galatasaray'la, Trabzonspor'da ya da Türkiye'nin herhangi bir takımı da bir dernek statüsünde aslında. Bugün günümüzde futbolun bir ekonomi haline gelmesi, kocaman bir ekonomi haline gelmesi bu dernekler yasasıyla bu iş Çok uzun zamandır tartışılıyor kamuoyunda. Nedense bir çözüm bulunmuyor. Bulunmamasının nedeni de dernekler yasası üzerinden spor kulüplerini yönetmek politikacılar tarafından yönetmek çok kolay görünüyor. Zaten bugün geldiğimiz noktada da Türkiye'deki işte bugün tartıştığımız iki spor kulübü de dahil çok ciddi maddi borçları var. Yani parasal sıkıntı içindeler. Ve siyasi iktidarlar onlara öyle ya da böyle bir takım ekonomik olanaklar sağlayarak ayakta duruyorlar. Bunu af getiriyorlar işte. Af getiriyorlar. Bunu anımsarsınız şeyde de vardı. Bu tartışma ama işte siyasetin gündeminde eridi gitti. Bu naklen yayın hikayesi. Yayıncı kuruluş geldi dedi ki ben kardeşim şu kadar arttırıyorum. İsterseniz verirsiniz isterseniz vermezsiniz dedi. Bir sürü kavga çıktı Ama sonuçta yayıncı kuruluşun dediği oldu. Yayıncı kuruluş kim? Ona da baktığınız zaman o da Katarlılar. Yani şu anda Türk futbolunu, futbol müsabakalarını yayınlayan yayıncı kuruluş Türk değil. Katarlıların o zaman da ses çıkarılmadı. Ya da bir ses çıkarsa bile sonuçta onların dediği oldu. Niye oldu? Çünkü siyaset girdi, müdahil oldu. Yine Erdoğan karıştı. O işi tatlıya bağlamaları meselesinde. Sizin de az önce söylediğiniz gibi vergi indirimi ya da yeni teşvikler karşılığında işte yayın hikayesine dokunulmadı. Şimdi bu Türkiye'de bu özellikle futbol üzerindeki bu sorun ciddi ama hep erteleniyor. Bundan daha iki ya da üç hafta önce anımsarsınız. Ankaragücü başkanı ki AKP'nin eski milletvekili ve Erdoğan'ın ilk Ankara'ya geldiğindeki ev sahibi girdi sahaya hakemi yumrukladı. İşte Halil Umut Meler, hastaneye kaldırıldı. Şu oldu, bu oldu. Ne oldu? Tutuklandı. On dört gün sonra serbest kaldı." "Başka bir oyunla bunu hallettiler. Ve bütün Türkiye'yi arkalarına aldılar"
Ankaraspor teknik direkterörü Faruk Koca'nın tutuklanmasına ilişkin konuşan gazeteci Serdar Öztürk, "On dört gün sonra serbest kaldı. Şimdi bu olayı bu en son yaşanan olaydan ayrı tutamazsınız. Yani Türk futbolunun içinde bulunduğu siyasetle iç içe geçtiği durumdan ayıramazsınız. Ama burada biraz spor kulüplerinin de bir eleştiriye ihtiyacı var geliyor bana. O da şu. Aslında bu birdenbire ortaya atılan bir durum değil. Yani gidip Suudi Arabistan'da hadi Süper Kupa kupa finali yapalım. Denmiyor. Bu kulüplerle danışılarak yapılıyor. Niye? İşte iki yüz milyon dolar verecek diye. Yani o da kulüplere ve para. E tamam gidelim deniyor. Yani buna" dedi.
Öztürk'e yanıt veren Ahmet Nesin de "Kafamın karıştığı nokta şu. Galatasaray kulübünün başkanının maddi durumunu ve siyasi konumunu çok bilmiyorum ama iki yüz milyon diyelim ki yüzer yüzer verilecek. Bu rakamla Ali Koç'u pek ikna edemezsiniz gibi geliyor bana. Bana öyle geliyor ki işte iktidarın bu isteğini hayır demeyelim. Ama zamanı geldiğinde bu işin bozalım gibi bir Kemalist, laik bir oyunda Erdoğan'a oynanmış gibi geliyor bana. Bunu Galatasaray da yapabilir, Fenerbahçe de yapabilir. Yani iktidarı ayıp olmasın diye kabul edermiş gibi yapalım. Çünkü hala bir daha söylüyorum. Yani yurtta sulh, cihanda sulh. Afişini oraya çıkartmanın bunu eleştiri anlamında söylemiyorum. Bozmak için kurulmuş bir oyun gibi geliyor bana. Yani Fenerbahçe ve Beşiktaş işi politikaya sokmak istemedi. O yüzden Erdoğan'a ya da Futbol Federasyonuna karşı çıkıp da bir polemik yaratmak istemedi. Başka bir oyunla bunu hallettiler. Ve bütün Türkiye'yi arkalarına aldılar." "MHP Yargıtay üçüncü ceza üzerinden Canı Atalay kozuyla AKP'yi sıkıştırıyor"
Gazeteci Serdar Öztürk, spor dünyasının politikleşmesi ve Suudi Arabistan'ın futbol üzerinden imajını güçlendirme çabaları hakkında dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Öztürk, İspanya Kral Kupası'nın Suudi Arabistan'da oynanmasının, ülkenin spor üzerinden politik bir açılım yapma çabasının bir parçası olduğunu belirtti. Bu stratejinin bir örneği olarak, dünyaca ünlü futbolcu Ronaldo'nun Suudi Arabistan kulübünde oynaması ve ülkenin katı Vehhabi yasalarının bu oyuncu için esnetilmesi gösterildi. Öztürk şöyle devam etti:
"Ama şunu gözden kaçırmamamız lazım. Örneğin bu haftaya da önümüzdeki hafta İspanya Kral Kupası da Suudi Arabistan'da oynanacak. Aynı nedenle. Şimdi hangi İspanya kupası. Aynı bizim süper kupa gibi. Daha önce İngiliz takımları da benzeri şeyi yaptı. İngiltere kaldı mı? Yani söylemek Istediğim şey madalyonun bir tarafı da bu. Yani siz uzun süredir Suudi Arabistan kendi rejimini bir nevi onaylatmak adına böyle bir açılım yaptı. Yani zengin iş adamlarının gidip yabancı kulüpleri almasıydı. Örneğin dünyada sayılı futbolcular arasında sayılan Ronaldo şu anda bir Suudi Arabistan kulübünde top oynuyor. Ve Suudi Arabistan'ın bildiğimiz o Vehhabi dinine ait yasaklarının dışında tutuldu. Yani nikahsız olarak bir çok ciddi taviz verildi. Yani bu şu anlama geliyor. Aslında din değil oradaki karşılaştırılan ya da rekabet edilen şey din değil. Ama dediğiniz doğru Avrupa ülkeleri de son zamanlarda özellikle Suudi Arabistan'da böylesine sportif faaliyetlerin yapılıyor olmasını bir nevi eleştiriyorlardı. Yani demokrasi üzerinden eleştiriyorlardı. Türkiye'de bu iki kulüp yani bu iki kulübün taraftarlarının politik düşüncelerini ya da inançlarının seküler olduğu söylemek çok da şey olmaz, yanlış olmaz. Yani her iki kulübün taraftarı da çok tepki gösterdi bu işe. Baştan iptal edemedikleri için bence gibi böyle bir işte maça çıkılacak bir tişörte falan bahane edilerek uzun süre yayılarak yani sorun. Böyle bir çıkış yolu bulundu gibi geliyor bana. Çünkü bu daha önceden böyle bir şey konuşulmuş olsaydı daha nasıl bir tepki verirlerdi onu bilemiyoruz. Bu son bir haftanın yaşanan olayları hatta son iki günün yaşanan olayları. O yüzden dediğinizde bir doğruluk payı mutlaka var. Ama bunu kulüp başkanları kendi başlarına mı yaptılar yoksa taraftarlarından gelecek tepkiye ve başka oluşturan maddi güçlerini oluşturan başka güçlerin de telkinleriyle mi böyle bir yola girdiler? Onu onu kestirmek zor. Çünkü açıklama yapan yok. Yani olay geçti. Üstünden üç gün geçti. Kimse açıklama yapmıyor. Bir tek Suudi Arabistan ortak açıklaması vardı. Hiçbir anlam taşımayan bir açıklamaydı. O açıklamanın dışında bir açıklama yok. O yüzden yani sizin dediğinizin olma olasılığı daha yüksek. Ben hatta bir ara acaba iktidar böyle bir tartışma yaratarak tam da yılın son döneminde işte bu asgari ücreti emekli zamlarını şunu bunu tartışılmasın. Bunların üstü otursun diye mi acaba iktidar mı bunu yapıyor? Diye düşünmüştüm. Ama Erdoğan'ın açıklamaları gösterdi ki Erdoğan'ın da çok kontrol edebildiği bir şey değil. Yazılana, çizilene baktığımızda baktığımızda ise zaten Erdoğan'ın aslında bu oynayın diye yani oynansın bu maç diye ciddi bir ısrarda bulundu. Karşı tarafın çok direnmediği buna ama bir takım danışmanların efendim bunu daha fazla ilerletirsek Türkiye'de ortaya çıkacak tepki yerel seçimlerde bizi çok pahalıya mal olur. Onun için biz bu işin içinde hiç yokmuş gibi davranalım. Sözünü dün akşam bozdu onu. Evet yani o ama yine de spora siyaseti alet etmeyin diyerek kendisinin bu işlerin hiç içinde olmadığı izlenimini verdi. Zaten şeyin AKP'nin milletvekillerinin sosyal medyadaki paylaşımlarına bakarsanız bir önce bir böyle bir tepki gösterir gibi oldular. Sonra hepsi ortadan kayboldu. Ama bu yine de Türkiye'de birçok şeyin üstünü örtmesi bekleniyordu bence. Bunların başında Sinan Ateş cinayeti geliyor. Çok önemli bu. Bence yani bu Sinan Ateş cinayetinde son bilirkişi raporunun mahkemeye ulaşan son bilirkişi raporu ciddi bir bir grubu özellikle de Milliyetçi Hareket Partisi'ni çok ciddi bir sıkıntıya soktu. Bir takım organik bağları resmi olarak ortaya çıkardı. Birtakım suç delilleri artık mahkeme kayıtlarına girdi. Şimdi sanki karşılıklı satranç oynanıyor gibi. Nedir bu satranç Işte ne oldu? İkinci defa Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararı vermesine rağmen Can Atalay konusunda döndük başa. İstanbul On üçüncü ağır ceza mahkemesi bir önceki kararının aynısını aldı. Topu attı Yargıtay üçüncü Ceza Dairesi'ne. Muhtemelen yılbaşından sonra Yargıtay üçüncü Ceza Dairesi de aynı kararı verecek. Bu sefer suç duyurusunda bulunacak mı? Bulunmayacak mı Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında onu bilemiyorum ama muhtemelen aynı kararı verecek. Bunu bunu şunun için şuna benzetmek istiyorum. AKP Sinan Ateş dosyası üzerinden ortağı MHP'yi sıkıştırıyor. MHP de Yargıtay üçüncü ceza üzerinden Canı Atalay kozuyla AKP'yi sıkıştırıyor." "Meral Akşener'in bundan sonraki siyasi çizgisi Erdoğan'a yakın olacak"
Gazeteci Ahmet Nesin, "Şimdi çok güzel söylüyorsun. Bu bunların analizlerini yapabiliyoruz falan filan. Ama Can Atalay kararının sonrasında Meral Akşener'den Can Atalay'ın milletvekili hem yapılması üzerine bir açıklama yapıyor. Hadi gel de analizini yap bakalım." dedi.
Serdar Öztürk de şöyle devam etti:
"Ben Meral Hanım'ın bundan sonra siyasi çizgisinin Erdoğan'a yakın olacağını daha önce konuşmuştuk. Aslında Meral Akşener'in bu söz Erdoğan'ın niyetini açıklıyor. Yani MHP'nin karşısında duruyor. Daha önce konuşmuştuk bunu biz. Yedek MHP diye. Tam yedek MHP böyle yapıyor. Yani hayır ama bir parti şu anda Can Atalay HDP milletvekili olsaydı aynı açıklamayı yapar mıydı Meral Akşener? Mümkün değil mümkün değil yapmazdı. Ama Erdoğan da Can Atalay'ın milletvekilliği yapılmasından yana yani Erdoğan rahatsız. Erdoğan şundan da rahatsız. Şimdi Geçen hafta mı daha önce mi konuşmuştuk? Tabii geçen hafta on yedi yirmi beş bir milat vardı Erdoğan için. Yani özellikle bu iktidara geldikten sonra iktidarı birlikte yürüttüğü tırnak içinde söylüyorum. FETÖ sonradan FETÖ diye adlandırdığı işte o cemaat yapılanmasıyla Erdoğan gayet işleri düzgün yürütüyordu. Sonra ortaklık bozulunca Erdoğan onun yerine MHP'yi ikame etti. Şimdi MHP bir defa şunu çok iyi biliyoruz ki güvenlik bürokrasisinde ciddi derecede kadrolar yani bu süre içinde. Hele Süleyman Soylu'nun zaman da yani artık kılcal damarlarına kadar girdi. Mahalle bekçileri bile alınırken MHP referansı alındılar mahalle bekçileri." "Bugün söylediğinin yarın aksini söyleyebiliyor"
Ahmet Nesin, "Ben hala burada şüpheliyim şu açıdan. Bir siyaset ki eğer ciddi bir siyaset siyasetçiyse hep söylediğim gibi kullanışlı eleman değilse bir dönem işte dindar grup olan Fethullah Gülen'i ve onun bürokrasisiyle çalışıp sonra senden vazgeçtim. Ben milliyetçi dindar işte Türk İslam sentesindeki MHP'yle çalışacağım ve onun bürokrasisiyle çalışan çalışacağım demez. Yani şey gibi işte bir döem NATO'cu olacağım. Sonra Şanghaycı olayım. Sonra bir daha NATO'cu olurum. Bu bir siyasetçinin tavrı değil. Bu yukarısının Erdoğan'a kimle çalışacağını söylemesi sonucunda olan bir şey" dedi.
Serdar öztürk, "Doğru yani buna yüzde yüz katılıyorum ama bir de Erdoğan'ın şu özelliğini unutmamak lazım. Erdoğan bazen sorunları zamana bırakıyor. Yani şu şunu kabul ediyorum. Erdoğan kinci mi kinci? Erdoğan'ın üzerinde bir akıl, şunu ya da bunu böyle yapmalısın. Bununla ittifak kurmalısın. Tamam bu da olasılıkların içinde ve kabulleneceğim bir şey ama bir de Erdoğan'ın kendi özelliklerini unutmamak lazım. Kişisel olarak da Erdoğan siyasetini yüzde yüz bir temel üzerine oturtmuyor. Bugün söylediğini yarın aksini söyleyebiliyor. Ama Erdoğan'ın bir özelliği de bu yapmak istediklerine kafasının içindekileri geniş bir zamana yayabiliyor. Şimdi daha önce bu konuşulmuş konular arasında hep şunu söyledik. Yani ben özellikle bu konuyu önemli olduğunu düşünüyorum. Erdoğan'ın önünde iki tane önemli şey var. Engel var. Yani yerel seçimlerden Erdoğan büyük bir yenilgiyle çıkıp hani siyaseti yeni bir erken seçime götürecek bir sonucun dışında o sonucun dışında Erdoğan'ın takvimi, önündeki takvimde iki tane aşılacak engeli var. Bu engellerden biri Cumhurbaşkanı'nın ikiden fazla görev yapamayacağı anayasadaki kuralı. İkincisi de yüzde elli artı bir. Cumhurbaşkanı'nı seçilmek için almak zorunda olduğu oy. Şimdi Erdoğan ikincisinde tokadı yedi. Yüzde elli biri tartışmaya açtı uçakta gelirken. Devlet Bahçeli yani ortağı en büyük desteği vermesi gereken Devlet Bahçeli hayır yüzde elli artı bir. Biz daha önce ne düşünüyorsak şimdi aynı şeyi düşünüyoruz dedi. Şimdi yüzde elli bir, elli artı bire kapattı. Yüzde elli artı bir Konusunu kapattıysa ikiden fazla Cumhurbaşkanlığı seçilme konusunu açmaz Erdoğan. Yani Erdoğan onu açmaz çünkü o zaman bu anayasa değişikliğini kendisi için istiyor denilmesine neden olur bu. Bunu yapmayacak kadar akıllı bir siyasetçi Önceliği onun yüzde elli artı bir. Şimdi yüzde elli artı bir konusunda ya Devlet Bahçeli'yi ikna etmek zorunda. Bundan sonraki süreçte ya da Devlet Bahçeli'nin yerine birilerini ikame etmek zorunda. Şimdi geçtiğimiz hafta Davutoğlu bir açıklama yaptı dedi ki biz yerel seçimlerde Erdoğan partisiyle ittifak yapabiliriz dedi" Ahmet Nesin de, "Peki bir şey soracağım. Erdoğan hiç açıklama yapmadan AKP elli artı bir konusunu anayasa maddesini anayasa maddesini onu da bilmiyorum ya seçim Anayasa mı? Meclise getirse önerge olarak. İçeri Erdoğan'ın tartışmadan AKP getirse. Meclise sunsa. CHP, AKP, İYİ Parti, HDP o geçer mi geçmez mi?"
Serdar Öztürk, "Yani onların siyasi tavrı ne olacak bilinmez ama Erdoğan böyle bir riske girmez çünkü yine bizim anayasamıza göre reddedilen bir kanun teklifini bir yıl süreyle yeniden getiremiyorsunuz. Bu önemli Erdoğan için yani" şeklinde konuştu. "Erdoğan şu anda MHP'den ve Bahçeli'den böyle bir yeşil ışık alamıyor"
Gazeteci Serdar Öztürk, Türk siyasetindeki gelişmeler üzerine dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Erdoğan'ın Bahçeli'den yeşil ışık alamadığını söyleyen Serdar Öztürk şöyle devam etti:
"O yüzden Erdoğan da bildiğiniz Erdoğan bunu garantilemeden yani en azından halk oyununa gidecek bir sayı olan üç yüz altmış altıya getirmeden... Dört yüzü bulursa zaten biliyorsunuz sorun yok ama yani orada o siyasi partilerin sadece bir tek maddelik anayasa değişikliği için böyle bir şeye kalkışmaları mümkün değil. Bir madde CHP için olacak. Diyelim ki bir madde DEM Parti için olacak. Bir madde ya da birkaç madde başka siyasi partiler için olacak. Daha önce yaptığı gibi asıl yapmak istediği değişikliklerin yanında böyle garnitür sayılabilecek değişiklikleri de koyup Anayasa değişikliği yapmayı planlıyor ama Erdoğan şu anda MHP'den ve Bahçeli'den böyle bir yeşil ışık alamıyor. Burada başka bir tehlikeye dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bunu söylediler. Yani kulislerde de dinlenmeye başladı. Belki de önümüzdeki günlerde daha yüksek sesle söylenecek. Milliyetçi Hareket Partisi de boş durmuyor. Erdoğan'a karşı. Yani Erdoğan Milliyetçi Hareket Partisi'ni zayıflatmaya, MHP'nin yerine ikame etmeye uğraşıyor ama MHP de kendi yerini sağlamlaştırmak için aslında yerel seçimleri bir fırsat olarak görüyor. Nedir o? Erdoğan en çok istediği Ankara İstanbul'da Erdoğan'a istediği desteği vermemek diye özetlenecek bir tutum. El altından MHP'lilere ya da MHP kendi tabanına seçime gitme diyebilir. O da önemli bir şeydir. Yani sonuçta sandığa gitmeyin. Ya da Erdoğan'ın AKP'nin adayına oy vermeyin diyebilir. Böylelikle Ankara'yı da İstanbul'u Erdoğan'ın yeniden kazanma planını suya düşürebilir. Çünkü Erdoğan Ankara ve İstanbul'u kazanarak oradan bir sadece bir ekonomik güç değil. Yani ileride yerel yönetimler üzerinden ekonomik olarak bir rant kapısı değil. Siyaseten de bir güç elde etmeyi düşünüyor. Yani geri aldık kaybettiğimizi geri diyerek onun siyasi rüzgarıyla..."
Ahmet Nesin de, "Anayasa değişikliği olacak yani herkes iki seçimi belediye seçimlerini konuşuyor ama yedi Haziran seçimlerini kimse konuşmuyor. Erdoğan'ın esas yenilgisi HDP ve MHP'ye karşı yenilgidir. Seksen milletvekili çıkartarak o günden sonra HDP'ye savaş ilan edilmiş, barış falan her şeyi bir kenara atılmış. MHP de AKP saflarına çekilmiş. Şimdi ilginç bir şey var. Erdoğan ve bir takım yetkili AKP'liler o kadar açıklaması yapmasına rağmen niye yılbaşı öncesi hala belediye başkan adayları açıklanmadı."
Sürecin bütün siyasi partiler için büyük bir sorun olduğuna dikkat çeken Serdar Öztürk de şöyle dedi:
"Bütün siyasi partiler için şu anda büyük bir sorun. Yani daha önce böyle yaşandı mı bilmiyorum ama çoğu yerde haber olmamış. Ufak haberlerle geçiştirilmiş. Beni uyardılar. Ben de kontrol ettim. Doğru. Dün Cumhuriyet Halk Partisi Manisa'da Yunus Emre Belediye belediye başkanı adaylığı için ön seçim yapmış. Manisa CHP'nin yani bir CHP Genel Başkanı'nın memleketi Özgür Özel'in. Dün yapılan ön seçimde ise CHP Yunus Emre Belediye Başkanı Adaylığına iki isim katılmış. Bunlardan birisi Semih Balaban. Diğeri de Özgür Özel'in adayı olarak görülen Devrim sanırım bir isim... Şimdi seçim sonucunda Semih Balaban sekiz yüz yirmi oy almış. Devrim ise yedi yüz yetmiş üç oy kazanmış. Bu demektir ki ön seçimi Semih Balaban kazandı. Ama bu tırnak içine söylemek lazım. Hakim huzurunda Yapılan bir seçim değil. Yani bir temayül yoklaması. Öyle de olsa Semih Balaban kazanmış. Semih Balaban kim? Semih Balaban daha önce Özgür Özel'i kendi mahallesinde, Manisa'da kendi mahallesinde delege seçtirmeyen il başkanı. Yani Özgür Özel'e tamamen karşı olan, hatta bu Kılıçdaroğlu Özge Özel Genel Başkanlık yarışmasında Kılıçdaroğlu'nun adaylığı konusunda bayrağı tutan, en önde tutan isim. Ve son olarak bu on dört Mayıs'taki seçimlerde bu milletvekili seçimlerinde Balaban daha iyi yerden milletvekili adayı olup şu anda meclise gidebilecekken listeleri hazırlayan Özgür Özel tarafından sekizinci sıraya konup seçilmeyecek yerden milletvekili adayı yapılan bir isim. Yani aralarındaki tartışma çok uzun süredir devam ediyor." "Erdoğan için Ankara ve İstanbul ise çok önemli"
İmamoğlu'na yakın adayların en az 5 puan geriden geldiğini söyleyen Serdar Öztürk şöyle devam etti:
"Her siyasi partinin içinde birtakım sıcak gelişmeler var. Erdoğan için Ankara ve İstanbul ise çok önemli. Bu yazılıp çiziliyor. Ben de konuştuğumda aynı şeyleri dinliyorum. İstanbul için Erdoğan'ın bugüne kadar kendi kafasından geçirdiği ya da masaya gelen adaylar için de henüz Ekrem İmamoğlu'na oy oranına yanaşabilecek isim yok. En çok yanaştığı söylenen isim beş puan yanaşıyor. Ondan sonrakiler sekiz puan, dokuz puan böyle devam ediyor. Şimdi böyle bir siyasi seçenekte biraz önce konuştuğumuz Erdoğan kazanabilecek aday arayışında yani ne yapmalıyım kazanabilirim telaşında. Ama o da aleyhine işliyor. Neden aleyhine işliyor? İşte Erdoğan bir taraftan beş puan kapatmaya uğraşırken Öbür taraftan pat diye bir futbol müsabakasındaki bir olay yaşanıyor. Aradaki fark belki de şimdi beş puan değil de yedi puan, sekiz puan açılmış durumda. Erdoğan'ın açıklamamasının nedeni bu. Yani Erdoğan, Ankara ve İstanbul konusunda bunu muhtemelen önceliyor. Ardından da bize kadar geldiyse bu siyasi dedikodular. Erdoğan'a mutlaka gitmiştir. Nedir o? İşte MHP'nin desteklemeyecek olma ihtimali. Yani Erdoğan'ın bundan haberi olmaması mümkün değil. O yüzden Erdoğan MHP'nin halinde İstanbul'da ve Ankara'da ne yapabilirizi hesaplıyordur. Ertelemesinin nedeni odur. Ben sanıyorum CHP'nin de herhalde beşinde ya da sekizinde tam bilmiyorum. Parti meclisi var. Erdoğan da aşağı yukarı Tarihlerde bir gün önce ya da bir gün sonra bir iki yüz civarında yeniden bunların içinde büyük şehirlerin bir kısım büyük şehirlerin de olduğu adayları açıklayacaklar. Türkiye her geçen gün başka bir gündemle uyandığı için güne ondan sonrası Erdoğan'ın da kontrolünde nasıl gidecek? Bu konuda benim endişelerim var. Çünkü Erdoğan gündemi kontrol edemiyor artık eskisi gibi. Edemediği kontrol edemediği gündem nedeniyle de Erdoğan bir hezimet yaşamaktan endişe duyuyor. Yani hani o meşhur atasözünde olduğu gibi Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak için Ya biz tamam Ankara'yı, İstanbul'u tekrar geri almasak bile bir hezimet de yaşamayalım, bir erken seçimle muhatap olmayalım istiyor. Çünkü Erdoğan'ın yerel seçimlerden sonra, önünde dört yıl gibi çok uzun bir süresi var. İlk defa bakın o aklıma geldi. Erdoğan ilk defa asgari ücreti çıkıp kendisi açıklamadı. Farkındaysanız. İlk defa. Oysa Erdoğan ve Erdoğan yönetimi verilen ya da tespit edilen bu asgari ücretin halk arasında Memnuniyetle karşılanacağını ya da çalışma hayatında olumlu karşılanacağını düşünseydi Erdoğan saat başı çıkar bunu bir müjde olarak duyururdu.
Erdoğan bile bunu tersine çeviremeyeceğini düşündüğü için çıkıp ilk defa asgari ücret konusunda bir açıklama yapmadı. Müjde demedi. Bakın yılın son günü emekli emeklilerle ya da diğer çalışanlara maaşlarıyla ilgili bir açıklama yapılmadı Bu gece geç saatlerde yapılır. Hani yılbaşı gelmeden önce, yapmadan önce yapalım bunu da yarın ne olursa olsun diyebilirler. Ya da önümüzdeki günlere kalabilir. Yani ekonomide sıkışmış vaziyette. Erdoğan politik anlamda da sıkışmış vaziyette. MHP bunun farkında yani Erdoğan'ın sıkışmışlığının farkında. Şu anda MHP Erdoğan'ın üzerinden ne kazanabilirsek pazarlığı yapıyor. Yani Can Atalay konusu o yüzden Erdoğan'ın çok ses çıkaramadığı bir alan haline Geldi. Yoksa Erdoğan çıkıp şey demek istiyor. Ya kardeşim adam milletvekili seçilmiş. Buyurun hukuka demek istiyor. Aslında içinden geçen bu. Bunu kendi yakınlarına söyletiyor. Ama biliyor ki Yargıtay üzerinden yani yargı bürokrasisi ve Özellikle de güvenlik bürokrasisi üzerinden MHP kendisini fena halde sıkıştırıyor. Bu sıkıştırmanın neticesinde de yani şimdi siz de bilirsiniz yani bu mesleğin içinde olan aslında herkes bilir. Bir yerde ortalık düzgün ilerliyorsa, İşler düzgün gidiyorsa, gazeteciye pek yazma konusu çıkmaz. Oradan bilgi sızmaz. Bir yerde işler, bir çekişme varsa, bir ters gidiş varsa işlerde mutlaka bir kaynak çıkar. Oradan bir gazeteciye ulaşır ve o bilgiyi Şimdi bu Sinan Ateş dosyasında birdenbire bilginin sızdırılması rastlantı mı? Bilirkişi raporunun. Değil. Ama işte yargıdaki bir grup bilirkişi raporunu sızdırırken bugün ne oluyor? Aynı Cumhuriyet Başsavcılığı bu bilgilerin yayınlanmasının suç olduğu yani soruşturmanın gizliliğine helal getirdiği düşüncesiyle ya da iddiasıyla soruşturma açıyor. Şimdi bu iki grup arasında yani yargıda bile orada yargı bürokrasisinde iki Grup arasında bir siyasi çekişmenin nedenidir. Daha bir hafta önce işte genç bir gazeteci bu İstanbul'da İstanbul Adliyesi'nde yaşananlarla ilgili bir iki tane haberi yeniden yazdığı yeniden yayınladığı için tutuklanmadı mı? Furkan sanırım ismi. Yani Bunlar rastlantı değil. Herkes kendi elindeki kağıdın büyüklüğüne göre kendine yol açmaya uğraşıyor. Bence o yüzden işte Can Atalay meselesi de bu yüzden çıkmaza giriyor. Gidip Yargıtay üçüncü Ceza Dairesi'nde şimdi herkes şey bekliyor. Geri gönderecek Dosyayı tamam canım salıverin diyeceğini bekliyor. Hayır başa dönecek. Gibi geliyor bana. Hak ihlali kararı oy birliğiyle. Evet. Hak ihlali kararı on birliği. Ama bu milletvekilliği hikayesi üç ya da dört kişi karşı çıkmış." "Herkes elindeki oyuncağını sana vermem diyerek mızıkçılık yapıp gidiyor"
Gazeteci Ahmet Nesin, "Sanırım ama olunca ne olacak acaba? Gidiyor yani. Daha azdı. Evet diyenler yani Can Atalay'a hak verenler daha azdı. Bu ikincide daha fazla oldu. Üçüncüde tamamı olunca ne yapacaklar acaba? Hiçbir şey değişmeyecek belki" dedi.
Serdar Öztürk ise, "Hiçbir şey değişmeyecek. Çünkü oradaki mesele sayısal çoğunluk meselesi değil. Mesele iki siyasi ortağın herkes elindeki malzemeyi ya da herkes elindeki oyuncağı. Bunu ben sana vermem diyerek mızıkçılık yapıp işte paylaşmadan gidiyor. Bu benim oyuncağım, bunu da ben oynayacağım diyor. Hatta güvendikleri bir başka daha var bence. İki bin yirmi dört yılında Anayasa Mahkemesi'nin sanıyorum üç ya da dört üyesi değişecek. Ve tamamen Erdoğan'ın seçtiği üyelerden sırf Erdoğan üyeleri olacak ama ona güveniyorlar gibi geliyor ama Erdoğan da bu konuda yanılarak MHP'den yana tavır takınacak üye oluşturmayacağını düşünüyorum" dedi.
Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimine ilişkin konuşan Ahmet Nesin de, "Hayır bir de şöyle bir şey var. Erdoğan bile seçse. Kim seçerse seçsin. Diyelim ki ben oldum, ben seçtim. On beşini birden uluslararası yasaları kendine fazla güldürmemek için o anki iktidarı seçen iktidarın aksine kararlar vermek zorundadır. Anayasa Mahkemesi böyle bir şey. Yani bütün mahkemeler böyle de ama Anayasa Mahkemesi'nin işte siyaset belirlediği için üyeleri söylüyorum. Burada çok önemli. Anayasa Mahkemesi Avrupa Birliği'nden, Avrupa Konseyi'nden, dünya işte barışı, dünya insan hakları şundan bununla yaptığı ortak anlaşmalar var. Milletin dalga geçmemesi açısından milletin anayasa mahkemesinin aldığı kararlar sonucunda bu devlet faşizmini kabul etmeden yani dünyayı söylüyorum burada. Birtakım kararlar almak zorunda AKP'ye karşı da olabilir, MHP'ye karşı da olabilir. Laiksizme karşı da olabilir bazen hiç belli olmaz. Hukuk yönünden karar alacak. Doğrusunun yanlışını tartışmıyorum ama o anda hukukun dediği neyi yapacak? Anayasa Mahkemesi böyle bir şey. Yani Erdoğan'ın geçmiş olması Bütün kararları Erdoğan'ın lehine alacak diye bir şeyle karşı karşıya bırakmıyor bizi. Bu Ahmet Necdet Sezer için de geçerliydi. Abdullah Gül için de geçerliydi" dedi. "Türkiye iki yerde de tökezlemiş vaziyette"
Can Atalay hakkındaki kararlara ilişkin Serdar Öztürk sözlerini şu cümlelerle tamamladı:
"İki yerde de Türkiye tökezlemiş vaziyette. Hem anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması konusunda hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygulanması konusunda. Yani Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamıyorum diyerek zaten sabıkalı hale gelmişti. Bir de şimdi kendi içindeki yani kendi iç hukukundaki anayasa mahkemesinin kararlarını Tanımıyorum deyince Türkiye'nin orada şöyle bir açmazı oluyor. Bunu sadece bir siyasi sonucu olmuyor. Bunun ekonomik sonucu da oluyor. Siz Avrupa'nın hiçbir ülkesinden para bulamıyor hale geliyorsunuz. İşte öyle karar vermedikleri için de kara cübbeliler diyor. Yani öyle bir kullanıyor. O da tehlikeli bir tanım aslında. Politika yani siyaset anlamında. Şimdi iki taraf da böyle bir yani ucundan çekiştirdiği için ortada hukuk kalıyor. Hukuk kalıyor. Sanki şöyle anlaşılıyor canım. Ne olacak? Buna da uymayıversinler. Öyle değil o değil. Tabii onun bir ekonomik sonucu var. Siz Avrupa ülkeleri ya da dünyadaki demokrasi tanımı içinde o zaman kendinize çok altlarda yer buluyorsunuz. O zaman dünyada kredi bulma riskiniz yükseliyor. Size kredi veren ülkelerin kredi verme şartları çok daha ağırlaşıyor Şimdi sadece tekrar başa dönmüş gibi olacağız ama sadece bu iş bu işin yani Araplar Atatürk'e karşı çıkıyorlardı da onun için bu iş böyle oldu muhabbetinin bir bir bedeli daha var. Nedir o? Suudi Arabistan getirmiş. Beş milyar doları Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'na yaptırmış mevduat Olarak. Şimdi yarın o beş milyar doları tartışmaya açmayacaklarına emin misiniz? Değiliz. Neden bunu böyle söylüyorum? Daha önce yaptığınız işler sizin önünüze geliyor. Nedir bu? Nedir bu? Ben seyahat sırasında okuyayım diye yanıma almıştım bir Kitabı aslında yeni yayınlanmış bir kitap değil bu. Cemal Kaşıkçı cinayetinin bütün detaylarını anlatan ve de Turkuaz Yayınları'nın yayınladığı ve de Sabah Grubu muhabirlerinin kaleme aldığı bir kitap. İçinde inanılmaz şeyler var. Yani belki yeni yazılmadı ama bitmiş şeyleri tekrar okuma şeyim oldu. Onu okurken bu olayın denk gelmesi tamamen tesadüftür. Ben o cinayeti okuyorum oradan. Yani İngiltere'ye, Amerika'ya Dışişleri Bakanı düzeyinde işte birtakım ses kayıtlarını dinletmişiz, bir takım görüntüleri göstermişiz. Yani bir gazetecinin Suudi kökenli bir gazetecinin Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda öldürülüp boğulup öldürülüp parçalara bölünüp işte imha edilmesi sürecini bütün detayıyla anlatan bir mahkeme dosyanız vardı Ne oldu? Odayı kendi elimizle götürdük. Suudi Arabistan'a teslim etmedik mi? Önce namus borcumuz dedik. Bütün dünyayı ayağa kaldırdık. Sonra geri götürüp verdik. Işte bu buna pragmatizm dememek lazım aslında Bu sizin borçlu olduğunuzda ya da parasız olduğunuzda neyi yapabileceğinizin ölçeği bence. Nereye kadar size ne istediklerini yaptırıyorlar. O yüzden sizin o üst akıl diye tanımladığınız şey belki de zaman zaman değişiyor Yönetenlerin ihtiyaçlarına göre zaman zaman değişiyor ya da bizim göremediğimiz, bizim henüz algılayamadığımız Türkiye'nin başka ihtiyaçları var. Ve o ihtiyaçlar karşılığında iktidarı yönetip yönlendiriyorlar. Yani bu bu konuda Birden fazla gücün olduğuna inanıyorum ben. Yani bir tek değil. Bir üst akıl varsa o üst akılda bir tane değil yani. Birden fazla var. Zaman zaman A grubu devreye giriyor. Zaman zaman B grubu devreye giriyor."
Suudi Arabistan'da Galatasaray ve Fenerbahçe'nin stada Atatürk yazılı formalarla girmesi üzerine konuşan Öztürk şöyle devam etti.
"Bu bu görünüş yani Erdoğan'ın spora siyaseti alet etmeyin demesi zaten her şeyi açıklıyor. Bugüne kadar iktidarı boyunca sporun her alanına hatta Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı'nın kim olacağının belirlenmesine kadar karar verici olan Erdoğan birdenbire yaşananlardan sonra spora siyaseti karıştırmayın deyince orası tehlikeli alan oluyor. Zaten birkaç gündür hiç kimse bu konuda bir söz söylemiyor. Ne bileyim sosyal medyayı kullanmıyor. Sanki olay hiç yaşanmamış gibi duruyor. Bunun bir nedeni olabilir. Aslında tek bir nedeni olabilir. İi takım da İstanbul takımı. Ve yani Türkiye'de ciddi taraftar kitlesine sahip futbol takımlarından. Ve İstanbul kulübü Olduğu için bu iki kulüpte. Doğal olarak bu iki kulübün taraftarı aynı zamanda seçmen. Yani önümüzdeki yerel seçimde oy kullanacak bunlar. Bu iki kulübün birdenbire kızdıracak, küstürecek bir şey söylemek muhtemelen yerel seçim sonuçlarını etkiler. Çok ciddi etkiler. Ki bu tüyoyunun verildiği ve bunun üzerine Erdoğan'ın zaten spora siyaseti karıştırmayın dediği söyleniyor. Bir de söylediğiniz gibi Beşiktaş'ı buna eklediğiniz zaman bu üç kulübün taraftarının İstanbul'da aynı zamanda seçmen olan kitlesi İstanbul'daki seçim sonucunu çok ciddi bir oranda belirleyicisi haline getirir.""Bence birden bire ortaya çıkmış bir kriz değil, hesaplanmış bir şeydi"
Suudi Arabistan'da yaşananlara ilişkin konuşan Ahmet Nesin, "Bir şey söyleyeceğim burada. Dünyanın başka gelişmiş ülkelerinde var mıdır bilmiyorum. Ben işte İngiltere'de yaşadım. Fransa'da yaşıyorum. Almanya'da yaşadım. İsviçre'de yaşadım oranın da büyük kulüpleri var hele İngiltere'nin, Almanya'nın dünya çapında kulüpleri var. Manchester'de oturan bir insanın Londra'daki bir takımı desteklediğini on binde bir falan görürsünüz, yirmi binde bir falan. Ya da ne bileyim ben başka güneyi de güney şehrinin takımının Londra takımını ya da Köln Köln'de oturan bir Almanın Berlin'i desteklemesi. Bu bir tek Türkiye'de olan bir şey. Türkiye'nin bütün illeri üç İstanbul kulübüne bölünmüş durumda esasında. Mesela Trabzon aynı şeyi yakalayamadı. Yakalaması da mümkün değil. Çünkü Karadenizliler de kendi aralarında ciddi bir tartışma içerisinde. Mesela Rize, Ordu, Trabzon'dan pek barışık değildir hiçbir zaman" diye sordu.
Gazeteci Serdar Öztürk de "Bence bu hesaplanmış bir şeydi" diyerek şu yanıtı verdi:
"Bizdeki işte aslında Erdoğan'ın o söylediği ama aslında tam tersi olan siyasetin futbolun içinde, sporun içinde olmasından kaynaklanıyor. Ama Erdoğan yönetimi zaten sadece sporun değil her şeyin içinde. Şimdi her şeyin tek karar vericisi olduğu için doğal olarak bizde böyle bir sonuç yaşıyoruz. Ama bu çok hesaplanmış bir şey değil. Yani o bir tesadüftü falan denmesine de çok kabul edemiyorum. Bence bu hesaplanmış bir şeydi. Bu birdenbire böyle ortaya çıkmış tam da maç günü iki kulübün başkanlarının ve yöneticilerinin ortaya çıkardığı bir kriz değil." "Türkiye'nin futbolu üzerindeki bu sorun ciddi ama hep öteleniyor"
Gazeteci Ahmet Nesin, "Ben şey diye düşünüyorum. Ne diyorsun? Bilmiyorum yani. Atatürk fotoğraflı tişörtler ya da yurtta sulh cihanda su pankartı falan bunlar son anda maç oynanmasın diye iki kulüp başkanının aldığı kararlar gibi geliyor bana" dedi.
Nesin'e yanıt veren Serdar Öztürk şöyle dedi:
"Yani ben birkaç yerden şöyle bir izlenim edindim. Türkiye'deki futbol kulüpleri şimdi biraz siz Avrupa'dan örnekler verdiniz İngiltere'den, Almanya'dan. Orada futbol kulüplerinin yönetimi çok ciddi bir şeydir. Türkiye'de ise futbol kulüpleri hala dernekler yasası üzerinden yürütülüyor. Yani futbol kulüplerinin nasıl yönetileceğine dair özel bir yasa yok. Dernekler yasasına bağlı. Yani Fenerbahçe'de, Galatasaray'la, Trabzonspor'da ya da Türkiye'nin herhangi bir takımı da bir dernek statüsünde aslında. Bugün günümüzde futbolun bir ekonomi haline gelmesi, kocaman bir ekonomi haline gelmesi bu dernekler yasasıyla bu iş Çok uzun zamandır tartışılıyor kamuoyunda. Nedense bir çözüm bulunmuyor. Bulunmamasının nedeni de dernekler yasası üzerinden spor kulüplerini yönetmek politikacılar tarafından yönetmek çok kolay görünüyor. Zaten bugün geldiğimiz noktada da Türkiye'deki işte bugün tartıştığımız iki spor kulübü de dahil çok ciddi maddi borçları var. Yani parasal sıkıntı içindeler. Ve siyasi iktidarlar onlara öyle ya da böyle bir takım ekonomik olanaklar sağlayarak ayakta duruyorlar. Bunu af getiriyorlar işte. Af getiriyorlar. Bunu anımsarsınız şeyde de vardı. Bu tartışma ama işte siyasetin gündeminde eridi gitti. Bu naklen yayın hikayesi. Yayıncı kuruluş geldi dedi ki ben kardeşim şu kadar arttırıyorum. İsterseniz verirsiniz isterseniz vermezsiniz dedi. Bir sürü kavga çıktı Ama sonuçta yayıncı kuruluşun dediği oldu. Yayıncı kuruluş kim? Ona da baktığınız zaman o da Katarlılar. Yani şu anda Türk futbolunu, futbol müsabakalarını yayınlayan yayıncı kuruluş Türk değil. Katarlıların o zaman da ses çıkarılmadı. Ya da bir ses çıkarsa bile sonuçta onların dediği oldu. Niye oldu? Çünkü siyaset girdi, müdahil oldu. Yine Erdoğan karıştı. O işi tatlıya bağlamaları meselesinde. Sizin de az önce söylediğiniz gibi vergi indirimi ya da yeni teşvikler karşılığında işte yayın hikayesine dokunulmadı. Şimdi bu Türkiye'de bu özellikle futbol üzerindeki bu sorun ciddi ama hep erteleniyor. Bundan daha iki ya da üç hafta önce anımsarsınız. Ankaragücü başkanı ki AKP'nin eski milletvekili ve Erdoğan'ın ilk Ankara'ya geldiğindeki ev sahibi girdi sahaya hakemi yumrukladı. İşte Halil Umut Meler, hastaneye kaldırıldı. Şu oldu, bu oldu. Ne oldu? Tutuklandı. On dört gün sonra serbest kaldı." "Başka bir oyunla bunu hallettiler. Ve bütün Türkiye'yi arkalarına aldılar"
Ankaraspor teknik direkterörü Faruk Koca'nın tutuklanmasına ilişkin konuşan gazeteci Serdar Öztürk, "On dört gün sonra serbest kaldı. Şimdi bu olayı bu en son yaşanan olaydan ayrı tutamazsınız. Yani Türk futbolunun içinde bulunduğu siyasetle iç içe geçtiği durumdan ayıramazsınız. Ama burada biraz spor kulüplerinin de bir eleştiriye ihtiyacı var geliyor bana. O da şu. Aslında bu birdenbire ortaya atılan bir durum değil. Yani gidip Suudi Arabistan'da hadi Süper Kupa kupa finali yapalım. Denmiyor. Bu kulüplerle danışılarak yapılıyor. Niye? İşte iki yüz milyon dolar verecek diye. Yani o da kulüplere ve para. E tamam gidelim deniyor. Yani buna" dedi.
Öztürk'e yanıt veren Ahmet Nesin de "Kafamın karıştığı nokta şu. Galatasaray kulübünün başkanının maddi durumunu ve siyasi konumunu çok bilmiyorum ama iki yüz milyon diyelim ki yüzer yüzer verilecek. Bu rakamla Ali Koç'u pek ikna edemezsiniz gibi geliyor bana. Bana öyle geliyor ki işte iktidarın bu isteğini hayır demeyelim. Ama zamanı geldiğinde bu işin bozalım gibi bir Kemalist, laik bir oyunda Erdoğan'a oynanmış gibi geliyor bana. Bunu Galatasaray da yapabilir, Fenerbahçe de yapabilir. Yani iktidarı ayıp olmasın diye kabul edermiş gibi yapalım. Çünkü hala bir daha söylüyorum. Yani yurtta sulh, cihanda sulh. Afişini oraya çıkartmanın bunu eleştiri anlamında söylemiyorum. Bozmak için kurulmuş bir oyun gibi geliyor bana. Yani Fenerbahçe ve Beşiktaş işi politikaya sokmak istemedi. O yüzden Erdoğan'a ya da Futbol Federasyonuna karşı çıkıp da bir polemik yaratmak istemedi. Başka bir oyunla bunu hallettiler. Ve bütün Türkiye'yi arkalarına aldılar." "MHP Yargıtay üçüncü ceza üzerinden Canı Atalay kozuyla AKP'yi sıkıştırıyor"
Gazeteci Serdar Öztürk, spor dünyasının politikleşmesi ve Suudi Arabistan'ın futbol üzerinden imajını güçlendirme çabaları hakkında dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Öztürk, İspanya Kral Kupası'nın Suudi Arabistan'da oynanmasının, ülkenin spor üzerinden politik bir açılım yapma çabasının bir parçası olduğunu belirtti. Bu stratejinin bir örneği olarak, dünyaca ünlü futbolcu Ronaldo'nun Suudi Arabistan kulübünde oynaması ve ülkenin katı Vehhabi yasalarının bu oyuncu için esnetilmesi gösterildi. Öztürk şöyle devam etti:
"Ama şunu gözden kaçırmamamız lazım. Örneğin bu haftaya da önümüzdeki hafta İspanya Kral Kupası da Suudi Arabistan'da oynanacak. Aynı nedenle. Şimdi hangi İspanya kupası. Aynı bizim süper kupa gibi. Daha önce İngiliz takımları da benzeri şeyi yaptı. İngiltere kaldı mı? Yani söylemek Istediğim şey madalyonun bir tarafı da bu. Yani siz uzun süredir Suudi Arabistan kendi rejimini bir nevi onaylatmak adına böyle bir açılım yaptı. Yani zengin iş adamlarının gidip yabancı kulüpleri almasıydı. Örneğin dünyada sayılı futbolcular arasında sayılan Ronaldo şu anda bir Suudi Arabistan kulübünde top oynuyor. Ve Suudi Arabistan'ın bildiğimiz o Vehhabi dinine ait yasaklarının dışında tutuldu. Yani nikahsız olarak bir çok ciddi taviz verildi. Yani bu şu anlama geliyor. Aslında din değil oradaki karşılaştırılan ya da rekabet edilen şey din değil. Ama dediğiniz doğru Avrupa ülkeleri de son zamanlarda özellikle Suudi Arabistan'da böylesine sportif faaliyetlerin yapılıyor olmasını bir nevi eleştiriyorlardı. Yani demokrasi üzerinden eleştiriyorlardı. Türkiye'de bu iki kulüp yani bu iki kulübün taraftarlarının politik düşüncelerini ya da inançlarının seküler olduğu söylemek çok da şey olmaz, yanlış olmaz. Yani her iki kulübün taraftarı da çok tepki gösterdi bu işe. Baştan iptal edemedikleri için bence gibi böyle bir işte maça çıkılacak bir tişörte falan bahane edilerek uzun süre yayılarak yani sorun. Böyle bir çıkış yolu bulundu gibi geliyor bana. Çünkü bu daha önceden böyle bir şey konuşulmuş olsaydı daha nasıl bir tepki verirlerdi onu bilemiyoruz. Bu son bir haftanın yaşanan olayları hatta son iki günün yaşanan olayları. O yüzden dediğinizde bir doğruluk payı mutlaka var. Ama bunu kulüp başkanları kendi başlarına mı yaptılar yoksa taraftarlarından gelecek tepkiye ve başka oluşturan maddi güçlerini oluşturan başka güçlerin de telkinleriyle mi böyle bir yola girdiler? Onu onu kestirmek zor. Çünkü açıklama yapan yok. Yani olay geçti. Üstünden üç gün geçti. Kimse açıklama yapmıyor. Bir tek Suudi Arabistan ortak açıklaması vardı. Hiçbir anlam taşımayan bir açıklamaydı. O açıklamanın dışında bir açıklama yok. O yüzden yani sizin dediğinizin olma olasılığı daha yüksek. Ben hatta bir ara acaba iktidar böyle bir tartışma yaratarak tam da yılın son döneminde işte bu asgari ücreti emekli zamlarını şunu bunu tartışılmasın. Bunların üstü otursun diye mi acaba iktidar mı bunu yapıyor? Diye düşünmüştüm. Ama Erdoğan'ın açıklamaları gösterdi ki Erdoğan'ın da çok kontrol edebildiği bir şey değil. Yazılana, çizilene baktığımızda baktığımızda ise zaten Erdoğan'ın aslında bu oynayın diye yani oynansın bu maç diye ciddi bir ısrarda bulundu. Karşı tarafın çok direnmediği buna ama bir takım danışmanların efendim bunu daha fazla ilerletirsek Türkiye'de ortaya çıkacak tepki yerel seçimlerde bizi çok pahalıya mal olur. Onun için biz bu işin içinde hiç yokmuş gibi davranalım. Sözünü dün akşam bozdu onu. Evet yani o ama yine de spora siyaseti alet etmeyin diyerek kendisinin bu işlerin hiç içinde olmadığı izlenimini verdi. Zaten şeyin AKP'nin milletvekillerinin sosyal medyadaki paylaşımlarına bakarsanız bir önce bir böyle bir tepki gösterir gibi oldular. Sonra hepsi ortadan kayboldu. Ama bu yine de Türkiye'de birçok şeyin üstünü örtmesi bekleniyordu bence. Bunların başında Sinan Ateş cinayeti geliyor. Çok önemli bu. Bence yani bu Sinan Ateş cinayetinde son bilirkişi raporunun mahkemeye ulaşan son bilirkişi raporu ciddi bir bir grubu özellikle de Milliyetçi Hareket Partisi'ni çok ciddi bir sıkıntıya soktu. Bir takım organik bağları resmi olarak ortaya çıkardı. Birtakım suç delilleri artık mahkeme kayıtlarına girdi. Şimdi sanki karşılıklı satranç oynanıyor gibi. Nedir bu satranç Işte ne oldu? İkinci defa Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararı vermesine rağmen Can Atalay konusunda döndük başa. İstanbul On üçüncü ağır ceza mahkemesi bir önceki kararının aynısını aldı. Topu attı Yargıtay üçüncü Ceza Dairesi'ne. Muhtemelen yılbaşından sonra Yargıtay üçüncü Ceza Dairesi de aynı kararı verecek. Bu sefer suç duyurusunda bulunacak mı? Bulunmayacak mı Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında onu bilemiyorum ama muhtemelen aynı kararı verecek. Bunu bunu şunun için şuna benzetmek istiyorum. AKP Sinan Ateş dosyası üzerinden ortağı MHP'yi sıkıştırıyor. MHP de Yargıtay üçüncü ceza üzerinden Canı Atalay kozuyla AKP'yi sıkıştırıyor." "Meral Akşener'in bundan sonraki siyasi çizgisi Erdoğan'a yakın olacak"
Gazeteci Ahmet Nesin, "Şimdi çok güzel söylüyorsun. Bu bunların analizlerini yapabiliyoruz falan filan. Ama Can Atalay kararının sonrasında Meral Akşener'den Can Atalay'ın milletvekili hem yapılması üzerine bir açıklama yapıyor. Hadi gel de analizini yap bakalım." dedi.
Serdar Öztürk de şöyle devam etti:
"Ben Meral Hanım'ın bundan sonra siyasi çizgisinin Erdoğan'a yakın olacağını daha önce konuşmuştuk. Aslında Meral Akşener'in bu söz Erdoğan'ın niyetini açıklıyor. Yani MHP'nin karşısında duruyor. Daha önce konuşmuştuk bunu biz. Yedek MHP diye. Tam yedek MHP böyle yapıyor. Yani hayır ama bir parti şu anda Can Atalay HDP milletvekili olsaydı aynı açıklamayı yapar mıydı Meral Akşener? Mümkün değil mümkün değil yapmazdı. Ama Erdoğan da Can Atalay'ın milletvekilliği yapılmasından yana yani Erdoğan rahatsız. Erdoğan şundan da rahatsız. Şimdi Geçen hafta mı daha önce mi konuşmuştuk? Tabii geçen hafta on yedi yirmi beş bir milat vardı Erdoğan için. Yani özellikle bu iktidara geldikten sonra iktidarı birlikte yürüttüğü tırnak içinde söylüyorum. FETÖ sonradan FETÖ diye adlandırdığı işte o cemaat yapılanmasıyla Erdoğan gayet işleri düzgün yürütüyordu. Sonra ortaklık bozulunca Erdoğan onun yerine MHP'yi ikame etti. Şimdi MHP bir defa şunu çok iyi biliyoruz ki güvenlik bürokrasisinde ciddi derecede kadrolar yani bu süre içinde. Hele Süleyman Soylu'nun zaman da yani artık kılcal damarlarına kadar girdi. Mahalle bekçileri bile alınırken MHP referansı alındılar mahalle bekçileri." "Bugün söylediğinin yarın aksini söyleyebiliyor"
Ahmet Nesin, "Ben hala burada şüpheliyim şu açıdan. Bir siyaset ki eğer ciddi bir siyaset siyasetçiyse hep söylediğim gibi kullanışlı eleman değilse bir dönem işte dindar grup olan Fethullah Gülen'i ve onun bürokrasisiyle çalışıp sonra senden vazgeçtim. Ben milliyetçi dindar işte Türk İslam sentesindeki MHP'yle çalışacağım ve onun bürokrasisiyle çalışan çalışacağım demez. Yani şey gibi işte bir döem NATO'cu olacağım. Sonra Şanghaycı olayım. Sonra bir daha NATO'cu olurum. Bu bir siyasetçinin tavrı değil. Bu yukarısının Erdoğan'a kimle çalışacağını söylemesi sonucunda olan bir şey" dedi.
Serdar öztürk, "Doğru yani buna yüzde yüz katılıyorum ama bir de Erdoğan'ın şu özelliğini unutmamak lazım. Erdoğan bazen sorunları zamana bırakıyor. Yani şu şunu kabul ediyorum. Erdoğan kinci mi kinci? Erdoğan'ın üzerinde bir akıl, şunu ya da bunu böyle yapmalısın. Bununla ittifak kurmalısın. Tamam bu da olasılıkların içinde ve kabulleneceğim bir şey ama bir de Erdoğan'ın kendi özelliklerini unutmamak lazım. Kişisel olarak da Erdoğan siyasetini yüzde yüz bir temel üzerine oturtmuyor. Bugün söylediğini yarın aksini söyleyebiliyor. Ama Erdoğan'ın bir özelliği de bu yapmak istediklerine kafasının içindekileri geniş bir zamana yayabiliyor. Şimdi daha önce bu konuşulmuş konular arasında hep şunu söyledik. Yani ben özellikle bu konuyu önemli olduğunu düşünüyorum. Erdoğan'ın önünde iki tane önemli şey var. Engel var. Yani yerel seçimlerden Erdoğan büyük bir yenilgiyle çıkıp hani siyaseti yeni bir erken seçime götürecek bir sonucun dışında o sonucun dışında Erdoğan'ın takvimi, önündeki takvimde iki tane aşılacak engeli var. Bu engellerden biri Cumhurbaşkanı'nın ikiden fazla görev yapamayacağı anayasadaki kuralı. İkincisi de yüzde elli artı bir. Cumhurbaşkanı'nı seçilmek için almak zorunda olduğu oy. Şimdi Erdoğan ikincisinde tokadı yedi. Yüzde elli biri tartışmaya açtı uçakta gelirken. Devlet Bahçeli yani ortağı en büyük desteği vermesi gereken Devlet Bahçeli hayır yüzde elli artı bir. Biz daha önce ne düşünüyorsak şimdi aynı şeyi düşünüyoruz dedi. Şimdi yüzde elli bir, elli artı bire kapattı. Yüzde elli artı bir Konusunu kapattıysa ikiden fazla Cumhurbaşkanlığı seçilme konusunu açmaz Erdoğan. Yani Erdoğan onu açmaz çünkü o zaman bu anayasa değişikliğini kendisi için istiyor denilmesine neden olur bu. Bunu yapmayacak kadar akıllı bir siyasetçi Önceliği onun yüzde elli artı bir. Şimdi yüzde elli artı bir konusunda ya Devlet Bahçeli'yi ikna etmek zorunda. Bundan sonraki süreçte ya da Devlet Bahçeli'nin yerine birilerini ikame etmek zorunda. Şimdi geçtiğimiz hafta Davutoğlu bir açıklama yaptı dedi ki biz yerel seçimlerde Erdoğan partisiyle ittifak yapabiliriz dedi" Ahmet Nesin de, "Peki bir şey soracağım. Erdoğan hiç açıklama yapmadan AKP elli artı bir konusunu anayasa maddesini anayasa maddesini onu da bilmiyorum ya seçim Anayasa mı? Meclise getirse önerge olarak. İçeri Erdoğan'ın tartışmadan AKP getirse. Meclise sunsa. CHP, AKP, İYİ Parti, HDP o geçer mi geçmez mi?"
Serdar Öztürk, "Yani onların siyasi tavrı ne olacak bilinmez ama Erdoğan böyle bir riske girmez çünkü yine bizim anayasamıza göre reddedilen bir kanun teklifini bir yıl süreyle yeniden getiremiyorsunuz. Bu önemli Erdoğan için yani" şeklinde konuştu. "Erdoğan şu anda MHP'den ve Bahçeli'den böyle bir yeşil ışık alamıyor"
Gazeteci Serdar Öztürk, Türk siyasetindeki gelişmeler üzerine dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Erdoğan'ın Bahçeli'den yeşil ışık alamadığını söyleyen Serdar Öztürk şöyle devam etti:
"O yüzden Erdoğan da bildiğiniz Erdoğan bunu garantilemeden yani en azından halk oyununa gidecek bir sayı olan üç yüz altmış altıya getirmeden... Dört yüzü bulursa zaten biliyorsunuz sorun yok ama yani orada o siyasi partilerin sadece bir tek maddelik anayasa değişikliği için böyle bir şeye kalkışmaları mümkün değil. Bir madde CHP için olacak. Diyelim ki bir madde DEM Parti için olacak. Bir madde ya da birkaç madde başka siyasi partiler için olacak. Daha önce yaptığı gibi asıl yapmak istediği değişikliklerin yanında böyle garnitür sayılabilecek değişiklikleri de koyup Anayasa değişikliği yapmayı planlıyor ama Erdoğan şu anda MHP'den ve Bahçeli'den böyle bir yeşil ışık alamıyor. Burada başka bir tehlikeye dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bunu söylediler. Yani kulislerde de dinlenmeye başladı. Belki de önümüzdeki günlerde daha yüksek sesle söylenecek. Milliyetçi Hareket Partisi de boş durmuyor. Erdoğan'a karşı. Yani Erdoğan Milliyetçi Hareket Partisi'ni zayıflatmaya, MHP'nin yerine ikame etmeye uğraşıyor ama MHP de kendi yerini sağlamlaştırmak için aslında yerel seçimleri bir fırsat olarak görüyor. Nedir o? Erdoğan en çok istediği Ankara İstanbul'da Erdoğan'a istediği desteği vermemek diye özetlenecek bir tutum. El altından MHP'lilere ya da MHP kendi tabanına seçime gitme diyebilir. O da önemli bir şeydir. Yani sonuçta sandığa gitmeyin. Ya da Erdoğan'ın AKP'nin adayına oy vermeyin diyebilir. Böylelikle Ankara'yı da İstanbul'u Erdoğan'ın yeniden kazanma planını suya düşürebilir. Çünkü Erdoğan Ankara ve İstanbul'u kazanarak oradan bir sadece bir ekonomik güç değil. Yani ileride yerel yönetimler üzerinden ekonomik olarak bir rant kapısı değil. Siyaseten de bir güç elde etmeyi düşünüyor. Yani geri aldık kaybettiğimizi geri diyerek onun siyasi rüzgarıyla..."
Ahmet Nesin de, "Anayasa değişikliği olacak yani herkes iki seçimi belediye seçimlerini konuşuyor ama yedi Haziran seçimlerini kimse konuşmuyor. Erdoğan'ın esas yenilgisi HDP ve MHP'ye karşı yenilgidir. Seksen milletvekili çıkartarak o günden sonra HDP'ye savaş ilan edilmiş, barış falan her şeyi bir kenara atılmış. MHP de AKP saflarına çekilmiş. Şimdi ilginç bir şey var. Erdoğan ve bir takım yetkili AKP'liler o kadar açıklaması yapmasına rağmen niye yılbaşı öncesi hala belediye başkan adayları açıklanmadı."
Sürecin bütün siyasi partiler için büyük bir sorun olduğuna dikkat çeken Serdar Öztürk de şöyle dedi:
"Bütün siyasi partiler için şu anda büyük bir sorun. Yani daha önce böyle yaşandı mı bilmiyorum ama çoğu yerde haber olmamış. Ufak haberlerle geçiştirilmiş. Beni uyardılar. Ben de kontrol ettim. Doğru. Dün Cumhuriyet Halk Partisi Manisa'da Yunus Emre Belediye belediye başkanı adaylığı için ön seçim yapmış. Manisa CHP'nin yani bir CHP Genel Başkanı'nın memleketi Özgür Özel'in. Dün yapılan ön seçimde ise CHP Yunus Emre Belediye Başkanı Adaylığına iki isim katılmış. Bunlardan birisi Semih Balaban. Diğeri de Özgür Özel'in adayı olarak görülen Devrim sanırım bir isim... Şimdi seçim sonucunda Semih Balaban sekiz yüz yirmi oy almış. Devrim ise yedi yüz yetmiş üç oy kazanmış. Bu demektir ki ön seçimi Semih Balaban kazandı. Ama bu tırnak içine söylemek lazım. Hakim huzurunda Yapılan bir seçim değil. Yani bir temayül yoklaması. Öyle de olsa Semih Balaban kazanmış. Semih Balaban kim? Semih Balaban daha önce Özgür Özel'i kendi mahallesinde, Manisa'da kendi mahallesinde delege seçtirmeyen il başkanı. Yani Özgür Özel'e tamamen karşı olan, hatta bu Kılıçdaroğlu Özge Özel Genel Başkanlık yarışmasında Kılıçdaroğlu'nun adaylığı konusunda bayrağı tutan, en önde tutan isim. Ve son olarak bu on dört Mayıs'taki seçimlerde bu milletvekili seçimlerinde Balaban daha iyi yerden milletvekili adayı olup şu anda meclise gidebilecekken listeleri hazırlayan Özgür Özel tarafından sekizinci sıraya konup seçilmeyecek yerden milletvekili adayı yapılan bir isim. Yani aralarındaki tartışma çok uzun süredir devam ediyor." "Erdoğan için Ankara ve İstanbul ise çok önemli"
İmamoğlu'na yakın adayların en az 5 puan geriden geldiğini söyleyen Serdar Öztürk şöyle devam etti:
"Her siyasi partinin içinde birtakım sıcak gelişmeler var. Erdoğan için Ankara ve İstanbul ise çok önemli. Bu yazılıp çiziliyor. Ben de konuştuğumda aynı şeyleri dinliyorum. İstanbul için Erdoğan'ın bugüne kadar kendi kafasından geçirdiği ya da masaya gelen adaylar için de henüz Ekrem İmamoğlu'na oy oranına yanaşabilecek isim yok. En çok yanaştığı söylenen isim beş puan yanaşıyor. Ondan sonrakiler sekiz puan, dokuz puan böyle devam ediyor. Şimdi böyle bir siyasi seçenekte biraz önce konuştuğumuz Erdoğan kazanabilecek aday arayışında yani ne yapmalıyım kazanabilirim telaşında. Ama o da aleyhine işliyor. Neden aleyhine işliyor? İşte Erdoğan bir taraftan beş puan kapatmaya uğraşırken Öbür taraftan pat diye bir futbol müsabakasındaki bir olay yaşanıyor. Aradaki fark belki de şimdi beş puan değil de yedi puan, sekiz puan açılmış durumda. Erdoğan'ın açıklamamasının nedeni bu. Yani Erdoğan, Ankara ve İstanbul konusunda bunu muhtemelen önceliyor. Ardından da bize kadar geldiyse bu siyasi dedikodular. Erdoğan'a mutlaka gitmiştir. Nedir o? İşte MHP'nin desteklemeyecek olma ihtimali. Yani Erdoğan'ın bundan haberi olmaması mümkün değil. O yüzden Erdoğan MHP'nin halinde İstanbul'da ve Ankara'da ne yapabilirizi hesaplıyordur. Ertelemesinin nedeni odur. Ben sanıyorum CHP'nin de herhalde beşinde ya da sekizinde tam bilmiyorum. Parti meclisi var. Erdoğan da aşağı yukarı Tarihlerde bir gün önce ya da bir gün sonra bir iki yüz civarında yeniden bunların içinde büyük şehirlerin bir kısım büyük şehirlerin de olduğu adayları açıklayacaklar. Türkiye her geçen gün başka bir gündemle uyandığı için güne ondan sonrası Erdoğan'ın da kontrolünde nasıl gidecek? Bu konuda benim endişelerim var. Çünkü Erdoğan gündemi kontrol edemiyor artık eskisi gibi. Edemediği kontrol edemediği gündem nedeniyle de Erdoğan bir hezimet yaşamaktan endişe duyuyor. Yani hani o meşhur atasözünde olduğu gibi Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak için Ya biz tamam Ankara'yı, İstanbul'u tekrar geri almasak bile bir hezimet de yaşamayalım, bir erken seçimle muhatap olmayalım istiyor. Çünkü Erdoğan'ın yerel seçimlerden sonra, önünde dört yıl gibi çok uzun bir süresi var. İlk defa bakın o aklıma geldi. Erdoğan ilk defa asgari ücreti çıkıp kendisi açıklamadı. Farkındaysanız. İlk defa. Oysa Erdoğan ve Erdoğan yönetimi verilen ya da tespit edilen bu asgari ücretin halk arasında Memnuniyetle karşılanacağını ya da çalışma hayatında olumlu karşılanacağını düşünseydi Erdoğan saat başı çıkar bunu bir müjde olarak duyururdu.
Erdoğan bile bunu tersine çeviremeyeceğini düşündüğü için çıkıp ilk defa asgari ücret konusunda bir açıklama yapmadı. Müjde demedi. Bakın yılın son günü emekli emeklilerle ya da diğer çalışanlara maaşlarıyla ilgili bir açıklama yapılmadı Bu gece geç saatlerde yapılır. Hani yılbaşı gelmeden önce, yapmadan önce yapalım bunu da yarın ne olursa olsun diyebilirler. Ya da önümüzdeki günlere kalabilir. Yani ekonomide sıkışmış vaziyette. Erdoğan politik anlamda da sıkışmış vaziyette. MHP bunun farkında yani Erdoğan'ın sıkışmışlığının farkında. Şu anda MHP Erdoğan'ın üzerinden ne kazanabilirsek pazarlığı yapıyor. Yani Can Atalay konusu o yüzden Erdoğan'ın çok ses çıkaramadığı bir alan haline Geldi. Yoksa Erdoğan çıkıp şey demek istiyor. Ya kardeşim adam milletvekili seçilmiş. Buyurun hukuka demek istiyor. Aslında içinden geçen bu. Bunu kendi yakınlarına söyletiyor. Ama biliyor ki Yargıtay üzerinden yani yargı bürokrasisi ve Özellikle de güvenlik bürokrasisi üzerinden MHP kendisini fena halde sıkıştırıyor. Bu sıkıştırmanın neticesinde de yani şimdi siz de bilirsiniz yani bu mesleğin içinde olan aslında herkes bilir. Bir yerde ortalık düzgün ilerliyorsa, İşler düzgün gidiyorsa, gazeteciye pek yazma konusu çıkmaz. Oradan bilgi sızmaz. Bir yerde işler, bir çekişme varsa, bir ters gidiş varsa işlerde mutlaka bir kaynak çıkar. Oradan bir gazeteciye ulaşır ve o bilgiyi Şimdi bu Sinan Ateş dosyasında birdenbire bilginin sızdırılması rastlantı mı? Bilirkişi raporunun. Değil. Ama işte yargıdaki bir grup bilirkişi raporunu sızdırırken bugün ne oluyor? Aynı Cumhuriyet Başsavcılığı bu bilgilerin yayınlanmasının suç olduğu yani soruşturmanın gizliliğine helal getirdiği düşüncesiyle ya da iddiasıyla soruşturma açıyor. Şimdi bu iki grup arasında yani yargıda bile orada yargı bürokrasisinde iki Grup arasında bir siyasi çekişmenin nedenidir. Daha bir hafta önce işte genç bir gazeteci bu İstanbul'da İstanbul Adliyesi'nde yaşananlarla ilgili bir iki tane haberi yeniden yazdığı yeniden yayınladığı için tutuklanmadı mı? Furkan sanırım ismi. Yani Bunlar rastlantı değil. Herkes kendi elindeki kağıdın büyüklüğüne göre kendine yol açmaya uğraşıyor. Bence o yüzden işte Can Atalay meselesi de bu yüzden çıkmaza giriyor. Gidip Yargıtay üçüncü Ceza Dairesi'nde şimdi herkes şey bekliyor. Geri gönderecek Dosyayı tamam canım salıverin diyeceğini bekliyor. Hayır başa dönecek. Gibi geliyor bana. Hak ihlali kararı oy birliğiyle. Evet. Hak ihlali kararı on birliği. Ama bu milletvekilliği hikayesi üç ya da dört kişi karşı çıkmış." "Herkes elindeki oyuncağını sana vermem diyerek mızıkçılık yapıp gidiyor"
Gazeteci Ahmet Nesin, "Sanırım ama olunca ne olacak acaba? Gidiyor yani. Daha azdı. Evet diyenler yani Can Atalay'a hak verenler daha azdı. Bu ikincide daha fazla oldu. Üçüncüde tamamı olunca ne yapacaklar acaba? Hiçbir şey değişmeyecek belki" dedi.
Serdar Öztürk ise, "Hiçbir şey değişmeyecek. Çünkü oradaki mesele sayısal çoğunluk meselesi değil. Mesele iki siyasi ortağın herkes elindeki malzemeyi ya da herkes elindeki oyuncağı. Bunu ben sana vermem diyerek mızıkçılık yapıp işte paylaşmadan gidiyor. Bu benim oyuncağım, bunu da ben oynayacağım diyor. Hatta güvendikleri bir başka daha var bence. İki bin yirmi dört yılında Anayasa Mahkemesi'nin sanıyorum üç ya da dört üyesi değişecek. Ve tamamen Erdoğan'ın seçtiği üyelerden sırf Erdoğan üyeleri olacak ama ona güveniyorlar gibi geliyor ama Erdoğan da bu konuda yanılarak MHP'den yana tavır takınacak üye oluşturmayacağını düşünüyorum" dedi.
Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimine ilişkin konuşan Ahmet Nesin de, "Hayır bir de şöyle bir şey var. Erdoğan bile seçse. Kim seçerse seçsin. Diyelim ki ben oldum, ben seçtim. On beşini birden uluslararası yasaları kendine fazla güldürmemek için o anki iktidarı seçen iktidarın aksine kararlar vermek zorundadır. Anayasa Mahkemesi böyle bir şey. Yani bütün mahkemeler böyle de ama Anayasa Mahkemesi'nin işte siyaset belirlediği için üyeleri söylüyorum. Burada çok önemli. Anayasa Mahkemesi Avrupa Birliği'nden, Avrupa Konseyi'nden, dünya işte barışı, dünya insan hakları şundan bununla yaptığı ortak anlaşmalar var. Milletin dalga geçmemesi açısından milletin anayasa mahkemesinin aldığı kararlar sonucunda bu devlet faşizmini kabul etmeden yani dünyayı söylüyorum burada. Birtakım kararlar almak zorunda AKP'ye karşı da olabilir, MHP'ye karşı da olabilir. Laiksizme karşı da olabilir bazen hiç belli olmaz. Hukuk yönünden karar alacak. Doğrusunun yanlışını tartışmıyorum ama o anda hukukun dediği neyi yapacak? Anayasa Mahkemesi böyle bir şey. Yani Erdoğan'ın geçmiş olması Bütün kararları Erdoğan'ın lehine alacak diye bir şeyle karşı karşıya bırakmıyor bizi. Bu Ahmet Necdet Sezer için de geçerliydi. Abdullah Gül için de geçerliydi" dedi. "Türkiye iki yerde de tökezlemiş vaziyette"
Can Atalay hakkındaki kararlara ilişkin Serdar Öztürk sözlerini şu cümlelerle tamamladı:
"İki yerde de Türkiye tökezlemiş vaziyette. Hem anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması konusunda hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygulanması konusunda. Yani Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamıyorum diyerek zaten sabıkalı hale gelmişti. Bir de şimdi kendi içindeki yani kendi iç hukukundaki anayasa mahkemesinin kararlarını Tanımıyorum deyince Türkiye'nin orada şöyle bir açmazı oluyor. Bunu sadece bir siyasi sonucu olmuyor. Bunun ekonomik sonucu da oluyor. Siz Avrupa'nın hiçbir ülkesinden para bulamıyor hale geliyorsunuz. İşte öyle karar vermedikleri için de kara cübbeliler diyor. Yani öyle bir kullanıyor. O da tehlikeli bir tanım aslında. Politika yani siyaset anlamında. Şimdi iki taraf da böyle bir yani ucundan çekiştirdiği için ortada hukuk kalıyor. Hukuk kalıyor. Sanki şöyle anlaşılıyor canım. Ne olacak? Buna da uymayıversinler. Öyle değil o değil. Tabii onun bir ekonomik sonucu var. Siz Avrupa ülkeleri ya da dünyadaki demokrasi tanımı içinde o zaman kendinize çok altlarda yer buluyorsunuz. O zaman dünyada kredi bulma riskiniz yükseliyor. Size kredi veren ülkelerin kredi verme şartları çok daha ağırlaşıyor Şimdi sadece tekrar başa dönmüş gibi olacağız ama sadece bu iş bu işin yani Araplar Atatürk'e karşı çıkıyorlardı da onun için bu iş böyle oldu muhabbetinin bir bir bedeli daha var. Nedir o? Suudi Arabistan getirmiş. Beş milyar doları Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'na yaptırmış mevduat Olarak. Şimdi yarın o beş milyar doları tartışmaya açmayacaklarına emin misiniz? Değiliz. Neden bunu böyle söylüyorum? Daha önce yaptığınız işler sizin önünüze geliyor. Nedir bu? Nedir bu? Ben seyahat sırasında okuyayım diye yanıma almıştım bir Kitabı aslında yeni yayınlanmış bir kitap değil bu. Cemal Kaşıkçı cinayetinin bütün detaylarını anlatan ve de Turkuaz Yayınları'nın yayınladığı ve de Sabah Grubu muhabirlerinin kaleme aldığı bir kitap. İçinde inanılmaz şeyler var. Yani belki yeni yazılmadı ama bitmiş şeyleri tekrar okuma şeyim oldu. Onu okurken bu olayın denk gelmesi tamamen tesadüftür. Ben o cinayeti okuyorum oradan. Yani İngiltere'ye, Amerika'ya Dışişleri Bakanı düzeyinde işte birtakım ses kayıtlarını dinletmişiz, bir takım görüntüleri göstermişiz. Yani bir gazetecinin Suudi kökenli bir gazetecinin Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda öldürülüp boğulup öldürülüp parçalara bölünüp işte imha edilmesi sürecini bütün detayıyla anlatan bir mahkeme dosyanız vardı Ne oldu? Odayı kendi elimizle götürdük. Suudi Arabistan'a teslim etmedik mi? Önce namus borcumuz dedik. Bütün dünyayı ayağa kaldırdık. Sonra geri götürüp verdik. Işte bu buna pragmatizm dememek lazım aslında Bu sizin borçlu olduğunuzda ya da parasız olduğunuzda neyi yapabileceğinizin ölçeği bence. Nereye kadar size ne istediklerini yaptırıyorlar. O yüzden sizin o üst akıl diye tanımladığınız şey belki de zaman zaman değişiyor Yönetenlerin ihtiyaçlarına göre zaman zaman değişiyor ya da bizim göremediğimiz, bizim henüz algılayamadığımız Türkiye'nin başka ihtiyaçları var. Ve o ihtiyaçlar karşılığında iktidarı yönetip yönlendiriyorlar. Yani bu bu konuda Birden fazla gücün olduğuna inanıyorum ben. Yani bir tek değil. Bir üst akıl varsa o üst akılda bir tane değil yani. Birden fazla var. Zaman zaman A grubu devreye giriyor. Zaman zaman B grubu devreye giriyor."