CHP lideri Özgür Özel, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) hakkında yaptığı açıklamada, "YÖK'ü kaldırmayacağız, YÖK'ü yok etmeye geliyoruz" ifadelerini kullandı. 6 gazetecinin CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu soruşturmasında ifadelerinin istenmesine de tepki gösteren Özel, "Dünya kadar gazeteci yine gözaltına alınmış. Her sabah bir korkuya gark etmeye çalışıyorlar. Hiçbir zaman sonunda kötüler kazanmaz; iyiler, cesurlar kazanır" dedi.
Özel, "Her Gencin Hakkı: Nitelikli, Özerk, Demokratik ve Yaşanabilir Üniversite" panelinde konuştu. Özel'in açıklamalarından satır başları şöyle:
"Çok daha fazla kadın belediye başkanı, milletvekili ve yönetici istiyoruz"
“Cumhuriyet Halk Partisi olarak çok daha fazla kadın belediye başkanı, milletvekili ve yönetici istiyoruz. Bununla ilgili geçtiğimiz dönemlerde attığımız önemli adımlardan bir tanesi, Eskişehir’de efsaneleşmiş birinin yerini yanında genel sekreterlik görevini de yapmış olan hem usta - çırak ilişkisiyle birlikte bu kentte hizmeti öğrendikleri ve yerine getirdikleri Ayşe Ünlüce’nin göreve gelmesiydi. Diğer yandan da Cumhuriyet Halk Partisi’nin en önemli hedeflerinden bir tanesi, gençlere verdiği önem ve onların siyasete katılımı. Genç bir il başkanımız var, Talat’ın huzurunda tüm örgütümüzdeki gençleri ve bu salondaki tüm gençleri bir kez daha sevgi ve saygı ile selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz.
"AK Parti YÖK’ü kaldıracağını söyledi, bırakın kaldırmayı uygulamaları çok daha baskıcı bir şekle çevirdi"
6 Kasım 1981, YÖK’ün kuruluşu. Bugün de 44’üncü yılı. YÖK’ün kuruluşunda Cumhuriyet Halk Partisi’nin yüksek öğrenime, öğrencilere, akademiye dair söyleyeceği sözler var. 12 Eylül darbesi Türkiye’de pek çok şeyin üzerinden silindir gibi geçti. En başında siyasi partiler, siyaset kurumu, sendikalar olmak üzere örgütlenme özgürlüğü, bir de özerk üniversitenin üzerinden silindir gibi geçti. O gün de eksikleri vardı ama bundan 45 yıl önce bile bugünkü halinden çok, çok daha iyi bir noktadaydı.
Darbeciler sandığa, demokrasiye, özgür düşünceye ve özgür düşünenlerin seçme hakkına düşman oldukları için ilk saldırdıkları sandık şu oldu: Üniversitelerde rektörlerin, bölüm başkanlarının seçildiği üniversite içi seçimlere saldırdılar ve bunu geri alabilmek çok uzun yıllar sürdü. Daha önce pek çok parti iktidara gelirken YÖK’ü kaldıracağını söyledi. Kimi o güçte gelemedi, kimi geldiğinde yerleşmiş bu vesayet odağıyla mücadele edecek yeterli vakti bulamadı. AK Parti, çok iddialı şekilde bunu söyleyerek geldi ve çok az partiye imkan olacak kadar uzun süredir görevde. İstediği tüm güçleri, tüm yetkileri elinde tuttu ama YÖK gibi Kenan Evren’den kötü bir miras olan bir kurumu bırakın kaldırmayı, uygulamaları çok daha baskıcı, çok daha tahakkümcü, çok daha ortak düşünceyi reddeden ve dayatan bir şekle çevirdi.
"800 oy almış kişiyi değil, iki oy almış kişiyi atadı; Cumhurbaşkanı'na yakıştı"
Tabii üniversitelerdeki seçim sandığını, seçim hakkını üniversitelerin elinden alan Kenan Evren, bunu 1980’de yapmıştı. Üniversitelerde 1946’dan beri 54 yıl seçim vardı. 1980’de kaldırmıştı. O günden sonra tabii bu yeniden demokratik kurumlar yerleşip, ülkede özgürlüklerle ilgili talep yükselmeye başladıkça, siyaset kurumu bunun karşısında duramadı. 1992’de bir kanuni değişiklikle seçim geri geldi. Tam olarak seçim mi geldi? Tam olarak gelmedi. Üniversitedeki öğretim üyeleri rektör seçmek için oy kullanıyorlardı. En yüksek oy alan altı aday, altıncı bir oy bile almış olsa YÖK’e bildiriliyordu. YÖK içinden üçünü seçiyordu. O üçünü Cumhurbaşkanı’na yolluyordu. O da üçünün içinde birini seçiyordu. Ama yerleşik uygulama, bildirilenler içinde en çok oyu alanın olması ve onun da atanmasıydı. Zaman zaman önceki Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, en çok oyu alanı değil de ikinci en çok oy alanı çeşitli gerekçelerle yetkisini kullanarak ama 10 atamadan birinde yaptığında en çok karşı çıkanlar bugün iktidarda olanlardı.
‘Nasıl yaparsınız, en çok oy alanı nasıl atamazsınız?’ Onların tercih ettikleri bir yapıdan Ahmet Necdet Sezer de üniversitenin geleceği için ikinciyi seçmiş. Büyük bir isyan, büyük bir itirazda bulunurlardı. Allah var ya ben de gencecik yaşımda, ‘En çok oyu alan atansın. Neden bu kanun böyle yapılmış?’ diye aklımdan geçirir, gönlümden ben dahi itiraz ederdim istisna olan ikincinin atanmasına. Gün geldi Cumhurbaşkanlığı el değiştirdi. Bugünkü Cumhurbaşkanı, o yetkiyi kendisi kullandığı dönemlerde şunu dahi yaptı: Seçimde altıncı olan; bir oy almış, iki oy almış... Kendine bildirildi. 800 oy almış kişiyi değil, iki oy almış kişiyi atadı. Vaktinde bağırıp, ‘Nasıl yaparsın, bu bundan 10 oy fazla almış? Onu nasıl atamazsın?' denen iki oy almış sonuncuyu atadı. Yakıştı mı? Vallahi kendine yakıştı. Türkiye’ye yakıştı mı? Vallahi Türkiye’ye yakışmadı ama o daha beterini yakıştırdı.
"Darbeye karşı çıktık ama OHAL'e itiraz ettik"
15 Temmuz'un ardından kanun getirdiler, ‘ebedi Cumhurbaşkanı.’ ‘Ebedileşmesi gereken millet iradesidir. Birinin şahsi geleceğini değil, milletin iradesinin belirleyici olmasını ebedileştirin’ dedi. Biz bu demokrasi fikrinden geldiğimiz için darbe gecesi doğru tutum takındık. Tek bir Cumhuriyet Halk Partili çıkıp da darbeden medet ummadı. Ertesi gün önce bir tebrik telefonu… Reddettik, ne münasebet. Darbeye karşı çıktık diye Cumhuriyet Halk Partisi’ne kim teşekkür edecek? Teşekkür edecek birisi varsa milletin kendisidir, demokrasinin arkasında kim durduysa ona teşekkür eder. ‘Darbecinin yanında durmadım’ diye kimse teşekkür almaz. Ama ertesi gün ikinci bir telefon, ‘Biz olağanüstü hal ilan edeceğiz, desteğinizi bekliyoruz.’ Dedik ki ‘Bizden destek alamazsınız. Biz darbeye direniriz ama OHAL yönetimine, sıkıyönetime, keyfi yönetime, hukuki denetim olmayan yönetime de direnir, itiraz ederiz.’ ‘Üç aylığına ilan ediyoruz. 45 günde terk edeceğiz.’ Üç yıl sürdürdüler, üç yıl.
"Cumhurbaşkanı olarak ‘AYM'yi tanımıyorum, saygı da duymuyorum’ dersen..."
Bu üç yılda Kanun Hükmünde Kararname çıkarma imkanı aldılar. Meclis yerine Cumhurbaşkanı ve bakanlar imzasıyla OHAL KHK’ları çıkardılar. Bu üç yılda Anayasa’yı değiştirdiler. Bu üç yılda referandum yaptılar. Bu üç yılda o Anayasa ile rejime kasteden Anayasa değişikliğiyle genel seçim yaptılar. Yani darbeye fırsata çevirdiler ve darbeciler geldiğinde ne yapacaksa… Kenan Evren de 1980’de geldi, 1983’te gitti zaten. O üç yılda ne yapacaksa, darbeyi yapmışçasına onlar yapıtlar. İşte o sırada rektör atamasını da kaldırıp, ‘Rektörü Cumhurbaşkanı atar’ dediler. Üniversitelerin başına günü, süresi dolanın yerine kayyım bir rektör atıyorlar ve öyle yönetmeye devam ediyorlar. OHAL kalktı, Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. İptal ettirdik. Geçen sene tekrar iptal ettirdik. Anayasa Mahkemesi en son 4 Haziran 2024’te Cumhurbaşkanı’nın rektör atama yetkisini yeniden iptal edip, ‘Anayasaya göre seçimle belirlenecek’ dedi. Bir yıl süre verdi. O süre bu yıl 4 Haziran’da doldu. 18 Haziran günü yeniden kanun yapıp, bir kelimenin yerine değiştirip, yine kanuna ‘Cumhurbaşkanı belirler’ yazdılar.
‘Anayasa Mahkemesi üst mahkemedir. Kararları, gerekçeleriyle yayınlanır. Yargı, yasama, yürütme için bağlayıcıdır’ hükmü duruyorken o sayfada sen Cumhurbaşkanı olarak ‘Anayasa Mahkemesi’ni tanımıyorum, saygı da duymuyorum’ dersen ya da filanca partiyi kapatmadı diye ‘Anayasa Mahkemesi kapatılsın’ diyen bir ortağın varsa ve Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararları hiçe sayıyorsan, seçilmiş milletvekilleri içeride duruyorsa, Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlara uymuyorsan, en son aldığı karara karşı sana verdiği sürenin sonunda aynı kanunu çıkarıp, burnuna dayıyorsan, bu bir sayfayı yırtıp atmak. O sayfayı sen attın. Yarın biri tutar, Meclis’in yetkilerini atar. Öbürü gelir, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini atar.
"Memlekette Anayasa askıda"
Maalesef Anayasa Mahkemesi, neredeyse 10 yıldır bu içtihaden kazandığı uygulamadaki yürütmeyi durdurma kararlarından vazgeçmiş durumda. Bu yüzden yok sayılıyor şu anda. Bu yüzden memlekette Anayasa askıda şu anda. Tayyip Erdoğan’ın uyduğu maddelere uyuluyor, uymadığı maddelere uyulmuyor.
Yeni bir düzen, ikili bir hukuk sistemi, kendisine hukuk, ama kendinden olmayan muhaliflere düşman hukuk sisteminin uygulandığı bir sürecin içindeyiz. Peki bu bizi nereye getiriyor? Getirdiği yer şu: Bu yıl açıklanan Akademik Özgürlükler endeksinde Türkiye yine en alttaki yüzde 10’luk dilimde yer aldı. Türkiye’de akademinin özgürlüğü; yani rektörün böyle seçildiği, böyle atandığı, üniversiteye sorulmadığı, en lazım olduğu yerden sandık ilk kaldırıldığı için Türkiye’nin bulunduğu dilimdeki ülkeler Kuzey Kore, Güney Kore, Güney Sudan, Katar ve İran. Bu seviyedeyiz. Geçtiğimiz grup toplantısında ‘Avrupa’da enflasyonda birinciyiz, genç işsizliğinde birinciyiz…’ Bir sürü rakamı verdim. İşte üniversite özerkliğinde de Kuzey Kore’yle Güney Sudan’la, Katar’la, İran’la aynı noktadayız. Öyle her bir endeks bir kez daha ürpermemizi, bir kez daha ne durumda olduğumuzu bize gösteren bir noktaya geliyor.”
"Apar topar kiralık sosyal konut projesi açıkladılar"
Ümit ediyorum kopya çekerler. Geçtiğimiz günlerde şöyle bir şey oldu: Biz programımıza barınma sorununu aşmak için kiralık sosyal konutu yazdık. Dünyadaki sosyal demokratların en başarılı uyguladıkları işlerden biri. Apar topar kiralık sosyal konut projesi gelince bizim arkadaşlar dedi ki ‘Erken söyledik. Çaldırdık.’ Dedim ki ‘Çaldırmış olmuyorsun ki. Çalındığında bir şey hırsızın işine yarar. Milletin işine yarayan bir şeyi çalıyorlarsa ben buna hırsızlık demem, iyiyi örnek almışlar derim. Memnun olurum. Nasılsa 1 - 1,5 yıl sonra gelip de kiralık sosyal konutların temelini biz atacaktık. Bunlar bir takım eksiklikleri, hatalarına rağmen bu projeleriyle kiralık sosyal konutun temelini atsınlar, anahtarlarını da biz teslim ederiz.’ Ümit ediyoruz bunları da alsınlar aynıyla yapsınlar da görelim.
"YÖK’ü yok edip, akademinin özerkliğinin ve özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldıracağız"
Biraz önce söyledim. Herkes gelirken ‘YÖK’ü kaldıracağız’ dedi, kimse kaldırmadı. Biz o yüzden biz ‘YÖK’ü kaldıracağız’ demiyoruz. ‘YÖK’ü kaldıracağız’ dersek yalan. Kaldıramayız. Biz YÖK’ü yok etmeye geliyoruz arkadaşlar. YÖK’ü yok edeceğiz. Çünkü bir şeyi kaldırınca başka bir yere kondurmak lazım. Orada da bir takım mahsurlar var. YÖK’ü yok edip, akademinin özerkliğinin ve özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldıracağız. Nitelikli, özerk, demokratik ve yaşanabilir bir üniversitenin her gencin hakkı olduğuna inanıyoruz. Bunun için çalışıyoruz. Rektörlerin liyakatli, şeffaflığı esas alan kriterlerle başvurmasını. Yani rektör adayının başvuracağı zaman hangi kriterleri yerine getirmesi gerektiği, hangi liyakat sisteminin içinden bir şeyleri ispat etmiş olarak gelmesinin şeffaf ölçütlerini görmek istiyoruz. Sonra? Sonrasında o adaylar içinden sandık kurulacak. Kim oy kullanacak? Belli katsayılarla üniversitenin akademisyenleri oy kullanacak. Üniversitenin öğrencileri ve emekçileri oy kullanacak. Üniversite ile bağını koparmamış mezunlar oy kullanacak. Rektör adayı olmaya layık adaylar içinden bir sandıkla kim seçiliyorsa, o seçilecek. Cumhurbaşkanı sadece ve sadece onu atayabilecek arkadaşlar.
"Gelişmiş ülkelerinin Türkiye’de hayal kurması beka sorunu değil; Türkiye’nin gençlerinin o ülkelerde hayal kurması beka sorunu"
Devlet Bey’le benim aramda bir fark var. O da beka sorunları tarif ediyor, ben de beka sorunu tarif ediyorum. Devlet Bey’in tarif ettiği beka sorununda ‘Dünyanın güçlü ülkelerinin Türkiye’de gözü var, bu beka sorunudur’ diyor. Evet bu varsa beka sorunudur. 100 yıl önce denediler. O beka sorunu nasıl bertaraf edildi, bütün dünya bunu bilir. İhtiyaç olursa gözümüzü kırpmayacağımızı da bilir. Ama ben başka bir beka sorunu görüyorum. Anketlere bakıyorum, her dört gençten bir tanesi Türkiye’de kalmayı, üç tanesi fırsatını bulursa dünyanın gelişmiş ülkelerine gitmeyi hayal ediyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin Türkiye’de hayal kurması beka sorunu değildir. Türkiye’nin gençlerinin o ülkelerde hayal kurması beka sorunudur. Bunu ortadan kaldıracağız.
"Bu sabah kalktık, dünya kadar gazeteci yine gözaltına alınmış"
Bu sabah kalktık, gazeteci arkadaşlarımız, dünya kadar gazeteci yine gözaltına alınmış. Her sabah bir korkuya gark etmeye çalışıyorlar. Ama taktik bu. Umudu örgütleyemeyenler, sevgiyi büyütemeyenler, korkuyu örgütlemeyi, tehdidi büyütmeyi kendilerine yol seçmişler. Böyle kalabileceklerini düşünüyorlar iktidarda. Oysaki karanlığın panzehri yanan bir tek ışıktır. Günün en karanlık zamanı, sabahın en yakın olduğu zamandır. Hiçbir zaman sonunda kötüler kazanmaz. Kötüler kaybeder, iyiler kazanır. Hurafe yerine bilim kazanır. Tembele karşı çalışkan kazanır. Korkağa karşı cesur olanlar kazanır. Ben hepinize inanıyorum ve güveniyorum. Bu darbe kurumunun kuruluşunun 44’ncü yılında inşallah YÖK’ün yok oluşunun, YÖK’ün defin töreninde de iktidarımızda bir 6 Kasım’da Eskişehir’de buluşmak üzere hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun."
Yorumlar
Kalan Karakter: