Gazeteciler Ahmet Nesin ve Serdar Öztürk, 31 mart yerel seçimlerine sayılı günler kala iktidarın ve muhalefetin süreci nasıl yönettiğini konuştu.
A3 Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Gencel’in tutuklanması ile programa başlayan Ahmet Nesin, “Önce sevgili arkadaşımız Süleyman Gençel'den başlayalım. Neler geldi Süleyman'ın başına şimdi? Süleyman tutuklu. Hükümlü” dedi.
“Mağdur mahkum oldu”
Süleyman Gençel’in şikayetlerine takipsizlik verildiğini ancak kendisinin tutuklandığını ifade eden Serdar Öztürk, “Mağdur mahkum oldu. Mağdur mahkum oldu. Yani Süleyman'a adam tutup saldırdılar. İş yerinin kapısında. Darp ettiler. Çevresindeki binalardaki görüntüleri bile kaybettiler. Sonra işte şimdi Arjantin'de tutuklu olan Serkan Kurtuluş çıktı, tek tek anlattı. Onun anlattıklarında da delil saymadılar. Süleyman’ın şikayetlerine takipsizlik kararı verdiler. Ama Süleyman abinin yazdıkları nedeniyle yani paylaştıkları nedeniyle işte AKP'li dokuz yüz rektörü Nukhet Hotar yönünden görev başındaki memura hakaretten ya da görevi yapmakta olan memura hakaretten bilmiyorum öyle bir şey. İki defa üst üste ceza verdiler. Birisi iki yıl bir ay birisi bir yıl iki ay sonuçta bunların infazı için tutuklandı. Ne kadar yatacağını bilmiyoruz. Bu süreçte Süleyman abi kanser hastası oldu. Onu bir miktar atlattı tedavisi uzun sürdü. Süleyman abinin tedavisi bitti. Bir yıl içinde eşi bu sefer kansere yakalandı. Ya canım benim. O veda ettiği birkaç ay önce. Demokrasinin bir bedeli var. Siz de dışarıda yaşamak zorunda kalarak bir bedel ödüyorsunuz. Kimileri cezaevi bedel ödüyor. Kimleri asılıyor, kimileri faili meçhul cinayetlere kurban gidiyor. Demokrasiyi korumak ya da gerçekten demokrasiyi bir ülkede yaşatmanın zorluğu bu. Şöyle bir tanımlama yapmaya başladım artık Konfor alanımızdan ne kadar çıkabilirsek ne kadar vazgeçebilirsek yaşamımızdaki konfordan demokrasi ancak o kadar güçlü olabiliyor. Benim arkadaşım onu çoğundan vazgeçmişti. Bizim kadar üzüldüğünü düşünmüyorum. Her şeyden önce, onu söyleyeyim”
“Yasayı değiştirmek insanların kafa yapısını değiştirmekle aynı şey değil”
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinin başlangıcında işkence yasası başta olmak üzere yasa değişikliğine gittiğini hatırlatan Ahmet Nesin, “Evet, içeri girenler aynı şeyi düşünmüyor. Kendimden biliyorum. Benim hep demokrasi mücadelesi anlayışım şöyle oldu. Yani işte bilhassa Avrupa Birliği'ne girmek için birtakım şeyler gerekiyordu. Nedir o? İşte ülke nüfusun şu kadardı. Şu kadarı okuma yazması olması gerekiyor. Şu kadarının ehliyetli olması gerekiyor. Şu kadarının işte pasaportlu olması gerekiyor. İşkence konusunda şöyle olması gerekiyor falan filan AKP ilk yıllarında bunu ciddi bir şekilde ciddiye aldı ve yaptı. Fakat ben hep şunu iddia ettim. O yüzden de pek sevinmedim. Yasayı değiştirmek insanların kafa yapısını değiştirmekle Aynı şey değil. İşkence yasasını olduğu gibi demokratik bir şekilde değiştirmek işkence yapmaya hazır insanların kafa yapısını değiştirmekten aynı şey değil. İşkence yasasının değiştir Avrupa Birliği'ne göre uyarladıklarında o hafta karakolda birisi görüntülerle sabit dövülerek öldürüldü. Hep bunu iddia ettim. Yani işte askeri yasalarla oynayıp darbeyi önleyemezsiniz. Askerin darbe yapamayacağı bir noktaya ülkeyi getirmediğiniz sürece yasa değiştirmekten o bütün silahı elinde bulunduran askeri önleyemezsiniz. Asker ve oligark yapı sizi yönetiyorsa onun yasalarını değiştirmeniz işte ne bileyim ben askeri mahkemeleri kapatıp o askerleri sivilde yargılanması falan filan her şey bakın biz sivilleştirdik mantığı bir şeyi çözmüyor” dedi.
Yargıtay’da dosyanın onanmasının ardından UYAP’a düşer düşmez Süleyman Gençel’in tutuklandığını söylyene Serdar Öztürk, “Doğru. Bu davada da bunu gördük. Mesela iki tane örnek vereyim. Süleyman abinin Yargıtay'daki dostu onanır onanmaz. UYAP’a düşer düşmez tutuklama kararı çıkartılıyor ve derhal uygulanıyor ve sabah gözaltına alınıyor. Mesela kime sorsam bu hızı bu kız şaşırtıyor. Yani o uygulamaya gelir” dedi.
Süleyman Gençel’in tutuklanması süreci öncesine değinen Ahmet Nesin, “Nükhet Tatar'dan onun açtığı davadan dolayı Süleyman tutuklandı. Hapse atıldı. Hotar’ın adı nerede geçiyor? FETÖ borsasında. Artı Ahmet Kurtuluş'un öldürülmesi dosyasında. Adı geçiyor mu? Geçiyor.
Resmi olarak adı geçmiyor ama bütün işin içinde olanlar işte Serkan Kurtuluş dahil hepsinin ifadesine baktığımda işin içinde iki önemli insan var. Nükhet Hotar ve Binali Yıldırım tabii yani şunu söylemem gerekiyor. Artı Emniyet Müdürü Artı İzmir MİT Bölge artı İzmir Valisi, artı İzmir Başsavcısı ya da savcı yardımcısı. Adı geçmeyen devlet görevlisi yok. Ve bu biliniyor.” Dedi.
“Olayın temeli Süleyman Gençel’in işyerinde dövdürtülmesi”
Sürecin Süleyman Gençel’in işyerinde dövdürtülmesi ile başladığını aktaran Serdar Öztürk, “Olayın temeli bu olayın temeli Süleyman'ın iş yerinde dövdürtülmesi. Serkan Kurtuluş'un ifadesine göre bunu Binali Cangöz'e yaptırıyor ve iki kişi daha var yanında. Dedi ki onları gerekirse veririm. İki kişi teslim olurlar dedi, anlatırlar. Süleyman bu saldırıya uğradıktan sonra biz çok uzun süre uğraştık bununla. Ancak işte bu FETÖ borsası denilen iddianamede ilk defa ya iki yıl falan geçti üstünden. Yani Süleyman saldırıya uğruyor. Delil toplamak için etraftaki, iş yerinin etrafındaki binalarda Bulunan güvenlik kameralarından görüntü almak istiyorlar. Görüntüler yok ortada. Anında silinmiş görüntüler. Yani bu işi öyle peki kim sildi diye soruluyor ki bunun tanıkları var. Polisler geldi aldı diyor. Yani çok organize bir saldırı var burada. Ama ne oldu? Biz Serkan Kurtuluş'la irtibat kurmaya çalıştık. Yunanistan'da buluşmaya çalıştık. Olmadı. Sonra Arjantin'de yakaladık bir biçimde irtibat kurduk. Yapacağımız telefon görüşmesi çok engele takıldı. Çok uzun bir hikaye bu. Serkan anlattı. Biz ağzımız açık dinledik falan. Bütün bunları derleyip toplayıp Süleyman abi avukatı aracılığıyla şikayetçi oldu. Takipsizlik kararı verdiler. Nedeni ne biliyor musunuz? Serkan Kurtuluş'un bu adı geçen rektörle husumeti varmış. Bu yüzden yalan söyleyebilirmiş. Ses kaydı delil olmazmış. Yani böyle saçma sapan gerekçelerle takipsizlik kararı verdiler ama Süleyman abinin bu konudaki paylaşımlarını şikayet edince hakaretten içeri attılar. Süleyman abi gözaltına aldı. Hakaretten. Bir gün. Bir sabah geldi aldılar. Neyse gittik adliyeye. Savcının odasında ifade alındı bir türlü savcı sevk etmiyor. Bir türlü sevk etmiyor ama savcı yani. Getiren polisler bile şaşırdı. Kırk dakika sonra tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk etti. Evraka bir baktık. Evrakta hakaretin yanında cinsel taciz suçlaması var. Savcı eklemiş. Çünkü hakaretten üst sınır tutuklanmayı gerektirmediği için bir de cinsel tacizi ekleyip tutuklanmasını sağlamak istiyor. Allah'tan hakim yani hukuk adamıymış ki ne işi var bu işte deyip işte denetimli serbestlik mi deniyor neyse birtakım şeye imza atma karakola şeyiyle serbest bırakmış” dedi.
Tamamen serbest bırakmak varken denetimli serbestlik uygulamasını doğru bulmadığını söyleyen Ahmet Nesin, “O da iyi polis kötü polis gibi bir şey yani. Denetimli serbestlik mi ye tamamen serbest bırakmak varken Böyle bir üçkağıt var. Yani arkadaşımız denetimli serbest bırakıldı. Denetimli ama” dedi.
Süleyman Gençel’in avukatı ile tahliyesine ilişkin konuşmalarını hatırlatan Serdar Öztürk, “Bir günde de karar verebilirler üç günde de. Niyet dedi gördüğüm kadarıyla bu sıra biraz önce anlattığım bu tutuklanmanın süratle gerçekleştirilmesine baktığımız zaman dedi tutabildikleri kadar ellerindeki yetkiyle içeride tutmaya çalışıyorlar. Buna burnunu sürtmek diyoruz dedi. Bak yine söylüyorum. Yine aynı şeyi söylüyorum. Muhtemelen Süleyman abi de içeriden bize üzülüyordur. Kendisine üzüldüğünü sanmıyorum. Üstüne basa basa söylüyorum bunu. Öyle biri değildir. Yani bugün dışarı çıksa yine aynı şeyi yapar mı? Yapar. Yine aynı yazıyı yazar mı? Yazar. Yine aynı fikirleri savunur mu? Savunur. Bundan çekinmez. Benim bildiğim yirmi seneyi aşkın tanıdığım bir insandır. O da bize üzülüyordur. Bizim ona üzüldüğümüz kadar. Ama ortada şöyle bir gerçek var ki e birileri hukuku öyle bir hale getirmişler ki güçlü olanın hukuku işliyor. Tabii bu, bu sadece Süleyman'ın başına da gelmişti. O yüzden böyle çok da abartmak da istemiyorum. Dediğim gibi yani. Bu yüzden idam edilenler var. Bu yüzden asılanlar var. Bu yüzden terk etmek zorunda kalanlar var. Bu yüzden şu anda hapishanede ne bileyim, müebbetten tutun da çok ağır cezalara çarptırılmış olanlar var. Hani sırf bu iktidarın hukuk düzenine direndiği ya da bu iktidar tarafından cezalandırılan yüzlerce, binlerce insan var. Bir o kadar da binler insan da işte sizin gibi ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmış. Bütün bunları düşündüğünüz zaman ben Süleyman abinin kendisinin durumunu çok böyle önemsediğini sanmıyorum. O da bu örneklerden biri diye düşünüyorum” dedi.
“Muhalefet de konfor alanından çıkmayı reddediyor”
Muhalefetin de demokrasi anlayışında çifte standart olduğunu ifade eden Serdar Öztürk, “Bu Türkiye'de ortadan ikiye bölünmüş yani iktidardan yana olanlar ve olmayanlar diye bölünmüş. Bu iki kutunun aslında iktidara karşı olanların içinde de bizden ve sizden diye bir ayrım var. Bunu birkaç gündür yaşıyorum. Yani bizim arkadaşımız tutuklanmışsa tepki gösteriyorlar. Ama sizin arkadaşınız tutuklanmışsa tepki göstermiyorlar. Bir demokrasi yani muhalefetin de demokrasi anlayışında bir çifte standart var. Muhalefet de kendi konfor alanından çıkmayı reddediyor” diye konuştu.
Almanya’da kanser hastası olan Ahmet’i ziyaret ettiğinde aldığı tepkileri hatırlatan Ahmet Nesin, “Ben bunu yaşadım Almanya’da. O minik Ahmet dediğimiz Ahmet kanserliydi. Onu Almanya'da tedavi için getirildiği evde ziyaret ettim. Hayatımın çok önemli bir anıdır o. Onun fotoğrafıyla ikimizin fotoğrafıyla beraber yayınlanan fotoğraf sonrası birtakım insanlar annesinin, babasının dünya görüşünü biliyor musun ki böyle? Bunu yapıyorsun diye. Dediler. Yani aklım durdu orada. Eğer söyleyecek küfür bile bulamadım yani. Müthiş bir şey Sekiz dokuz yaşında bir çocuk. Ondan sonra başka bir minik daha yaşamını yitirdi. Şimdi de mesela otizmli bir çocuk annesi, babası hapiste. Ne yapacağını bilemez durumdalar. Seksen küsür yaşında bir sürü kadın ve erkek hapiste de ameliyatta zincirlenen insanlar o yüzden Türkiye'deki demokrasi mücadelesi hiç demokrasiyi yaşamayan bir toplumda bu şekilde veriliyor diye düşünüyorum ben. İşte bu bütün seçimlerdeki parti ayrışmaları birbirlerini kötülemeleri hepsi yukarıdan bir sistem olarak emrediliyor ve emir çerçevesinde devam ediyor her şey. Türkiye demokratları on iki Eylül'den on üç Eylül'e geçtiğimiz gün o günün hesabını vermedikleri, yapmadıkları o günün öz eleştirisini yapmadıkları sürece Türkiye'de mücadele hep eksik kalacaktır. Neyi kastediyorum buradan? Öyle bir şey giyen, tek tük olan bölgesel, mahallesel birtakım direnişler, haricinde nasıl böyle bir sus pus olunduğunun nasıl o geniş kitlelerden, ufacık avuç içi kadar insana dönüştüğünün hesaplaşmasını kendimizle yapmadığımız sürece buna ben de dahilim. Örgütler de dahil. Bunu hep bu şekilde tartışacağız diye düşünüyorum. Yani öyle bir şey olmuş ki sanki oligarşiyle şöyle bir hesaplaşma ya da anlaşma yapılmış gibi. Ya biz sizi bundan sonra çok fazla üzmeyeceğiz. Ara sıra üzer gibi yapacağız. Konforunuzu bozmayacağız. Siz de bizden çok fazla uğraşmayın. Biz işte dakika başı içeri almayın. Bilmem ne yapmayın. Şunu yapmayın Bunu yapmayın. Sizin kötü dediklerinizi kötü diyemeyiz ama övmeyiz de. Bu yaşandı ve hala da yaşanıyor. Yaşanıyor maalesef yani. O yüzden Türkiye'deki devrimcilerin kurtuluşu CHP'de aramasının bir nedeni de bu. Kendilerinde değil. Kurtuluşun devrimcilikte ve sosyalizmde olduğunu söylemekten yani önce biz CHP'yle bir şey yapalım gibi bir yani bu CHP'yi küçümsemek ya da şey yapmak anlamında söylemiyorum. Bir çıkış yapmak yerine onlarla beraber çıkış yapmak. Ya da bir kısmında işte Kürtlerle beraber çıkış yapmak. Onların aldığı oy oranıyla beraber bir yerlere gelmek, sonra da övünmek gibi meseleler yani” diye ifade etti.
“O zaman herkes siyasi partisini kapatıp CHP’ye gidecek”
İttifak kurmak istemeyenlerin eleştirildiğine dikkat çeken Serdar Öztürk, “Buna şunu da ekleyebiliriz. ittifak kurduğunuz zaman ittifak, beraber Ittifaktayken olumladığınız neredeyse her hareketini alkışladığınız siyasi partilerin ben artık ittifak kurmak istemiyorum ya da kendi başıma bir mücadele vereceğim dediği zaman böyle bir karar açıkladığı zaman vay efendim sen muhalif şey muhalefete muhalefet mi ediyorsun? Ya da iktidara yandaşlık mı ediyorsun diye eleştirilmesi evet. O zaman herkes siyasi partisini kapatacak. Gidecek CHP'ye birleşecek. Tamam ne derse o olacak ki onun da kendi adayları üzerinden ne yaptığını biliyoruz. Bunu şunun için söyledim. Örnek olması için söyledim. Örneğin geçen hafta aday adayı açıkladılar. Şey aday açıkladılar İzmir'le ilgili. Çiğli'de de bir aday açıkladılar. Bir hafta sonra o adayı geri çektiler. Ya kardeşim niye açıkladınız? Niye geri çektiniz açıkladığınızda kullandığınız yöntem mi yanlıştı? Ki öyle görünüyor. Peki o yöntem yanlışsa o yanlış yöntemi kullananlar hakkında ne yaptınız? Şimdi ikinci adayı hangi yöntemle açıkladınız? Ve açıkladığınız ikinci adayı önümüzdeki hafta tekrar geri çekmeyeceğimizden emin misiniz Bir de bunun üstüne Türkiye İşçi Partisi Parti efendim niye İzmir'den aday çıkarıyor? İşte CHP'ye seçim kaybettirmek mi istiyor? E sanki bunlar siyasi parti değil. Bunlar kazanmak için ya da seçimde kendi alabilecekleri oyları merak eden siyasi değil sanki. Onların da hakkı değil mi yani aday çıkarmak?” dedi.
“CHP belediye mevzilerini kaybetmek üzere mi?”
Ahmet Nesin, “Şimdi gelelim Süleyman'dan CHP'ye evet. CHP mevzilerini belediye mevzilerini kaybetmek üzere mi? Zaten onlara da İzmir haricinde ne kadar mevzide diyebiliriz bilemiyorum. Çünkü belediye meclis üyelikleri elinde olmadan alınan mevziler” diye sordu.
Serdar Öztürk ise “Yani ben daha önce söylemiştim, yine söyleyeyim. Ben İzmir'de çok büyük sorun çıkacağını tahmin etmiyorum. İzmir özelinden bahsedeyim. Eğer belediye meclis üyeliklerinde de CHP aday belirlemekteki gibi çok dar ve nasıl söyleyeyim? Çok intikamcı bir duyguyla hareket eder de partilileri küstürürse sanırım belediye meclis üyeliğinde yani büyükşehirin belediye meclis üyeliğinde çünkü o belediye meclis üyeleri ilçelerde seçiliyor. Her ilçenin belli miktarda belediye meclis üyesi büyükşehir belediye meclisinin oluşumunda bir yaşayabilme olasılığı olabilir diye düşünüyorum. Yani kendi ilçelerinde rahat olup olmayacaklarını ama aynı zamanda büyükşehir belediye meclisinde çoğunluk yani böyle her şeyi rahatça yapabilecekleri bir çoğunluk olamayabileceği düşünüyorum. Çünkü biliyorsunuz İstanbul'da da İYİ Parti'yle ittifak yapmış olmalarına rağmen oyları yetmedi. AKP'nin oyu daha fazlaydı. O yüzden belediye meclisinden Ekrem İmamoğlu istediği hiçbir kararı geçiremiyor. Hakeza Ankara'da da öyleydi. mi? Taksi olayını İmamoğlu kaç kere geçiremedi? Merkezi hükümetten bir yarar sağlamak istiyorsanız mutlaka merkezi hükümete yakın birini seçin diye. Bunu açık açık propagandasını yapmaya başladılar. Ki benden, bence bundan sonra daha çok yapılacak bu. Çünkü bir bu işin İslamcılıkla parantezi içinde söyleyeyim. İslamcılıkla süslenmiş bir motifi var” diye konuştu.
“Cumhurbaşkanının artık şeriatı bile gündeme taşıdığı bir çıkış var”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışlarına dikkat çeken Ahmet Nesin, “Cumhurbaşkanının son çıkışlarında sık sık vurguladığı işte artık şeriatı bile gündeme taşıdığı bir çıkış var. Bir de öbür taraftan yerelde insanları neredeyse tehdit eder bir tavır var. Yani bu son çıkışı bugünkünün söyle tamamında izleyemedim. Bugünkünü ama dünkü çıkış bana oy vermediğiniz için bu kadar insan öldü. Bu daha önce de Turgut Özal'ın denediği ve bütün belediyelerin elbise kaybettiği bir sistem. Bunlarda zekageriliğim var anlamıyorum ki yani böyle bir çıkışı Erdoğan gibi deneyimli yani bu arada şunu söyleyeyim. Deneyimli deyince herkes iyi, doğru falan zannediyor. Deneyim apayrı bir şey. Nasıl yapıyor bunu? Yani Hatay için söylediği ciddi bir felaket. Ben katilim demekten başka hiçbir şey değil. Ve katil eğer devam ederseniz katil olmaya devam edin demekten başka hiçbir şey değil. Örneği de var işte. Özal'ın aynı mantıkla söylediği bir örneği var” dedi.
Erdoğan’ın Cuma namazı çıkışlarında yaptığı açıklamalarda şaşırtan ifadeler olduğunu söyleyen Serdar Öztürk, “Erdoğan'ın cuma namazı çıkışları dışında sözlerinin hesapsız kitapsız olduğunu düşünmüyorum. Yani bir yazılıyor daha önce. Onu söylemek, kitapsızdır bir tek cuma namazı çıkışlarında böyle spontane konuştuğu zaman bizi şaşırtan ifadeler oluyordu. Şimdi Erdoğan bunu çoklukla ve sıklıkla yapmaya başladı. Bu bilinişi bana göre. Çünkü Erdoğan sıkışmış vaziyette. Her taraftan sıkışmış vaziyette. Yani birkaç gün önce gözden kaçtı” diye konuştu.
“Ortadoğu ciddi bir biçimde karışacak, Erdoğan Mısır’a gitmeyi planlıyor”
Amerika’nın iki gün önce Suriye ve Irak'taki İran üslerini vurduğunu belirten Serdar Öztürk, “İran'a ait bir takım yerleşim alanlarını vurdu, askerlerinin olduğu. Bu şunu gösteriyor. Türkiye'nin seçiminden sonra ya da önümüzdeki aylarda Orta Doğu ciddi biçimde karışacak. Şimdi Erdoğan yakın zamanda işte Mısır'a gitmeyi planlıyor. Onun için bugünlerde baktım. Erdoğan'ın hakkında yaptığı açıklamalar yayınlanıyor. Ama şunu kabul etmek zorundayız. Erdoğan zaten böyle pragmatik biri. Yani bir ay önce söylediğini, bir hafta önce söylediğini, bir hafta sonra reddeden ya da tam aksini söyleyen biri. Ama Erdoğan'ın sıkışmışlığını da fark etmek lazım. Şimdi yine Avrupa Birliği işte bu mültecileri Türkiye'de tutma karşılığında bir para Türkiye'ye yine bir yardım yapma konusunda adım atıyor. Ama biz onun perde arkasını aylar sonra öğreniyoruz. Şimdi kulislerde şu söyleniyor. Amerika ve Avrupa Birliği Türkiye'nin Ukrayna savaşına aktif olarak girmesini istiyor. Yani aktiflikten kasıt şu. İşte on tane SİHA satın ama beş tane de bedava verin. Türkiye'de bir biçimde bu savaşa taraf olmuş olsun. Buna Erdoğan'ı kaşıntı tutar o. Para beş tane bedava. Ama işte o beş taneye on tanenin içine yedirirler muhtemelen. Yani fiyatı ona göre ayarlarlar. Sanki on tane atılmış gibi görünür ama on beş tanesinin parasını alırlar ki Erdoğan'ın bu paralara ihtiyacı var. Çünkü hem seçim için hem de ekonomik gidişatın bir biçimde durdurulması gerekiyor. En azından frenlenmesi gerekiyor. Ekonomi dediğimiz şey Erdoğan'ın nasıyla değerlendirildikten sonra benim ekonomiden anlayıp anlamam çok önemli bir şey değil. Erdoğan gibi anlayan biri var nasıl olsa ama bu Merkez Bankası'nın başkanının son kullanma tarihinin bittiğini siz de programda söylemiştiniz. Ahmet Hakan'la röportaj verdiğinde kardeşinin İstanbul'daki evler Manhattan'dan daha pahalı ve ben Ekonomiyi Sedat amca mı ne kapıcıya soruyorum dediğinde koptuğu belliydi zaten yani. Sonra Merkez Bankası gibi bütün giriş çıkışları ciddi oranda kontrol altında olan bir yerin bir devlet dairesinin hem de başkanlık katında yaşananların ortaya saçılması Erdoğan'ın izin vermeden mümkün mü? Bunu yazabilirler mi? Mümkün mü böyle bir şey? Gidebilen liste arkadaşını kovarsan yani ama ne oldu? Şimdi bana göre faiz konusunda işte Gaye Hanım'ın kullanılma süresini doldurdu. Zaten bundan sonra Türkiye'de faiz artışı beklenmiyor. E kolay şimdi artık siyaseten kardeşim yarın bir gün çıkıp Erdoğan şunu söyleyecek. Kardeşim bizim ekonomi politikamıza aykırı olarak faizleri yükseltti, yükseltti. Dayandık, dayandık. Hani sineye çektik. Ama sonuçta bunu yapmak zorunda kaldık diye savunacak. Şimdi genel Merkez Bankası Başkanı hakkında da hemen birtakım şeyler söylenmeye başladı. Bu da Amerika'dan ama işte bizim Amerika Birleşik Devletleri büyükelçimizin eski büyükelçiliğini en azından yani şu yeni ayrıldı oradan. Onun akrabası olduğu da ortaya çıktı. Ben bir iddia var. Şimdi baktığınız zaman kendisinin nasıl biri olduğuna şimdi iktidar muhalefeti Amerikan Suçluyor ama Merkez Bankası'nın en azından son iki başkanı bildiğin Amerika'da eğitim görmüş, Amerika'da yetişmiş. Zaten Türkiye'nin Amerika'dan icazet almadan böyle bir şey yapması mümkün değil. Ama Erdoğan'ın bunu tersine kullanması önemli. Yani Erdoğan bir taraftan Amerika'yı eleştirirken işte Amerika emperyalizmini eleştirirken öbür taraftan da Amerika'nın her dediğini yapıyor olması bunu ortaya kim koyacak bu çelişkiyi? Muhalefet koyacak. Muhalefet nerede? Senin adayın mı olsun? Benim çıktı. Benim arkamdan gelin. Beni destekleyin ben hem de kimi seçersem onu destekleyeyim. Bakın şey de değil. Oradaki sakınca da şu. Yani ortak aday değil. Bir konuşalım, tartışalım. Bu benim adayım. Evet, benim, benim gösterdiğim, her adaya siz boyun eğin ve onu destekleyin. Ordu Büyükşehir Belediye Başkanlığı açıklanmadı. Şu ana kadar Cemal Enginyurt. MHP kökenli. Ertuğrul Günay, sonra AKP’den bakan olmuş. En son Mustafa Sarıgül. Bu muhalefetin peşinden gitmek zorunda diğer muhalefet partileri. Niye? Şimdi siz DEM Parti’yi önemsiyorsunuz. Ama bir taraftan da ‘Sen bana destek ver ama hiçbir şey söyleme’ nasıl olacak bu iş? Yeniden Refah Partisi ile AKP’nin pazarlığı herkesin gözünün önünde olmadı mı? MHP daha çok siyasi pozisyon yerine bürokratik pozisyon alıyor. Önümüzde 4 yıl boyunca seçim yok” dedi.
“Erdoğan istemediği sürece Türkiye’de dört yıl boyunca seçim olmayacaktır”
Serdar Öztürk’ün “Önümüzdeki 4 yıl boyunca seçim yok” sözüne yanıt veren Ahmet Nesin de “Yıl seçimi olmayacağı konusunda pek emin değilim” dedi. Serdar Öztürk ise “Erdoğan istemediği sürece Türkiye'de dört yıl boyunca seçim olmayacaktır. Erdoğan istememe değil. Ya da Erdoğan'a dayatılmadığı birileri tarafından dayatılmadığı sürece.” Dedi. Ahmet Nesin de “TÜSİAD diye bir şey var. Dünya Global sistemi diye bir şey var. Şu anda devamlı kar etmekle gayet mutlu bir sanayici varken hayat biraz daha enflasyonla beraber kötü duruma gittiğinde ne var? Üretim tüketim dengesi bozulduğu andan itibaren sanayici diyecektir ki ya bir dakika. Ne oluyor. Sanayi dışarıdan mal almayla bağlantılı olduğu için dışarıdan aldığın mal dolar üzerinden aldığın için pahalı gelmeye başlayacak. Sen ona zam yapacaksın. Bir müddet sonra alım düşecek yani. Ev alımları Araba alımları nasıl düştüyse yavaş yavaş o küçük metalara da yansımaya başlayacak ve işte orada denge bozulmaya başlayacak” şeklinde konuştu.
Ahmet Nesin, “Ben dediğim gibi Erdoğan kadar başarılı bir ekonomist değilim. Hatta ekonomist değilim. Ama şunu iyi biliyorum. Yani bunda okuduklarımdan biliyorum. Yoksa dediğim gibi hiçbir bilgim yok bu konuda. Erdoğan'ın başarısının bir sırrının da Türkiye'deki işsizliği kontrol etmek olduğu ısrarla söyleniyor. Evet Erdoğan ne kadar enflasyon ya da diğer ekonomik veriler olumsuz olsa da bir biçimde işsizliği kontrol ederek kontrol altında tutarak hep krizleri aştı. Sadece bu dönemde yani şu son geldiğimiz dönemde eğer nisandan sonra Erdoğan bu söylendiği gibi para politikasını sıkı, tüketimi daraltma yoluna giderse sizin dediğiniz gibi büyük iş yerleri de dahil olmak üzere işçi çıkarmaya başlayacak ve bunun sonucunda da işsizlik artacak. Bu Erdoğan'ın hiç istemediği bir şey. Ama şimdi bizim gibi cahil kulların bile Şimdi bunu büyük ekonomistimiz, Cumhurbaşkanımızın düşünmemesi mümkün değil. O da buna çare düşünüyordur. Yani ne derler ona? İstatistiki birtakım oyunlarla mı işsizliği saklar? Yoksa başka bir yol mu bulur? Bu bunların hepsi işte asgari ücretin yılda bir defa artırılacağı söylemleri de hep bununla bağlantılı olduğu iddia ediliyor. Bu yüzden Erdoğan'ın muhtemelen bu tür gelişmeleri önleyecek tedbirleri kafasında vardır. Ama TÜSİAD'ın da mevcut durumdan çok şikayetçi olduğunu sanmıyorum Çünkü yine rakamlar pandemi dönemi de dahil son beş yılda TÜSİADgillerin karlarına kar kattığını gösteriyor. Yani emeklinin üreticinin, emekçinin alım gücü neredeyse yarı yarıya düşerken işte o TÜSİADgillerin karları da yarı yarıya artmış durumda. Yani emekçinin parası bir yöntemle birkaç yöntem kullanarak TÜSİADgillerin kasasına aktarılmış durumda. Onun için onların Erdoğan'ın iktidarın devrilmesi isteyeceklerini çok düşünmüyorum. Hatta ona yardımcı olacaklarını düşünüyorum. Bir miktar karlarından vazgeçeceklerini düşünüyorum. Yani Erdoğan'a yine bir can simidi uzatacaklarını düşünüyorum ama dış dünyadaki konjonktürün Erdoğan'ı nereye götüreceğini ya da nereye sahura Çok kestiremiyorum. Çünkü Erdoğan'ın U dönüşleri çok sık olmaya başladı. U dönüşleri ve işte bu özellikle de Amerika Birleşik Devletleri'yle F on altı krizi bitiyor mu? Bitmiyor mu? Oradan IMF'den bir para gelir mi? Ya da Amerikan Merkez Bankası üzerinden yapılır mı falan diye. Böyle birtakım senaryolar var. Belki de Merkez Bankası'nın başkanının değiştirilmesinin nedenleri arasında bu da vardır. Yani Gaye Hanım'ın gidip Amerikalıları Avrupalıları ikna edememesidir. Çünkü biliyorsunuz bütün bu hakkındaki söylentiler çıktığında Gaye Hanım Amerika Birleşik Devletleri'ndeydi. Para arıyordu. Başarısız oldu, aşikar. Yani dediğim gibi bu yeni başkanın da belki görevi bu olacak.” Şeklinde konuştu.
“İki üç ay sonra Mehmet Şimşek de gidebilir”
Gaye Erkan’ın görevinden ayrılması sonrasını değerlendiren Serdar Öztürk, “Senaryonun Erdoğan tarafından hesaplanmamış olmasını düşünmüyorum. Bu değişikliklerin ya da bu taş oynatmaların işte Merkez Bankası Başkanı gibi taş oynatmaların Nisandan sonrasına dönük olduğunu da düşünmemiz lazım. Yani Mehmet Şimşek de gidebilir iki, üç ay sonra. Çünkü aynı Mehmet Şimşek'e aynı Erdoğan daha önce görevden ayrıldıklarında istifa ettiklerinde neler söylemişler? Açık kontrol edin okuyun yani. Sonsuz bir internet dünyası var ve orada her şey açık. Orada Mehmet Şimşek'e söylediklerinize bakınca dersiniz ki Erdoğan'ın bir daha mahallesinden bile geçemez Mehmet Şimşek. E o kendisi çağırdı. Hatta briket birkaç görüşme yaptıktan sonra ikna edebildi. Ve şimdi can simidi gibi görüyor. Yani ben Erdoğan'ın o yüzden Nisan ayından sonraki ekonominin gelişmeleriyle ilgili bir B ve C planı olabileceğini ama dış faktörlerin ya da Erdoğan'ı yöneten, yönlendiren faktörlerin ne kadar aldıklarını şu anda kestiremiyorum. Çünkü Ekrem İmamoğlu gibi önemli bir figür var ortada. Yani İmamoğlu'nun İstanbul seçimini kazanması ya da kaybetmesinin iki farklı senaryoyu gündeme getireceğini düşünüyorum. Ekrem İmamoğlu kaybederse bence Ekrem İmamoğlu içe döner. CHP'ye döner. Kendi siyasetine ve Erdoğan bu sefer Ekrem yani. Erdoğan için politik anlamda sadece CHP'nin başında olması anlamında söylemiyorum. Dışarıdan bakıldığında Erdoğan'ın alternatifi olma özelliğini biraz yitirir. Bence Ekrem İmamoğlu. Biraz daha zayıflar, işin biraz daha zorlaşır. Ama Ekrem İmamoğlu kazanırsa Erdoğan'ın işi büyük politiklesinde, daha zorlaşır. Yani ben bunu İstanbul Belediye Başkanlığı için söylemiyorum. Daha büyük politik resimde alternatifi olur. Onun için bir Erdoğan'dan vazgeçme kararı verebilirler. Bence o zaman işte Türkiye seçime zorlanır. Zorlanan seçimde Türkiye'nin başına ya da muhalefetin başına Ekrem İmamoğlu monte edip Erdoğan'ın rakibi olarak önümüze sunulur. O zaman iki seçenekten birini seç zorunda kalırız. Ve işte Erdoğan'ın devrini bir biçimde öyle bitirirler diye düşünüyorum. Çünkü Yeniden Refah'ın ve Saadet'in geçen hafta konuşmuştuk bu fren görevi görmesi önemli. Yani durup dururken Yeniden Refah Erdoğan anlaşamadık. Dememiştir. Ya Erdoğan'ın çok kızdığını düşünüyorum bu anlaşmazlığa” dedi.
Yorumlar
Kalan Karakter: