Kınay’dan uyarı ‘İklim değişikliği ve felaketlere hazır olmak zorundayız’
İzmir Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Helil Kınay, Türkiye’yi kuraklık konusunda uyardı. Kınay, 2050 yılında her yıl en az bir kere sel yaşanacağını söyledi.
Yayınlanma :
18.08.2021 17:09


İlk olarak iklim değişikliğinin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını anlatabilir misiniz?
Sanayileşme, kentleşme, nüfus artışı ile birlikte çevre sorunları da geçmişten günümüze artarak devam ederken, kar hırsına dayanan ve tüketimi sürekli destekleyen yönlendiren yönetim anlayışı doğanın varlıklarını ortadan kaldırmaya ve geri dönülemez hasarlar vermeye devam ediyor. Ekolojik Yıkım olarak tanımladığımız bu süreçte insan eli ile yürütülen tüm faaliyetlerin sonuçlarını ise küresel ölçekte yaşadığımız ve yaşamaya devam edeceğimiz felaketler ile görüyoruz. Nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme, doğal varlıkların kontrolsüz tüketimi, ormansızlaşma ile birlikte çevre sorunları ve tüm bu faaliyetlerin çevresel boyutunun yönetilememesi, çevresel kirlilik ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği süreçlerinin getirdiği baskılar sonucunda, kaynakların tükenmesi, su kıtlığı, kirlilik, aşırı doğa olayları dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşam için tehdit oluşturuyor. Bir taraftan canlı yaşamı için vazgeçilmez olan doğal kaynakların azalması, kirlenmesi ve buna bağlı oluşan sorunlar yaşamımızı tehdit ederken, diğer taraftan bu sorunlara bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği ve buna bağlı faktörler ile de mücadele ve zorluklar kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor.
“ÇEVREYLE İLGİLİ BİR ÇÖKÜŞLE KARŞI KARŞIYA KALACAĞIZ”
İlkim değişikliğinin olumsuz etkileri olduğunu söylemiştiniz. Bunu biraz açabilir misiniz? İleriki süreçte ne gibi sorunlarla karşı karşıya kalacağız?
İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini aşırı sıcaklar, soğuklar, kuraklık, yağış rejimindeki değişiklikler, afet sayısı ve türündeki artışlar, kayıplar ile dünyada ve ülkemizde de özellikle son yıllarda çok daha ağır yaşıyoruz. Hava Sıcaklıklarındaki değişiklikler, su kaynaklarına etkiler, kuraklık, çölleşme ile su yoksunluğunu yaşarken, çevre dengesi ve türlere olan olumsuz etkisi, bir taraftan da tarıma etkileri, ürün deseni ve kalitesindeki etkiler ile gıda ve yaşam sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Diğer taraftan afet tür ve sayısındaki artış da değerlendirildiğinde, bu sürecin çevre dengesi ve canlılar üzerindeki etkileri de değerlendirildiğinde su, gıda ve dolayısıyla yaşam sorunu büyüyor. İklim değişikliği sebebiyle insanlar yaşama, beslenme, barınma ve su gibi temel insan haklarından mahrum kalacak. Doğal Yaşam ve tüm canlılar üzerindeki etkisini ortaya koyduğunda çevreyle ilgili bir çöküşle karşı karşıya kalacağız.
Sizin de söylediğiniz gibi iklim değişikliğini birçok faktör ekliyor. Bununla ilgili yapılan araştırmalar ve üretilen çözümler var mı? İnsanlar iklim değişikliğini önlemek için neler yapabilir? İnsanlık iklim değişikliğinden nasıl etkilenecek?
Birleşmiş Milletler İklim Raporuna göre; İklim değişikliğinin en önemli etkeni olan Sera gazı salımları üzerindeki değerlendirmeye göre; Dünya ölçeğinde baktığımızda; en zengin yüzde 1'lik kesimde yer alan bir kişi, en yoksul yüzde 10'da yer alan bir kişiden 175 kat daha fazla karbon salımına sebep oluyor.
ABD'de 1980'den bu yana gerçekleşen 241 aşırı hava olayı 1,6 trilyon Dolar zarara yola açtığı araştırmalarda ortaya konuyor. Değerlendirmelere göre; Her yüzyılda bir kez suların aşırı yükselmesi sonucu yaşanan sellerin 2050 itibariyle her yıl en azından bir kere yaşanabileceği öngörülüyor 2030 yılına kadar 120 milyon kişi yoksullaşacak 250 bin kişi hastalık sebebiyle yaşamını yitirecek. İklim Değişikliği Dünyada 4 milyar hektar arazi çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya ve 250 milyon insan çölleşmeden doğrudan etkileniyor. Bu süreçte insanlar yaşamlarını koruyabilmek, hayatta kalabilmek için daha güvenli bölgelere gitmeyi tercih ediyor. İklim mültecileri kavramı ile karşımıza çıkan göç hareketini iklim değişikliğinin dolaylı etkilerinden birisi olarak tanımlamak gerekiyor.
Yukarıda birkaç etkisini özetlemeye çalıştığım; iklim değişikliği etkilerini dünyanın farklı bölgelerinde farklı şekillerde yaşayacağımız gerçeği ile hava, su, toprak kalitesindeki değişiklikler, arazi yapısı, canlı türleri, ürün deseni, meteorolojik koşullardaki değişiklikler, afet sayısı ve türündeki değişiklikler ile mücadele etmek zorunda kalacağız. Bütün bu etkilerin yaratacağı ekonomik ve sosyal boyutları da ortaya koyduğumuzda tablo karanlık görünüyor.
“İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN EN ÇOK AKDENİZ HAVZASI ETKİLENECEK”
Şu anda hem dünyada hem de Türkiye’de ilkim değişikliğine karşı ne gibi önlemler alınıyor?
Dünya İklim Değişikliği ve mücadele tartışmaları ile 1994'de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 1997'de Kyoto Protokolü ve son olarak Birleşmiş Milletler platformunda, 21. Taraflar Konferansında (COP-21) kabul edilen Paris Antlaşması ile küresel ve yerel ölçekte önlemler ve çözümler tartışılmaya, kararlar alınmaya devam ediyor. Ancak tüm bu toplantılar, kararlar ve uygulamalara baktığımızda iklim değişikliğine neden olan sera gazlarındaki ve sıcaklıktaki artışın da düzenli olarak devam ettiğini görüyoruz. Bilim İnsanları, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgenin ülkemizin de içerisinde bulunduğu Akdeniz Havzası olacağını belirtiyor.
Ülkemiz ne durumda sorusuna gelirsek; Türkiye için yapılan iklim değişikliği öngörülerinde; sıcaklık artışının 2100 yılına 3,4°C- 5,9°C aralığında olacağı ifade ediliyor. Ülkemizde de İlgili kamu idarelerinin paylaştığı kuraklık ve çölleşme haritaları verileri, yaşanan meteorolojik olaylar tüm kentlerimizde sürecin ne kadar zor ve yaşamsal olduğunu gösteriyor. Ülkemizin kentleşme, sanayi, madencilik, tarım ve diğer yatırım süreçleri ile ilgili politika ve uygulamalara baktığımızda; arazi planlamasının yapılmadığı, orman alanları, doğal karakteri korunması gereken alanlar, meraların, tarım alanlarının kaybedildiği, vasfının yitirildiği, doğal tahrip edilerek yok edildiği ekolojik yıkım olarak tanımladığımız bir süreci yaşıyoruz. Su havzalarının, kaynaklarının, sulak alanların korunması ve yönetiminin en önemli etken olduğu süreçte, maalesef ülkemizin su yönetimi karnesine baktığımızda kalite ve miktar olarak tablomuz yine karanlık. Bugün ülkemizde 25 su havzasında yüzeysel sularımızın yaklaşık yüzde 70’i, Yeraltı sularımızın yüzde 40’ının kirli olduğu bilimsel veriler ve kamunun raporları ile ortaya çıkıyor. Bu kapsamda su havzalarımızda yürütülen faaliyetler, alan kayıpları, ormansızlaşma, aşırı kontrolsüz su çekimi gibi faktörler yüzeysel ve yeraltı sularımızın akış rejimi ve miktarında azalma ile birlikte kirlilik sorunu olarak ortaya çıkıyor. Bu olumsuz faktörlere ilave olarak yağış rejimi ve sıcaklık faktöründeki düzensizlikler, değişiklikler eklendiğinde ülkemizin her bölgesinde olduğu gibi kentimizde de “Kuraklık ve Etkilerini” daha görünür yaşamaya başladık. Geçmişten bugüne tabloya baktığımızda sıcaklıkların arttığı, yağışın azaldığı, gelen yağışın da kaynakları besleyecek yeterlilik ve kalitede olmadığı bir süreci yaşıyoruz. Bununla birlikte gelen yağış da, kentleşme ve altyapı eksiklikleri ile sele afete dönüşüyor.
Yapılan araştırmalara göre Türkiye’nin de içinde olduğu birçok ülkenin su sıkıntısı çekeceği söyleniyor. Bu konuyla ilgili değerlendirmede bulunur musunuz?
Türkiye kişi başına yıllık olarak düşen 1.519 m³’lük su miktarı ile su sıkıntısı çeken bir ülke. Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağı ve kişi başına düşen su miktarının 1.120 m³’e gerileyeceği öngörülüyor. İklim değişikliği etkisi ile birlikte şiddeti artan kuraklık süreci ile ülkemizde nüfus artışını birlikte değerlendirdiğimizde ülkemizin su fakiri olma yolunda ilerlediği görülüyor. Su Fakirlik İndeksinde Türkiye 147 Ülke arasından 78. Görünüyor. Faaliyetlerimizin çevresel boyutunu yönetemememizin bir sonucu olarak ortaya çıkan iklim değişikliği etkisi ile birlikte; şiddeti artan kuraklık süreci ülkemizde nüfus artışını da değerlendirdiğimizde ülkemizde kişi başına düşen su miktarının oldukça düşeceği ve kuraklık şiddeti ve etkisini çok daha büyük hissedeceği ortadadır. Meteoroloji Genel Müdürlüğü ve NASA Ulusal Kuraklık Azaltma Merkezi tarafından paylaşılan Kuraklık verileri ve haritaları değerlendirildiğinde de ülkemizin büyük bölümünde olağanüstü ve çok şiddetli kuraklık ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Yapılan araştırmalar; sıcaklık artışından Güney Doğu ve İç Anadolu gibi kurak ve yarı kurak bölgelerle, yeterli suya sahip olmayan Ege ve Akdeniz bölgelerinin daha çok etkileneceğini ortaya koyuyor. Dünya Bankası’nın 2016 Yılı Raporuna göre iklim değişikliği nedeniyle en fazla kuraklık yaşayacak ülkelerin başında ülkemiz de bulunuyor. Dünya Bankası Raporuna göre; Kuraklık nedeni ile ülke ekonomisinin küçüleceği, göç sürecinin yaşanacağı ve yaşanacak büyük kuraklığa karşın alınacak önlemlerin yetersiz kalacağı üzerine karanlık bir tablo çiziliyor. İklim değişikliğine bağlı olarak tarımsal üretimdeki azalma ve verimin düşmesi nedeni ile gıda sorunu ile birlikte özellikle kırsal bölgelerde yaşanacak sosyo ekonomik sorunlar da kuraklığın etkisi olarak karşımıza çıkıyor.
“ÖNÜMÜZDEKİ YILLARDA SIKINTI YAŞAYABİLİRİZ, ÖNLEM ALMALIYIZ”
Bu yıl diğer yıllara göre daha uç noktada mevsimler yaşadık. İnsanları en çok zorlayan da yangından sonra bir anda sel felaketi yaşanmasıydı. Bu olayların art arda gelmesini nasıl yorumlarsınız? Bu artık Türkiye’nin normali mi olacak?
Ülkemizde ve kentimizde de sonbahar dönemi ve kış başını mevsim normallerinin üzerinde hava sıcaklıkları ve kuraklıkla geçirdik. Meteorolojik verilere göre Ekim Ayı yağışları yüzde 36, Kasım yüzde 40 Aralık yüzde 16 azaldığına dair veriler ile birlikte son 90 yılın en kurak kasım ayını yaşadığımız bilgisi paylaşıldı. Bir yandan kuraklık ve barajlarda azalan su miktarları, kentlerde su yönetimi, yağmur sularının kullanımı süreçlerini değerlendirirken, ülkemizde ve kentimizde farklı zamanlarda kısa aralıklarla yaşanan sağanak yağışlarla birlikte meydana gelen sel ve su baskınları ile karşı karşıya kaldık. Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan 1938-2019 yılı iklim verilerine göre Ocak ayı aylık toplam yağış miktarı ortalaması 136 mm, Şubat ayı aylık toplam yağış miktarı ortalaması 102 mm olarak belirtilmektedir. İzmir’de 24 saatlik en yüksek yağış 29.09.2006 tarihinde 145 mm kaydedilmiştir. Yaşadığımız süreçte yağış miktarının ortalamanın üzerinde olduğu görülmekle birlikte benzer yağışlarla geçmiş dönemde de karşılaşıldığı ve iklim değişikliği nedeni ile önümüzdeki yıllarda da sıklıkla karşılaşabileceğimiz gerçeğine göre hareket edilmesi gerektiği önem kazanmaktadır.
Diğer taraftan meteorolojik veriler ve değerlendirmeler her yıl bir önceki yıla göre sıcaklıkların arttığı ve özellikle kış aylarının sıcaklık normallerinin üzerinde olduğu günler ile bizi karşı karşıya getiriyor. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini aşırı sıcaklar, soğuklar, kuraklık, yağış rejimindeki değişiklikler, afet sayısı ve türündeki artışlar, kayıplar ile son yıllarda çok daha ağır yaşıyoruz. Hava sıcaklıklarındaki değişiklikler, su kaynaklarına etkiler, kuraklık, çölleşme ile su yoksunluğunu yaşarken, bir taraftan da tarıma etkileri, ürün deseni ve kalitesindeki etkiler ile gıda ve yaşam sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Geçmişten bugüne tabloya baktığımızda sıcaklıkların arttığı, yağışın azaldığı, gelen yağışın da kaynakları besleyecek yeterlilik ve kalitede olmadığını, kısa ve uzun süreli şiddetli yağışların sele ve su baskınlarına dönüştüğünü görüyoruz.
Türkiye yapısı ve oluştuğu jeolojik devire göre afetlere açık bir bölge. Özellikle yeni oluşumlu bir ülke olmamız bizi depreme açık duruma getiriyor. Deprem ve diğer afetlere yönelik nasıl önlemler almalıyız?
Kentlerimizde mevcut risklerin belirlenmesi, altyapı eksikliklerin giderilerek gelecekteki olası afetlerin sosyal, ekonomik ve teknik sistemler ve altyapılara verebileceği zararlardan korunabilecek kapasiteyi geliştirebilmesi gerekmektedir. Şehirlerin “dirençli şehir“ olabilmeleri için çevresel risklerini belirleyerek, doğru ve etkin bir çevresel altyapı ve çevre yönetimini gerçekleştirmesi önemlidir. Sürdürülebilir enerji, ulaşım, konut, arazi planlaması ve atık yönetimi politikaları takip edilmeli ve geliştirilmelidir. Bu noktada; sel ve heyelan alanlarında yapılaşmaya izin verilmemesi, mevcut yapılaşmanın kaldırılması, mevcut alt yapı tesislerinin güçlendirilmesi, taşkın riski altında bulunan yapılar için özel önlemler alınması, dere yataklarında akışın sağlanması için gerekli bakımların yapılması, taşkın suyunun akışını engelleyecek yapılar ortadan kaldırılması, yağmur suyu şebekelerinin ayrı olarak tasarlanması, atıksa ve yağmursuyu şebekelerinde gerekli bakımların düzenli olarak yapılması erken uyarı sistemlerinin kullanılması ve afet yönetim planlarının hazırlanması önem taşımaktadır. Kentlerimizde, sağlıklı ve temiz su ihtiyacının sağlanması, su kaynaklarının korunması, kullanılmış suların arıtılması, yeniden kullanımı, tarım ve sanayi kullanımına yönelik planlamaların, iklim değişikliği, meteorolojik ve hidrolojik faktörler, afet ve taşkın yönetim süreci ile birlikte bütünsel, bütünleşmiş yönetimi sürecinin değerlendirilmesi ve yönetilmesi yaşamsal zorunluluktur.
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: