Gazeteciler Ahmet Nesin ve Serdar Öztürk, YouTube kanallarında güncel siyasi ve toplumsal konuları değerlendirdi. İkili, iç ve dış politika, ekonomik sorunlar ve uluslararası ilişkiler hakkında ayrıntılı açıklamalarda bulundu.
“Türkiye’nin Hiçbir Konuda Politikası Yok”
Ahmet Nesin, Türkiye’nin mevcut politikalarını eleştirerek şu ifadeleri kullandı:
"İç politika konuşulmuyor. Ekonomik sorunu, emekli maaşı sorunu, asgari ücret sorunu… İşçi sınıfı memnun, emekliler memnun. Memur memnun. Hayat güzel. Böyle bir ülke varmış meğerse bizim haberimiz yokmuş. Biz Saddam ile Kaddafi’yi örnek veriyoruz. Aynı döneme gelen Hüsnü Mübarek’i örnek vermiyoruz. Esad’ın konutuna girildiğinde bir haber kanalında şöyle bir yorum oldu: ‘Bu diktatörler böyle son model arabalara meraklılar’ dendi.
O yorumcu bundan sonra programlara çıkartılır mı bilmiyorum? O kadar çok arabası varmış ki, Erdoğan’ın arabası yok ya, uçakları yok ya? Diktatörlerin böyle bir merakı, tutkusu vardır diye yorum yapıldı. Bilinçli mi yapıldı yoksa ağzından mı kaçtı? Lafını bilmeyecek birisi değil gibi geliyor.”
Nesin, Rusya'nın kağıttan bir kaplan gibi görülmeye başlanmasına da dikkat çekti ve şu sözleri ekledi:
"‘Rusya kağıttan kaplanmış’ gibi yorumlar başladı. Sen hâlâ dünyada güçlü devleti, Rusya veya Çin’i, üç düğmeye basınca dünyayı karıştıracak bir güç olarak mı görüyorsun? Suriye’nin eski bayrağı ile yeni bayrağına bakıyorum. Bir tanesinde iki yıldızlı bayrak, ikinci yeni bayrak kırmızı üç yıldız. Üçlü federasyon olduğunu bayrakla hemen belli etmişler. Belli planlanmış bir şey."
Nesin ayrıca, sığınmacıların durumuna ilişkin şu yorumu yaptı:
"Şu anda yorumcuların şöyle bir iddiası var: Suriye’de konuşulacak ikinci dilin Türkçe olduğu tartışılıyor. Türkiye’nin en büyük kazancı o olacak. Tabi gitmeyecekler. Sığınmacılar Suriye’den Esad var diye geldi. Şimdi Esad yok, hangi statüde Türkiye’de kalacaklar? Türkiye bunun cevabını nasıl verecek?"
"Suriye, Yeni Bir Afganistan Olabilir"
Serdar Öztürk, Suriye’deki son gelişmeleri değerlendirdi ve önemli uyarılarda bulundu:
"Özgür Özel açıklama yapıyor, hâlâ 'Türkiye Esad ile doğrudan görüşmelidir' diyor. O sırada Esad kaçmış. Türkiye’de iç politika maalesef yerlerde sürünüyor. Belki de öyle isteniyordu. Söylenenler dışında Esad'ın nerede olduğunu bilen yok."
“Astana Anlaşması Fiilen Yok Oldu”
Öztürk, uluslararası platformlarda Suriye meselesinin geldiği noktaya dikkat çekti ve şu ifadeleri kullandı:
"Çok uzun zaman emek verildiği söylenen Astana Anlaşması aslında yokmuş. Bunu gördük. Böyle bir anlaşma yapılmış ama kimse uymamış. Suriye’nin en büyük destekçisi olduğu söylenen Rusya ve İran ortada yok. Ortada olmamalarının iki gerekçesi olabilir: Ya kamuoyuna yansıtıldığı gibi bir güçleri yok ya da bu şekilde planın içindeler."
"Yeni Bir Federatif Yapı Kaçınılmaz"
Serdar Öztürk, Suriye’nin geleceğine dair öngörülerini paylaştı ve şu değerlendirmeyi yaptı:
"Şu anda görüldüğü kadaryla en az üç-dört yapıdan oluşan bir federe devlet bekleniyor. Artık Suriye Arap Cumhuriyeti demememiz gerekiyor. Yeni anayasa ve yapılanmalar BM tarafından kabul edilmeden resmiyet kazanmayacak. Bosna Hersek modeli bir yapı olabilir: Cumhurbaşkanı bir tarafın, başbakan diğer tarafın. Ama bu karmaşık bir tablo ortaya koyacak."
"Suriyeliler Geri Dönecek mi?"
Serdar Öztürk, sığınmacıların durumuna ilişkin Türkiye’nin yanıt bulması gereken soruları şu şekilde dile getirdi:
"Esad'ın konutunda çarşaf, yastık kılıfını götürüyorlar. Bu olay çok boyutlu. Hatta ilk sonuçlarından birisi de İsrail Golan tepelerini işgal etmeye başladı. İsrail Ordusu Suriye'nin güneyinden bir harekat başlattı. Muhtemelen o toprakları bu karmaşada işgal edip bir daha da çıkmama niyeti var. Golan Tepeleri çok uzun zamandır o bölgenin problemiydi. Birkaç soru sormak lazım herşeyden önce. Nasıl oldu da rejim muhalifi diyelim sadece bir grup değil çünkü; üç gün içinde kuzeyden güneye koca Suriye'yi nasıl geçti. Bu birinci önemli soru. Eleman bıraktılar mı bırakmadılar mı? Sayısal olarak ne kadar bıraktılar ama ortaya çıkan birkaç sonuç var ki bütün dünya bunu düşünmeli. Bunlardan birisi çok uzun zaman emek verildiği söylenen Astana anlaşması aslında yokmuş. Bunu gördük. Böyle bir anlaşma yapılmış ama kimse uymamış. İki, Suriye'nin en büyük destekçisi olduğu söylenen Rusya ve İran ortada yok. Ortada olmamalarının iki gerekçesi olabilir ya bize anlatıldığı gibi kamuoyuna yansıtıldığı gibi bir güçleri yok. Öyle artık dünyayı herhangi bir yerine ordu gönderip orada desteklediklerini arkasında duracak güçleri yok. Yada Suriye için çizilen planın içinde onların da birtakım katkıları var. Artık herkes şunu kabul ediyor ki dünyadaki bütün savaşlar vekalet savaşı olarak yapılıyor. ABD, nasıl Afganistan'dan çekilirken stratejik olarak kendisini haklı olarak gösterdi ama Afganistan'ı dünyanın ortasında nasıl yalnız bıraktıysa aslında Rusya ve İran için de ABD'nın Afganistan'dan çekilmesi süreciyle aynı değerlendirilmeli. İkisinin de Esad'ın yanında durdukları ve Esad'dan kazançları bugüne kadar çok iyiydi. Ama İsrail'in Gazze'ye başlattığı bu operasyon sonucunda bakın Suriye topraklarına kadar girmesine neden oldu. Trump'un açıklaması var. 14 Ocak'ta görevi devralacak ama sonuçta seçilmiş başkan olduğu için ABD'deki sistem hala bazı konularda seçilmiş başkanın görüşünü almayı zorunlu kılıyor. Onun açıklamasına bakarsanız bir taraftan Suriye'den ne işimiz var diye sorarken bir taraftan oradaki askeri varlığımızı devam ettireceğiz diyor. Fransa'da Zelenksi ile bir araya geliyor. Orada elbette orada Putin var. Öbür tarafta Ukrayna'da yaşanan hala devam eden kriz ve savaş var. Rusya'nın büyüklüğü yada küçüklüğünü tartışmak için söylemiyorum. Askeri güç, karasal harekat anlamında söylüyorum. Güçsüz demiyorum. Ya İran ve Rusya'da bu anlaşmanın içinde bunun üstüne basa basa söylüyorum. Sonuçta bir analize dayanıyor bu neden sorusunun yanıtını ararken yada dediğim gibi değil kağıttan kaplanlarmış. İkinci olasılık elenebilir ama birinci olasılık da Rusya ve İran için önümüzdeki yıllarda yaşayacakları açısından sıkıntılı bir sürecin başlangıcı demektir. Bugünü kurtarır ama uzun vadede en azından dünyanın iki kutupluluktan çok kutupluluğa geçme hikayesini bize pek doğrulamaz. Rusya'da Çin'de bunu savunuyordu. Yada bizim Cumhurbaşkanımız 'Dünya beşten büyüktür' derken çok da büyük olmadığı anlaşıldı. Çünkü belli ki dünya beşlinin kurduğu bir kurgu sonucu bu sonucu getirdi. Bir tarafta İngiltere, ABD varken belki arkasında AB, İsrail sayabileceğimiz ülkeler varken bir tarafta da Sovyetler Birliği, Çin, İran gibi belki arkasında Hindistan gibi büyük iki karşı kutbun karşı kaşıya gelmesi gibi olmadı sanki bu dünya beşten büyüktür dönen beşli geldiler oturdular bir masaya bir Suriye haritası çizdiler. Bu çizdikleri haritada şu anda görüldüğü kadarıyla en az üç-dört yapıdan oluşan federe devlet üzerine. Dördüncü olasılığı şunun için söylüyorum. Şimdi Suriye Milli Ordusu denen grupla HTŞ'nin önümüzdeki süreçte nasıl bir birliktelik sağlayacağını yada aralarındaki çatışma dördüncü bir grubu doğurabilir ihtimali var. Bu sonucu etkileyecek bir dördüncü bölünme olabilir. En azından üç yapıdan oluşan federatif Suriye bekliyoruz. Artık Suriye Arap Cumhuriyeti demememiz gerekiyor. Önümüzdeki günlerde birtakım yapılması gereken yasal süreçler var. İktidarı ele geçirenlerin bir yapı kurması gerekiyor. O devlet yapısının da başta BM tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Bu yapı nasıl olacak? Bu yapı Bosna Hersek'te olduğu gibi birinin Cumhurbaşkanı, diğerinin Başbakan öbürünün de Meclis Başkanı gibi güçleri dağıtarak karmakarışık bir yapı mı oluşacak? Anayasa dediğiniz şey önemli? Bu anayasada ne olacak? Kimlerin hakları nasıl belirlenecek? Federatif yapı nasıl kurulacak. Benim için asıl önemli olan bu gelişmelerin Türkiye'de nasıl yankılanacağı ve Türkiye'de ne olacağı. Biz dış politikamızı bunun üstüne mi inşa ettik. Yada bizim inşa ettiğimiz dış politika yerli yerine mi oturdu? Yoksa tam tersine bizim inşa etmeye çalıştığımız dış politika darmadağın oldu. Yeni bir dış politika oluşturmamız lazım ama onun aktörleri de çok farklı. Artık komşularımız kimler olacak? Bu komşuluk ne kadar sürecek? Biz komşuyla çay içip gelebileceğiz mi? Suriyeliler bana göre de gitmeyecekler ama Türkiye'ye savaş nedeniyle gelen sığınmacılar geri dönecekler mi? Yada döndürülebilecekler mi? Ben bu süreci Türkiye'nin açısından konuşmayı daha doğru buluyorum. 2011'de HTŞ'nin adı bu değildi? İşid'di. El Kaide'nin bir kolu olarak Suriye'nin de öyle örgütlenmeye başlamışlardı. Aslında dünya şu anda bu saydığımız bütün isimleri Türkiye de dahil terör örgütü olarak nitelendiriyor. Şu anda da hala üzerlerinde terör örgütü damgası var. Biz teröristlerle pazarlığa mı oturacağız? Yada teröristlerle ilişki mi kuracağız? Yeni devlet kuruluncaya kadar bir ilişki olacak. Bütün bunların tartışılacağı bir döneme giriyoruz. Sonuçta buradan nasıl görülüyor diye bakıyorum. Birkaç gündür edindiğim izlenim o. En önemli tartışma savaştan kaçan sığınmacıların ne olacağı sorusu... Toplumun büyük bir kesimi de 'dönecekler' diye düşünüyor. Benim fikrim dönmeyecekler. Ne olarak kalacaklarına bir şey uyduracaklar. Şu anda devlet kalmadığı için orada ortada gelenlerin büyük bir çoğunluğunda kimlik belgesi veya pasaport yoktu. Geçerken öyle şey kullanmadılar. Şimdi kurulacak devletin pasaportu da yok kimsede. Çünkü ne olacağı belli değil. O devletin kurulması birkaç yıl sürer bence. Birkaç yıl sonra ne olacak? Bu üçlü blok birbirleriyle çatışacak mı? Toprak konusunda herkes kazandığı alanda kendi hükümranlığını kuracaklar. Bütün bunları tartışacağız. Devlet Bahçeli bütün bu çıkışları niye yaptı? Bu çıkışların Suriye'deki olaylarla bir ilişkisi var mıydı? Daha önceden bilinen bir şey üzerine mi girişimde bulunuldu. Bütün bunların hepsinin Türkiye açısından yanıtlanması gerekiyor. En azından Türk Halkı açısından yanıtlanması gerekiyor. Bir de başa dönüyoruz. Türkiye'nin kendi ekonomik sorunları var. Bu ekonomik sorunlar geldik Aralık ayına. Yeni asgari ücret belirlenmesi için ilk toplantı yapıldı. Kamu çalışanlarının zam oranı var. Emeklilerin var. Bütün bunlar önümüzdeki bir ay içerisinde çözülmesi gereken yada bir sonuca bağlanması gereken konular. Türkiye'nin asıl konuları, can yakıcı konuları bunlar. Enflasyondaki düşmeyen düşüş var. Türkiye bütün bunlarla uğraşırken hemen dibinde orada oluşacak yeni devletle ilgilenmek zorunda. Bu şuna bağlı. Eğer ekonomik gücünüz iyiyse, yüksekse pazarlık yapma yada yaptırım yapma gücünüz yüksek. Bu dünyadaki bütün siyasi gelişmelerde geçerli. O yüzden Türkiye bu ekonomik durumuyla buradaki pazarlığın ne kadar içinde olabilecek. Sırf siyaset olarak 'Esad'a o kadar el uzattık, elimizi tutmadı. Ne yapalım başına gelecekleri kendisi istedi' demekle olmuyor. Onu diyorsunuz ama onun peşinden gelen siyasi gelişmelerde hiçbir etkiniz olmuyor. Astana süreci diye bir şey aslında hiç yokmuş."
Yorumlar
Kalan Karakter: