Konuşmasının AB'nin Türkiye raporuna işaret eden Hatimoğulları; raporu Türkiye'nin röntgeni olarak niteledi . "Tespit net, her alanda geriye bir gidiş var. Demokraside, hukukta, haklarda, özgürlüklerde geriye gidiş. 2018'den beri AB'yle müzakereler donmuş durumda ve rapor diyor ki ciddi ve derin endişeler var. Yargıda kriz var, demokraside çöküş, temel haklarda alarm var. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi güçler ayrılığını yok etti. İnsan hakları kötüleşiyor. Muhalefete baskılar devam ediyor. Bunlar AB'nin tespitleri" dedi.
Dışişleri Bakanlığı'nın bu raporu "önyargılı" olarak nitelediğini söyleyen Hatimoğulları sözlerini şöyle sürdürdü:
Kobani Kumpas Davasından tutuklu olan arkadaşlarımız bir saniye dahi içeride kalmamalı. Ve bakın Adalet Bakanı bu kararlara ilişkin verdiği değerlendirme nasıl biliyor musunuz? Bazı davalar siyasallaştırılıyor diyor. Sizin iktidarınız değil mi ki bu davaları siyasallaştıran Selahattin'leri, Figen'leri, Can Atalay'ları, AHİM'in ve AYM'nin kararlarına rağmen içerde tutarak siyasal kararlar alan sizler değil misiniz? Yargıyı da bu davaları da siyasallaştıran düpedüz sizsiniz. Türkiye'nin itibarını zedelemeye devam ediyorsunuz. Bir an önce bundan vazgeçin. AHİM kararları ve AYM kararları uygulansın. Kobani Kumpas davasından yargılananlar ve Gezi direnişi davasından yargılanan bütün arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın.
"İmamoğlu tutuksuz yargılanmalı"
Geçtiğimiz çarşamba günü Edirne'de Selahattin Demirtaş'ı ziyaret ettiklerini ve herkese selamlarını ilettiğini söyleyen Hatimoğulları; İBB davasına da değindi:
Bugün Sayın Ekrem İmamoğlu seçilmiş kimi belediye başkanlarının ve arkadaşlarının hakkındaki iddianamenin çıkmasını bekliyoruz. Bu dava da yargının siyasallaştığının en önemli göstergesidir. Ekrem İmamoğlu seçilmiş belediye başkanları ve belediye eş başkanları pekala tutuksuz yargılanabilirler. Buradan bir kez daha diyoruz ki Ekrem İmamoğlu ve seçilmişler derhal serbest bırakılmalıdır.
13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Tayfun Kahraman kararına da değinen Hatimoğulları; "Gezi davası tutuklusu Tayfun Kahraman hakkında Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararı üzerine yapılan yeniden yargılama talebini reddetti. Bu talebi reddederken Anayasa Mahkemesi'ni yetki gaspıyla suçladı. Yanlış duymadınız. Anayasa Mahkemesi'ni yetki gaspıyla suçladı. Bu düpedüz bir akıl tutulması. Alt mahkeme en üst merciyi suçluyor, kararını tanımadığını söylüyor. Hukukun ayaklar altına alınması, siyasi rekabetin düşmanlığa dönüşmesi, barışın önündeki en büyük bariyerlerdir" dedi.
Türkiye'nin komple bir cezaevine dönüştürüldüğünü öne süren Tülay Hatimoğulları şu vurguları yaptı:
Türkiye'yi komple bir cezaevine dönüştürdüler. Bütün harflerle cezaevleri yaptılar. S ve Y tipi yani kuyu tipi, tabut tipi hapishaneleri hala inşa etmeye devam ediyorlar ve orası mahpuslar için bir işkencehaneye dönüşmüş durumda. Mahpusların yaşam, sağlık, iletişim ve insan onuruna yakışır koşullarda tutulma haklarına sistematik bir biçimde bir ihlal var. İnfazı yakılanlar 30 sene yattığı halde infaz yakmaya devam ediyorlar. Ve bu konuyla ilgili devam eden açlık grevleri var. Bütün bunlar görmezden geliniyor. Antidemokratik uygulamaların tavan yaptığı bir dönemden geçiyoruz ne yazık ki. Hükümet AB raporunu görmezden gelmemeli. Bu durumu daha fazla sürdürmemeli. Türkiye'ye daha çok zarar vermekten vazgeçmeli. Türkiye'nin bu raporu ters yüz etmesi için tarihi bir fırsat var.
"Barışın filizi kırılgandır"
Türkiye'de yürüyen barış sürecine dair de konuşan Hatimoğulları bu konuda şu ifadeleri kullandı:
Barış stratejisi silahların gölgesinden tamamen çıkıp demokratik siyasetin ışığına yürümektir. Bu aşama geçilecek en önemli kapının eşiğidir. Bu dönem örgütlü halk iradesinin, yerel yönetimlerin, sivil toplumun, demokratik kamuoyunun aktif rol alabileceği bir dönem. Bakın, barış tohumu bu toprağa düştü. Tohumu toprağa gömdükten sonra artık biter deyip çekip gidemeyiz. Barışın filizi kırılgandır. İhmal edilirse kurur, sulanmazsa solar. Toplumsal muhalefet ve demokratik güçler olarak bizlere bu filizin daha güçlü bir ağaca dönüşmesi için gereken emek, özveri ve kararlılığı daha fazla göstermeliyiz. Bu dönemde daha fazla örgütlenmeli, daha fazla barışın ve demokrasinin sözünü kurmalıyız. Biz örgütlenmezsek şayet barış karşıtları örgütlenir, savaş örgütlenir ve nefret örgütlenir. Bakın değerli yurttaşlarımız, muhalefet barıştan yana, maalesef barıştan yana olmayan bir kesim var. Tarihi fırsatın önüne seç çekenler, çatışma ve kutuplaşma ekonomisinden beslenenler var. Siyaseten barış karşıtlığından nemalanmak isteyenler var. İktidar içinde iktidar adına açıktan barış karşıtlığı yapan manşetler görebiliyoruz. Bu manşetler barış adına büyük bir utançtır.
Barış korkusu yaşayanlar, savaşın devamından beslenenler, toplumsal yaraların derinleşmesinden medet umanlar; yüzyıllar geçse de tarih huzurunda ve halkların vicdanında kötülüğün timsali olarak anılacaktır. Barışa karşı çıkmak, gelecek nesillere karşı işlenmiş tarihi bir suçtur.Barış, basitçe anketlere, memnuniyet testlerine, belirsiz kamusal araştırmalara indirgenemez. Barış ve Kürt sorununun çözümü, kimi siyasi partilerin seçim hesaplarına kurban edilemez. Barışın bir nabzı var değerli yurttaşlar, bir ritmi var, bir zamanı var. Hiçbirini ıskalama lüksümüz yok. Barış, ekmek, su gibi hayati bir ihtiyaçtır. Barışı bu topraklarda tesis etmek hepimizin boynunun borcudur. Ve bizler boynumuzun borcu olan bu görev ve sorumluluğu yerine getirme azim ve kararlılığından asla vazgeçmedik. Asla vazgeçmeyeceğiz.
"Barış geçici bir manevra değil"
Sayın Öcalan'ın barış için verdiği mücadele açtığı yollar çok eskiye dayanır. Bunu doğru okumak lazım. Biliyoruz. Sayın Öcalan'a karşı toplumda farklı algılar var. Çok farklı duygular var. Bunu anlıyoruz, farkındayız ve görüyoruz.
Ama toplum olarak hep birlikte şunu görmeliyiz. Yıllar içinde tutulan bir irade, barış için ısrarla verilen bir mücadele var. İmralı'da geçen çeyrek asrı aşkın bir hayat. Bu sürede kaleme alınan yol haritaları, sunulan çözüm önerileri, sürekli yapılan barış çağrıları var. Bunlar gösteriyor ki barış bir taktik değil, geçici bir manevra değil, stratejik bir tercihtir. Sayın Öcalan yaklaşık 30 yıl önce yayınlanan röportajında bile halis muhlis Anadolu çocuğuyum diyor. İstediği barış Anadolu ve Mezopotamya halklarının yararınadır ve bütün Türkiye'nin faydasınadır. 1 Ekim 2024'te başlayan süreçte Sayın Öcalan'ın kararlılığı çok kritik. İlk günden beri pozitif dil kurdu. Yapıcı öneriler yaptı. Her tıkanmada yol açtı. Tali konulara takılmadı. Toplumun önüne negatif gündemleri getirmedi. Daima sağduyuyla hareket etti. Sayın Cumhurbaşkanı ne dedi? Şu anda İmralı bu konuyla ilgili her türlü desteği verdi, veriyor. Önemli bir tespit. Sayın Bahçeli ne söyledi bu konuda? Mecliste kurulan komisyondan seçilecek milletvekillerinin İmralı'ya giderek ilk ağızdan mesajları alması süreci güçlendirecektir. Son derece önemli bir vurgu. Bu soruyu sormaya sanırım hepimizin hakkı var. Devletin gittiği yere siyaset neden gitmesin? Siyaset kurumu böylesi tarihi bir meselede neden en aktif şekilde görev almasın ki?Bakın 13 aydır bu süreç devam ediyor. Ve bir ölü haberi almadık. Bu bizim için büyük bir mutluluk, büyük bir motivasyon nedeni değil midir? Bu süreç ülkenin 100 yıllık geleceğini kazanma süreci ise siyaset izleyici olamaz. Ve gelin hep birlikte şunu düşünelim. Sayın Öcalan gibi bir aktörü atlamak mı yoksa sürece daha fazla dahil etmek mi doğru? Yanıt belli. Sayın Öcalan'ın rolünü tam oynayabilmesi ortaya koyduğu iradenin 86 milyon yurttaşımızın ortak kazancına dönüşebilmesi hepimizin talebi olmalı. Önyargılarla yol alınmaz alınamıyor, barışla dağlar ve denizler aşılır. Bizler böylece toplumsal dokuyu hep beraber onarabiliriz. Güvensizliği güvene, nefreti sevgiye böyle dönüştürebiliriz. Sözde değil özde kardeşliği böyle tesis edebiliriz. Ez cümle bu kürsüden bir kez daha diyoruz ki komisyon gecikmeksizin İmralı'ya gitmeli, adada bu görüşmeyi gerçekleştirmelidir.
Bütçeye sert eleştiri
Değerli yurttaşlarımız iktidar 2026 bütçesini istikrar ve refah bütçesi olarak tanımlıyor. Allah aşkına bu bütçe hangi işçiye, hangi işsize, hangi yoksula, hangi emekliye refah sağladı? Bu bütçenin topluma yoksulluk ve sefalet dışında vereceği bir şey yok. Şu konuda bir istikrar bütçesi hakkını yememek lazım. İktidar bu bütçeyle sermayeye, yandaşa, silahlanmaya, faiz lobilerine aktarmakta büyük bir istikrar gösteriyor. Yine bu bütçe emekçilerin sırtına yüklediği vergiyle de maşallah çok istikrarlı. Örneğin 2026 bütçesinde yurttaşlar günde 43 milyar, saatte 1 milyar 800 milyon ve saniyede 500 bin lira vergi ödeyecek. Sabah uyandığımızda, çay-kahve-su içtiğimizde, elektriği açtığımızda zaten vergi ödemeye doğal olarak başlıyoruz Türkiye'nin bütün yurttaşları olarak. Yani 2026 bütçesi yurttaşları ve emekçileri vergilerle soymaya devam edecek.
Peki emekçilerin, emeklilerin, kadınların, gençlerin, engellilerin, esnafın, çiftçilerin cebine ve çocukların geleceğine vergilerle çöken bu bütçe topladığı vergileri kimlere harcıyor? Asla asgari ücretliye harcamıyor. Bugün grevlerini devam ettiren ve aramızda bulunan değerli işçi emekçi kardeşlerime harcamıyor. Asgari ücret ta 12 ay önce aldığı cüzi zam ve enflasyon karşısında da çoktan eridi. Ki bu ülkede milyonlarca yurttaşımız asgari ücretle geçimini sağlamaya çalışıyor. Yılbaşından bu yana asgari ücret 6328 lira eridi, uçtu gitti.
Asgari ücret de hedef enflasyona göre belirlenecek. Bu iktidarın hiçbir ekonomik hedefi tutmadığı tutmuyor zaten. Bir de kalkmış hedeflenen enflasyona göre asgari ücreti arttırmak istiyorlar. Yakın zamanda Merkez Bankası 2025 yılı sonu enflasyon hedefini yine yükseltti. Bu iktidarın hedeflenen enflasyon rakamlarına bizler hiç güvenmedik, güvenilmeyeceğini de Merkez Bankası'nın yaptığı açıklamayla bir kez daha gördük. DEM Parti olarak asgari ücretin hedef enflasyon oranında arttırılmasını asla kabul etmiyoruz. Bu emekçilerin maaşına enflasyon aracılığıyla el koymak demektir. Asgari ücret yoksulluk sınırının en az yarısı kadar olmalı, yani bugün itibariyle asgari ücret en az 46 bin lira olmalı. Başlangıç ücreti olan asgari ücret ortalama ücret olmaktan çıkarılmalı. Asgari ücret enflasyon artışına göre yıl içinde yoksulluk sınırının en az yarısı olacak şekilde de güncellenmelidir. Bunun başka yolu yoktur. Milyonlarca hane 22.104 lirayla geçinemiyor. Bu bir sefalet ücretidir.
Bizler DEM Parti olarak yoksulluğun ve eşitsizliğin bütçesi olan 2026 bütçesine karşı çok güçlü bir muhalefet yürütüyoruz. Yürütmeye de devam edeceğiz. Bütçe görüşmeleri şu an komisyon aşamasında vekillerimiz gece gündüz muhalefetini de mücadelesini de sürdürüyor. Ben burada sizlerin huzurunda komisyon süresince emek veren, gece gündüz çalışan milletvekili arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Emekçilere sefaletten başka hiçbir şey vadetmeyen 2026 bütçesine karşı ekmek ve barış için bütçeyi savunmaya devam edeceğiz. Ve değerli arkadaşlar, değerli yurttaşlar buradan bu konuyla ilgili yürüteceğimiz kampanyanın da duyurusunu sizlerle paylaşacağım. 12 Kasım'dan itibaren yani yarından itibaren bulunduğumuz tüm yerellerde ekmek ve barış için şiarıyla alanlarda meydanlarda olacağız. Adaletsiz planlanan bütçeye, sömüren vergi sistemine, geçindirmeyen asgari ücrete, emekli maaşlarına, işsizliğe, genç ve kadın işsizliğine, yoksulluğuna, çarşı pazardaki fahiş zamlara, açlığa, yoksulluğa karşı oldukça yoğun bir programla eylemler, etkinlikler, buluşmalar gerçekleştireceğiz. Aralık ortasında bu eylemlerimizi dört koldan Ankara'ya görkemli bir yürüyüşle taçlandıracağız. Adaletli bir bütçe ekmek ve barış için tüm yurttaşlarımızı bu kampanyamızda ve yürüyüşümüzde yan yana olmaya davet ediyorum. Ekmek ve barış mücadelesi birlikte örgütlenerek birlikte mücadele ederek kazanılır.
DEM Parti süreç seferberliği başlatıyor
Değerli yurttaşlarımız, çoklu krizle karşı karşıyayız. Ülke öyle bir ülke haline gelmiş ki bir dokun bin ah işit. Ve bu koşullarda bizler her şeye rağmen yaşanılan bütün zorluklara rağmen barış ve demokrasi konusundaki ısrarımızdan vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. Bu sürecin bütün bu sorun ağı içinde çok meşakkatli ilerlediğinin zorluklarının hepimiz farkındayız. Ve bizler bundan bir çıkış yolunu hep birlikte aramalıyız. Tüm DEM Parti il ve ilçe örgütlerimize, PM üyelerimize, milletvekillerimize, kadın ve gençlik meclisimize, bütün üyelerimize burada sizlerin huzurunda sesleniyorum. Gerçekten herkes gece gündüz demeden çok yoğun bir şekilde barış ve demokratik toplumun inşasında ekmek ve barış mücadelesinde çok yoğun bir mücadelenin içinde çok yoğun emek veriyor. Çok yoruluyorsunuz, çok çalışıyorsunuz. Evet, farkındayız. Ama bu dönemde gerçek manada bir seferberliğe ihtiyacımız var. Yani daha çok çalışmaya ihtiyacımız var. Seferberlik ruhu ne demek? Sabah uyanıp bugün barış ve demokrasi için ne yapacağım diye sormaktır ve harekete geçmektir. Seferberlik ruhu yorgunluğa rağmen bir adım daha atmak, karamsarlığa rağmen umut taşımak, engellemelere rağmen yeni yollar açmak. Peki nasıl seferber olacağız? Barışı kapı kapı gezerek komşu komşu anlatacak, sokak sokak konuşacağız. Üniversite kapılarında olacağız.Kafe ve çay bahçelerinde olacağız. Pazarlarda, duraklarda, parklarda olacağız. Daha önce bize oy vermeyenlerin kapısını çalacağız. Barış için geldik, dinler misiniz diyeceğiz. AKP'li, CHP'li, MHP'li, İyi Partili seçmen olabilir. Fark etmeksizin; bizler işçiye, çiftçiye, emekçiye, herkese gideceğiz. Esnafla konuşacağız, öğretmenle konuşacağız, barışı anlatacağız. Sizin derdiniz bizim derdimiz diyeceğiz. Gelin birlikte çözelim diyerek bizler bugüne kadar sayısız buluşmalar gerçekleştirdik. Bunları daha da arttıracağız, yoğunlaştıracağız. Gencin gelecek kaygısını paylaşacağız. Barış gelirse sofralarımıza nasıl bereket kapılarının açılacağını anlatacağız. Bu düzenden rahatsız olup demokratik dönüşüm isteyenlerle müştereklerimizi artıracağız. Sendikaların kapısını çaldık, çalmaya devam edeceğiz. Meslek odalarıyla, demokratik kitle örgütleriyle, sivil toplum örgütleriyle yan yana durmayı sürdüreceğiz. Barış forumları kuracağız. Her ilçede, her mahallede barış platformları oluşturacağız. Sanatçılar, yazarlar, akademisyenler, gazeteciler, sporcularla buluşmaya devam edeceğiz. Barış için ne söylüyoruz hep beraber bunu konuşacağız. Farklı düşüncelerimiz olabilir, farklı kaygılarımız olabilir ama ortak bir geleceğimiz var ve bu ortak gelecek müştereklerde gizli.
Ekmek müşterektir, su müşterektir, hava müşterektir, barış ve demokratik toplum müşterektir. Mütedeyyinlerle konuşacağız. İslam barış demekse, barış İslam'ın emri ve en anlamlı ibadetse, barış için ne yapmalıyızı konuşacağız. Seküler kesime gideceğiz. Barış cumhuriyetin temel ilkesidir. Demokratik cumhuriyet 86 milyon yurttaşın ortak kurtuluş paradigmasıdır diyeceğiz. O halde barış için birlikte daha fazla ne yapabiliri konuşacağız. Sosyalistlere ve demokratlara gideceğiz. Barış için emek sömürüsüyle, işsizlikle, yoksullukla, güvencesiz çalışmaya karşı mücadele için ortaklıklarımızı nasıl arttırabileceğimizi konuşacağız. Herkes barış ve demokrasiyi kendi dünyasında inşa eder. Biz her dünyaya girecek her dili konuşacağız. Barış hepimizin umut ışığıdır. Bu ışığı büyütmek için bütün parti yapımıza çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Ezberimizi bozmaktan korkmayacağız. Barış ve demokrasi karşıtlarının tehditlerine asla boyun eğmeyeceğiz. Yılmayacağız. Bir kapı kapandığında 10 kapıyı hep beraber çalacağız. Barışı sadece konuşmayacağız, barışı yaşayacağız. Barışı sadece savunmayacağız, barışı hep beraber sahipleneceğiz, hep beraber yaşayacağız. Değerli Türkiye halkları, bizlerin barışa ve demokrasiye her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Bu dönem elini taşın altına koyma dönemidir. Bunu bizler hep birlikte yapabilirsek bu ülkeyi barışla, demokrasiyle, adaletle, özgürlükle taçlandırabiliriz. Ve bunun için hepimizi ve herkesi görev almaya davet ediyoruz.
Yorumlar
Kalan Karakter: