Ödül, Alman yazar ve şair Johann Wolfgang von Goethe'nin onuruna her yıl doğum gününde düzenlenen törenle sahiplerine takdim ediliyor.
--Shermin Langoff, Mani Pournaghi Azar, Ayşe Buğra, Gesche Joost--
28 Ağustos 2025’te Goethe’nin doğum yeri Weimar’da düzenlenen törende, Osman Kavala adına ödülü eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra aldı.
---David Van Reybrouck, Ayşe Buğra ve Li Yuan (Ödül alanlar)---
Maxim Gorki Tiyatrosu direktörü Shermin Langoff’un sunumu ardından Ayşe Buğra, Osman Kavala’nın ödül konuşmasını okudu.
Kavala'nın ödül konuşması ve Langoff'un övgü konuşması şöyle:
Osman Kavala’nın Goethe Madalyası Ödül Konuşması
Li Yuan ve David Van Reybrouck gibi iki değerli insanla birlikte Goethe Madalyası ile ödüllendirilmek bana büyük onur verdi. Jüriye seçiminden dolayı teşekkür ediyorum.
Yönetim Kurulu başkanlığı yapmış olduğum Anadolu Kültür ile Goethe Enstitüsü arasında uzun süredir devam eden verimli işbirliği, benimle ilgili kararda etkili olmuş olmalı. Dolayısıyla bu şerefi, ortak yürüttüğümüz projelere önemli katkıları olan çalışma arkadaşlarım, özellikle de yokluğumda Anadolu Kültür’ü başarıyla yönetmiş olan Asena Günal ile paylaşmak isterim.
Günümüzün yakıcı sorunları, savaşlar, saldırganlıklar, göçler ve baskıcı politikalar karşısında gerçekten evrensel nitelikte bir hümanizmi savunmanın ve bunun tesisi için çalışmanın her zamankinden daha önemli olduğuna inanıyorum. Bu idealin gerçekleşmesinde sanat ve edebiyat yoluyla kurulacak zihinsel ve duygusal köprülerin gerekli olduğunu düşünenler için, Goethe’nin yazdıkları bugünün gerçekliğiyle çok bağlantılı ve anlamlı. Bildiğiniz gibi, 2007’de Goethe Madalyası almış olan Maestro Barenboim ve Edward Said, genç Yahudi ve Arap müzisyenleri bir araya getiren orkestra girişimlerinde Goethe’nin Doğu-Batı Divanı’ndan, Doğu ve Batı şiiri arasında, insanlığın paylaştığı değerler ve duyarlılıkları yansıtan bir edebi ve entelektüel köprü olan bu şaheserden ilham almışlardı. Barenboim ile Said’in bu anlamlı girişimi, Anadolu Kültür’ün Berlin’de Genç Avrupa Klasikleri Müzik Festivali’nde konser vermiş olan Ermenistan Gençlik Orkestrası projesine örnek olmuştu.
Cezaevindeyken Goethe’nin eserlerinden daha çoğunu ve Profesör Jeremy Adler’in “İnsan Haysiyeti Kavramının Kökenleri” başlıklı zihin açıcı makalesini okuma fırsatım oldu. Bu makalesinde Adler, insan haklarının temelindeki normlar ve değerlerin evriminde son derece önemli bir yeri olan insan haysiyeti kavramının gelişmesine Goethe’nin yaptığı katkıyı anlatıyor.
Adler, Goethe’nin, Kant gibi, haysiyeti insanın özerkliği, özgür davranış yeteneği temeline oturtarak bu kavrama evrensel bir nitelik kazandırdığını belirtiyor. Haysiyet, ilk defa Goethe’nin eserlerinde “bedenin ve zihnin içerdiği tüm potansiyeli değerlendirmek yönünde organik biçimde büyüyen, değişen ve gelişen bir insan özelliği” olarak tarif ediliyor. “Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları”nda, Goethe’nin canlı bir kültür ortamını, kültürel faaliyetlere katılımı ve başka toplumlarda yaratılan sanat ve edebiyat eserlerine erişimi, bu organik öz gelişme için gerekli gördüğünü anlıyoruz.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Yahudi soykırımının ve insanlığa karşı işlenen diğer suçların yarattığı etkiyle, insan haysiyetine saygı evrensel bir norm haline geldi. Bu kavram, insan hakları için sağlam bir temel oluşturdu.İnsan haklarının insanın tüm varoluşsal potansiyelini sosyal çevresi ile uyumlu biçimde geliştirmek için gerekli sosyal, ekonomik ve kültürel şartların sağlanması olarak anlaşılması, bu hakların kapsamının genişlemesi sürecine katkı sağladı. Adler’in belirttiği gibi, bu yeni normatif kavramsallaştırmada, Goethe’nin anlattığı şekilde, bireyin kendisini organik bir süreç içinde geliştirmesinin ve bunun haysiyetle yakın ilişkisinin yansıması görülebilir. Bu yeni içeriğiyle haysiyet, bireyin yurttaşlık statüsüne ahlaki bir değer ekleyerek onun devlet karşısında daha güçlü hale gelmesini de sağladı.
Ancak, haysiyet kavramının evrensel bir nitelik kazanmasına, iç hukuk metinlerinde ve uluslararası sözleşmelerde haysiyetin dokunulmazlığına dair hükümlerin yer almasına rağmen, savaş alanlarında ve siyasi yargılamaların ve cezalandırmaların görüldüğü anti-demokratik rejimlerde insan haysiyeti vahim şekilde ihlal ediliyor. Bununla birlikte, dıştan gelen bu saldırıların bireyin öz haysiyetinin tahrip olmasına yol açması mukadder değil. Böylesi ağır şartlarda dahi, insanın kendi haysiyetiyle ilgili duyguları ona güç vermeye devam ediyor, baskı ve eziyete karşı direnme gücü sağlıyor.
Şunu da söylemek istiyorum: Edebiyat sadece kavramların gelişmesine katkı yapmıyor, aynı zamanda ve belki daha önemli olarak, kavramların içselleştirilmesini mümkün kılan duyguların ve duyarlılıkların paylaşılmasını da sağlıyor. Benim cezaevindeki deneyimim böyle oldu. Goethe Madalyası benim için insan haysiyetinin tüm anlamlarını akla getiren ve güçlendiren bir simge olacak.
MAXIM GORKİ TİYATROSU DİREKTÖRÜ SHERMİN LANGOFF'UN OSMAN KAVALA'NIN GOETHE MADALYASI'NA LAYIK GÖRÜLMESİ HAKKINDA ÖVGÜ KONUŞMASI
Bugün itibariyle 2 bin 858 gündür Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda hapis tutulmakta olan Sevgili Osman ya da herkesin senden saygıyla bahsederken kullandığı şekliyle Osman Bey,
saygıdeğer Profesör Ayşe Buğra, yedi yıl boyunca maruz kaldığı Kafkaesk dava hakkında bir kitap yayınladığınız eşinizi temsil etmek üzere İstanbul’dan Weimar’a teşrif eden Sevgili Ayşe Hocamız,
saygıdeğer Enstitü Başkanı Gesche Joost ve
saygıdeğer Enstitü Genel Sekreteri Johannes Ebert,
ve elbette siz sevgili konuklarımız,
değerli jüri üyelerimiz ve burada bulunan tüm misafirler:
Sizleri -unutulmuş kadın temsilcileri de dâhil olmak üzere- şairler, düşünürler ve geçmiş çağların demokrasiye gönül vermiş kişilerin kenti Weimar’da selamlamak isterim!
Buraya ayağımın tozuyla geldiğim, Ege Denizi’nde bulunan On İki Ada’dan birinde Ahmet İnsel’e rastladım; İnsel, Osman Kavala ve diğer dostlarıyla beraber 1982’de, yani 12 Eylül darbesinden kısa bir süre sonra İletişim Yayınevi’ni kurmuştu.
Osman Kavala o günlerde henüz 25 yaşındaydı. İleride Türkiye’nin en saygın yayınevlerinden biri olacak İletişim, süregelen bu baskı döneminde demokrasiye ve eleştirel düşünceye katkı sağlayacak eserler yayınlayacaktı.
On İki Ada, 1967’den 1974’e dek mevcudiyetini sürdüren askeri cunta döneminde komünistlerin, anarşistlerin ve diğer muhaliflerin sürgün edildiği bir coğrafyaydı. Nitekim 1909’da dünyaya gelen şair Yannis Ritsos, 1967 yılında, yani Osman Kavala’nın Paris’teki doğumundan tam on yıl sonra, buraya sürgüne gönderilenlerden biri olmuştu.
“…kardeşim
mavi gözlü dostum,
mavi yüreği
ve daha da mavi düşlerinle
sen ki karanlığa derin derin
baktığın zaman
en ufak bir kin duymadan
karanlığı bile mavileştirirsin
…”
Bu dizeler, 1902 yılında, Osman Kavala’nın hem soyadını aldığı hem de atalarının menşei olan Kavala kentinin 150 kilometre batısındaki Selanik’te gözlerini dünyaya açan şair Nazım Hikmet’e yazılmıştı. Osman Kavala’dan 55 syıl önce doğan ve öldüğündeyse Kavala’nın henüz dört yaşında olduğu Nazım Hikmet de hayatının önemli bir kısmını siyasi tutuklu olarak Türkiye’deki hapishanelerinde geçirmişti. Karanlığı bile mavileştirmek, Sevgili Osman Bey, işte bu senin de iyi bildiğin bir iş.
Osman Kavala, 60 yaşından bu yana tutuklu. Bir ay sonra, 2 Ekim’de 68 yaşına basacak. Goethe-Institut temsilcileriyle Gaziantep Belediyesi’nde yaptığı görüşmeden dönerken 18 Ekim 2017 tarihinde İstanbul’da havalimanında tutuklanmıştı.
“Asil olmalı insan, yardımsever ve iyi!” der Goethe 1783 yılında. Bir yıl öncesinde dostu Saksonya-Weimar-Eisenach Dükü Carl August tarafından asalet unvanı verilen şair, yine aynı yıl savaş komisyonu direktörlüğünün yanı sıra yol yapımı ve maden ocakları direktörlüğü görevlerine getirilmişti. Aynı zamanda, dükalığın finans yönetiminden de sorumluydu.
Goethe’nin Osman Kavala’yı “asil, yardımsever ve iyi” olarak görüp görmeyeceğini bilemem; ancak benim tanıdığım Osman Kavala’yı daha iyi tarif edecek sözler bulmanın zor olduğu görüşündeyim.
Osman Kavala’nın adını ilk kez, Fatih Akın’ın danışmanı olarak 2003 ve 2004 yıllarında, “Duvara Karşı” ve “İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek” filmlerinin çekimleri için İstanbul’a geldiğimde işitmiştim. Kavala, kâr amacı gütmeyen Anadolu Kültür’ü 2002 yılında kurmuştu. Nitekim 2005 yılında onunla ofisinde şahsen tanışma fırsatım oldu. O dönem Hebbel am Ufer bünyesinde düzenleyeceğim “Beyond Belonging” festivalinin hazırlıklarını sürdürüyor ve Alman sinemacı Thomas Arslan’a “Uzaktan” belgeselinin araştırma gezisini planlamasına yardımcı oluyordum. Osman Kavala bizleri Anadolu Kültür’ün Diyarbakır’daki sanat merkezine yönlendirdi; burada genç ve heyecanlı sinemacılarla buluşma fırsatı da bulduk. Bu sinemacıların Kürtçe ve Türkçe olarak çektikleri eserler hafızamda daha dün izlemişim gibi taze.
Bizim gibi daha yüzlerce kişiye destek olduğunu, insanları buluşturduğunu biliyorum. Her zaman harikulade fikirleri vardı ve en küçük ayrıntısına dahi vâkıf olduğu birçok projeyle meşguldü. Büyüleyici bir belagati olmakla beraber, sizi dinlemeyi tercih ettiği izlenimi yaratmayı da hep bilirdi. Zeki bir insan olarak, daha akıllı olmayı düstur edinmişti. Tanıştığımız andan itibaren de sonsuz hayranlığımı kazandı.
Tanışmamızı izleyen on yılda yollarımız defalarca kesişti ve ister dostu Hrant Dink’in 2007’deki katlinin ardından diyalog ve barış için arttırdığı çabaları olsun, ister Ermeni sanatçılarla kurduğu işbirlikleri, isterse İstanbul Bienali’nin küratörlüğünü üstlenen Hırvat Kadın Sanatçı Kolektifi WHW’ye sağladığı büyük destek, yürüttüğü çalışmaları daima yakından takip ettim –tüm bu işlerinin arasında fırsat bulup sayısız önemli sergiye ev sahipliği yapacak Depo İstanbul ile bu kente seçkin bir sergi mekanı kazandırmayı da başarmıştı.
Benim gibi ne çok insana dokunduğunu ise Fatih Akın ile beraber 2020’de çektiğimiz ve yüzlerce saygın sanatçı ve kültür emekçisinin, Osman Kavala’nın o güne dek başlattığı, desteklediği ya da teşvik ettiği proje ve eserlerden söz ettiği “Osman Kavala Ne Yaptı?” adlı video kampanyası esnasında fark ettim.
Cezaevindeki birinci yılı 2018’de, besteci ve müzikolog Vardapet Gomidas için –bir tanesi de Maxim Gorki Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen– bir dizi anma konseri tertipledi.
Demokrasi, hukuk devletinin üstünlüğü ve adalete bağlılığı bugün de ısrarla sürüyor. Türkiye’de yakından ilgilendiği gelişmeler ve uluslararası arenada yaşananlar hakkında düzenli olarak görüş bildiriyor.
Osman Kavala akıllı ve duygudaş bir gözlemci. Ancakbelki de en büyük yeteneği, elzem gördüklerini hayata geçirme yetisi. Ruhen daima bizimle olsa, bize en derin karanlıklardan umut verse de, şahsen aramızda bulunmamasının özlemini bu yüzden böylesine acıyla hissediyoruz.
Osman Kavala, başka bir dönemde, başka bir faşist iktidarın siyasi tutuklusu olarak 1926 ile 1937 arasındaki yıllarını Mussolini’nin emriyle hapiste geçiren ve ünlü “Hapishane Defterleri”nde “aklın kötümserliği ve iradenin iyimserliğinden” söz eden Antonio Gramsci’nin bilgeliğini kendine örnek alıyor.
Türkiye’de kültürü, sivil toplumu ve medeni hakları savunan girişimlerin en önemli hamilerinden biri olageldi. Kendisi Avrupa ile mübadele ve diyalogun yılmaz savunucularından biri.
Dünyanın neresinde olursa olsun, karşılıklı fikir alışverişi, eğitim, kültürel miras, çeşitlilik, uzlaşı ve toplumlararası anlaşma için emek veren herkes için bir rol model.
Osman Kavala’yı onurlandırmak, Goethe Enstitüsü için büyük bir onur!
Yorumlar
Kalan Karakter: