70 yaşındaki hastası Mary, ölmeden önce hastanede yattığı sırada tuhaf davranmaya başladı.
Sanki emekleyen bir bebeğe uzanır gibi yatağında doğruldu, Danny ismini sayıklayarak bir bebeğe sarılıp, öpüyor gibi davrandı.
Çocukları ise annesinin bu davranışına bir anlam veremedi, çünkü Danny adında kimseyi tanımıyorlardı.
Ancak ertesi gün hastaneye gelen kız kardeşi, Mary’nin Danny adında ölü doğan bir bebeğinin olduğunu, bu kaybın çok büyük bir acı yaratması nedeniyle Mary’nin bir daha bu olaydan bahsetmediğini aktardı.
Kardiyoloji alanında uzmanlığı ve nörobiyoloji alanında doktorası olan Kerr bu olayın ardından ölmek üzere olan insanların tecrübelerini araştırmaya kendini adadı.
Şimdi ise Kerr ölmek üzere olan insanların gördükleri ve rüyaları üzerine dünyanın sayılı uzmanlarından biri.
BBC'den Alessandra Corrêa’nı haberine göre Kerr, bu tecrübenin ölümden haftalar öncesinde başladığını ve ölüm yaklaştıkça sıklığının arttığını söylüyor.
Kerr’e göre hastalar hayatlarındaki önemli anları tekrar yaşayabiliyor; ya da yıllar önce ölen anneleri, babaları, çocukları ve hayvanlarıyla konuşulabiliyor.
Hastalar için bu tasavvurlar gerçek ve yoğun bir his yaratıyor; hastaların huzura kavuşmasını sağlıyor.
'Korkuyu azaltıyor'
BBC'ye konuşan Kerr, “Bu ilişkilerin anısı çok anlamlı ve rahatlatıcı bir şekilde geri geliyor, yaşadıkları hayatı kıymetli kılıyor ve ölüme dair korkuyu azaltıyor” diyor.
Kerr, hastaların tutarsız ya da kafası karışmış olmadığını söylüyor.
Fiziksel sağlıkları kötüleşse de, duygusal ve ruhsal olarak bilinçli olduklarını vurguluyor.
Ancak bazı doktorlar bu durumu halüsinasyon ya da bilinç bulanıklığı olarak tanımlıyor; daha çok bilimsel araştırma yapılması gerektiğini belirtiyor.
Kerr’e göre bu tecrübelerin nedeni çok da önemli değil, ancak hastaların içinden geçtiği süreç önemli.
Kerr’in yaptığı araştırmalara göre insanların yüzde 88’i bu tecrübelerden en az birini yaşamış.
Hastaların üçte biri ise seyahat ettiğini görüyor; kaybettikleri insanlarla yeniden iletişime geçiyor.
Rüyalarında gördükleri kişiler ise daha çok kendilerini hayatları boyunca desteklemiş ve sevmiş kişiler oluyor.
Hayatları boyunca aldıkları yaraların da rüyalarda görüldüğü oluyor.
Örnek vermek gerekirse bir hastanın savaşta hayatta kaldığı için vicdan azabı çekmesi, ancak ölüme yaklaşırken çatışmalarda ölen arkadaşlarını görmesi mümkün olabiliyor.
Çocuklar için gerçek ve hayal arasında keskin bir sınır olmadığı için onlar bu tecrübeleri daha canlı yaşıyor.
Gördüklerinin çok daha canlı ve renkli olduğu belirtiliyor.
Kerr’e göre yaptıkları araştırmaların ilginç sonuçlarından biri şöyle; hasta ölmeden bu tarz bir tecrübe yaşamışsa ailesinin ve sevdiklerinin yas süreci daha sağlıklı bir şekilde geçebiliyor.
Kaybettikleri kişiye dair algıları ve hatırladıkları bu tecrübeyle şekillendiği için, yas sürecinde daha rahat edebiliyorlar.
Kerr’e göre sosyal bilimler insanın ölümle tecrübesini daha çok ele alıyor; tıp bu alandaki çalışmalara ilgi göstermiyor. Halbuki aslında bu alan tedavi görenler ve tedavi görenlerin aileleri için büyük bir önem taşıyor.