Gazeteciler Ahmet Nesin ve Serdar Öztürk, gazetecilerin gözaltına alınmasını değerlendirdi.Tolga Şardan'ın gözaltına alınması olayını değerlendiren gazeteci Serdar Öztürk, "Gazeteciler bir taşla iki kuş vurmak istercesine hem karşı tarafa gözdağı verilirken hem de gazetecilere gözdağı veriliyor bu yolla. Çünkü bu tür işleri yazan üç beş tane gazeteci var zaten. Ya da bir elin parmakları kadar gazeteci var. İşte o gazetecileri de bu yolla gözda susturmaya çalışıyorlar" diye konuştu.Gazeteci Ahmet Nesin, youtube kanalında yayınlanan programını "Ben dalakçı, ciğerci Serdar ile program yapacağız. Gazeteci dersen tutuklanırsın falan ne mi lazım?" diyerek açtığı programında gazeteci Serdar Öztürk ile gazetecilerin gözaltına alınıp tutuklanmalarını konuştu. Geçmişten bugüne gazetecilerin tutuklanmalarını değerlendiren Ahmet Nesin, Turgut Özal'ın "Benim ikinci maaşımı karikatüristler ile gazeteciler ödüyor" sözünü hatırlatarak şöyle dedi:
"Ben dalakçı, ciğerci Serdar ile program yapacağız. Gazeteci dersen tutuklanırsın falan, ne mi lazım? Ciğerci. Ben dalakçı, böbrekçi falan. Bunlarla program yapacağız börekçi. Cumhuriyetin kurulduğundan beri gazetecilerin tutuklandığı bir ülkede hala devam etmesi bana hiç şaşkınlık vermiyor tabii. Yani iki üç ay falan geçmeyince dünkü yaptığım programa dayanarak söylüyorum. Biz o zaman işte ya ne oldu? Demokrasi geldi galiba diye düşünmeye başlıyoruz. Demokrasinin hiç yaşamadığımız için tutuklanmamayı basın özgürlüğü zannedip demokrasi geldi zannediyoruz. Az tutuklanmaların olduğu dönemi demokrasi diye kıyaslıyoruz mesela işte. Canım Demiral, Özal, Özal nasıl iyi niyetliydi diyoruz. Özal'ın lafının Özal'ın bir lafı var. Benim ikinci maaşımı karikatüristlerle gazeteciler ödüyor diye. Özal söyledi bunu. Ama daha az sayı olarak olunca o zaman demokrasi oluyor bizim için demokrasi öyle bir şey işte. 12 Eylül'de hukuk vardı diyebiliyoruz. Yani hukuk vardı. Nasıl hukuk vardı? Hakimler avukatları dinliyorlardı. Kalemi dinledikten sonra kırıyorlardı. İdamlar bir avukat dinlendikten sonra kırılıyordu. O zaman şimdi avukatları dinlemiyorlar ama kalem kıramıyorlar. İdam cezası kalktı. Hadi bakalım. Hangisi demokrasi? Yani ben Türkiye'deki demokrasiyi bu şekilde algılıyorum. Uzun zamandır böyle Buluyorum. Meral Akşener'le getirilmek istenen demokrasi bundan sonra Temel Karamollaoğlu'ndan, Ahmet Davutoğlu'ndan getirilmek istenen demokrasi işte o Demokrat Parti'yle getirilmek istenen demokrasi onun için demokrasinin Türkiye'de şu anda tartışılan demokrasinin şu noktaya doğru geleceğini düşünüyorum. Bu da veriliyor işte. Levent Gültekin'in programını o yüzden dinlemeni istedim. Ben ikinci programımı da yapacağım. Levent Gültekin şuraya getiriyor olayı. Ya Erdoğan tam bir daha demokratlaşacakken Devlet Bahçeli onu engelliyor. Noktasına getiriyor.""Gazetecilerin tutuklanmalarının temel nedeni AKP ile MHP'nin iktidar savaşı"
Yalnızca muhalefetin değil iktidarın da kendi içinde çekişmeler yaşandığını, MHP ile iktidar savaşı yaşadığına vurgu yapan gazeteci Serdar Öztürk ise Adalet Bakanlığı'ndaki Eylül ayı tayin döneminin halen gerçekleşmemesini de hatırlatarak şöyle dedi:
"Biz aslında haftalardır konuşurken, sohbet ederken bunları hep dikkatini çekmiştik. Yani programı çok uzun soluklu izleyenler arada bu konuları konuştuğumuzu özellikle iktidarın da sorunlu olduğunu yani Türkiye'de sanki sorun muhalefetteymiş gibi tek sorun o da yaşanıyormuş gibi görünüyor ama iktidarın da kendi içinde kaynadığını AKP'nin kurultayından tutun da iktidarı oluşturan siyasi partilerin kendi içindeki çekişmelerini şu Süleyman Soylu üzerinden yürütülen güç kavgalarını hep anlattık. Aslında bu gazeteci tutuklamalarına da ben biraz bodoslama öyle dalıyorum ama ben böyle bakıyorum. Yani şu anda gazeteci tutuklanmalarının bana göre temel nedeni AKP'yle MHP'nin iktidar savaşı. Bu savaşın kurbanları. Süleyman Soylu'nun her ne kadar devlet Bahçeli'nin de onayı alınarak yeniden bakanı yapılmaması bir sorundu ama ondan sonra ortaya çıkan gelişmeler MHP'nin artık iktidar için de İçişleri Bakanlığı'ndaki gücünü neredeyse tamamen kaybettiğini ve son gelişmelerde Adalet Bakanlığına da AKP'nin el attığını bundan rahatsız duyduğunu ve işte bu bir takım ihbar mektuplarıyla birtakım soruşturmalarla HSK'daki bir takım önemli değişikliklerle orada da gücünü kaybedip oradan da tasfiye edileceği endişesini taşıyor. Çünkü aslında geciken Eylül ayında çıkması gereken kararname var. O kararname önemli. Adalet Bakanlığı için. Eylül ayında yayınlanması gerekiyordu, yayınlanmadı. Eylül ayında mazeretleri nedeniyle hakimlerin, savcıların, yer değiştirmesi tayinlerinin yapıldığı bir dönem. Tıpkı TSK'daki, yani Ordu'daki, Ağustos ayındaki tayinler gibi normal bir tayin dönemi. Yani onların kararname dönemleri var. O gecikti. Eylül ayında yapılması gerekiyordu. O geciktiği için şimdi bu kasım ayında muhtemelen yapılması planlanıyor.""Gazeteciler yazdıklarından değil, yazmadıklarından para kazanır"
Tolga Şardan'ın tutuklanma görüntülerini üzülerek izlediğini, iktidarın içindeki kavganın gazeteciler üzerinden yürütülmesinin de üzücü olduğuunu ifade eden Serdar Öztürk şöyle devam etti:
"Daha önce yine konuşmuştuk. Birtakım savcıların birtakım hakimlerin haklarındaki iddialar nedeniyle açılan soruşturmalar var. Onların büyük bir bölümü karara bağlandı ki yine bizim sohbetlerimize konu olmuştu. Bunların içinde Okan Batu da var. Yani o konuda bir karara bağlanmak zorunda. Onun için de bir karar bekleniyor. Aynı şekilde işte bu İçişleri Bakanlığı değişiklikinden sonra Ankara Adliyesi'nde iki takım değişiklikler oldu. Bir takım dosyalara bakarken uzaklaştırılan savcılar vardı. Onlar geri döndü. Özellikle Sinan Ateş dosyasına bakan. Yani iktidarın resmi olmayan ortağı Milliyetçi Hareket Partisi için İçişleri Bakanlığı'ndan sonra Adalet Bakanlığında da bir güç kaybı söz konusuydu. Bence şu anda hararetin bu kadar yükseltilmesinin temel nedeni bu. Buna gazeteciler alet ediliyor aslında. Yani yoksa gazetecilere biliyorlar ki bu tür suçlarla tutuklamak çok doğru değil hukuki de değil ayrıca suçlamalar. Ama baktığınızda bu kavganın, bu köpürtülen kavganın birtakım dosyaları da geriye atması olasılığı var. Biraz önce gördüm. Tolga Şardan tutuklandıktan bir gün sonra mahkeme tutuklamaya gerekçe edilen yazısına erişim kararı diye erişimin engellenmesi kararı vermiş. Bu da gösteriyor ki aslında öyle çok da planlı programlı değil. Birtakım kliklerin İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı içindeki bir takım kişilerin kendi başlarına organize olamadan daha tam organize olamamış falan. Ama aynı zamanda da mevcut yerlerini kaybetmeme endişesiyle yürüttükleri bir operasyon var gibi görünüyor. Maalesef gazeteciler buna alet ediliyor ve özellikle alet edilen gazeteciler bir taşla iki kuş vurmak istercesine hem karşı tarafa gözdağı verilirken hem de gazetecilere gözdağı veriliyor bu yolla. Çünkü bu tür işleri yazan üç beş tane gazeteci var zaten. Ya da bir elin parmakları kadar gazeteci var. İşte o gazetecileri de bu yolla gözda susturmaya çalışıyorlar. Bunu niye söyledim? Yani niye böyle söylüyorum? Siz de cezaevi görmüş biri olarak benim söylediklerimi çok iyi anlayacaksınız. O cezaevine kadar gidilen ve ilk günkü süreç gerçekten suçsuz insanlar için gerçekten çok zor süreçler. Tabii gözaltına alınışınız aslında çok kötü. Yani psikolojik olarak müthiş bir kötülük hissediyorsunuz. Böyle içinizi çok yakıyor bazı şeyler. İşte o yanınızdaki polisler o soğukluğu, sonra hakimin karşısına o tutuklama kararının okunması, o okunduktan sonra ne olacağım ben şimdi sorusu işte bir taraftan sevdiklerinizi düşünüyorsunuz, bir taraftan günlük bir yapacağınız işler var, onları düşünüyorsunuz falan yani aslında cezaevinde geçireceğiniz süre değil o kısacık süre yani cezaevine kadar gideceğiniz süre insanı gerçekten müthiş derecede etkiliyor. Ben dün Tolga Şardan'ın görüntülerini izlerken gözlerinin dolmasını da buna bağlıyorum. Gerçekten ben de duygulandım. Birçok izleyen insan duygulandı sanıyorum. O süreç çok yorucu bir süreç. Bir de işin kötüsü bu işleri yaptığınız için yani bunları yazdığınız çizdiğiniz için öyle işte şimdi çok konuşulan Polat ailesi gibi sağa sola eurolar falan saçacak ya da kırk tane araba sahibi olacak kadar bir para kazanmıyorsunuz. Bir taraftan da o var. Yani ekmeğinizi kazanmak zorundasınız. Sizin cezaevine gitmeniz ekmek paranızı bazen engelliyor. Yani çok kötü bir duygu. Gerçekten üzüldüğüm bir gündü benim. Ama bu işi yaparken de tercih mesleki olarak bizim kendimize ait bu yolu biz seçtik. Tam hatırlamıyorum ama yan Oktay Ekşi'ydi herhalde. Kafama kazınmış bir cümlesi vardır. Gazeteciler yazdıklarından değil, yazmadıklarından para kazanır demişti. Bence bizim meslek için, belki de birçok meslek için önemli bir şeydir. Ama bu işi yapmak gerçekten zor. Sizin de durumunuzu göz önüne alarak bunu söylüyorum. Kolay değil insanı ruhen ciddi anlamda yaralayan zorlayan saatler dakikalar günler o yüzden. Bu işin demokratik bir biçimde nereye bağlanacağı konusunda yani mutlaka serbest kalacaklar. Ona inanıyorum ama demeye çalıştığım şu. Gerçekten zor bir süreç. Ve gazeteci için zor bir süreç, ülke için zor bir süreç. Bu süreçte bunlar olacak mı? Evet olacak. Hani çok klişe bir söz belki ama bu yola inanmış ya da bu yönde gazetecilik yapmaya inanmış olanlar gerçekten hiçbir maddi karşı beklemeksizin bu işi yapmaya devam edecekler. Ben inanıyorum. O kadar da umutsuz değilim. Ama çok inandığım da bir laf vardır. Olacak, olur. Bugün dün sizin başınıza geldi. Bugün onların başınıza geldi. Yarın kimin başına geleceğini de çok da kestiremiyorum ama Bu iktidar içindeki kavganın gazetecilerinden üzerinden yürütülmesi beni üzüyor gerçekten.""On yedi bakanın on beşini değiştiriyorsa kendi kendine güvensizlik oyu vermiş demektir esasında"
Geçmişten bugüne gazeteciler üzerinden yaşanan bir sürecin devam ettiğini söyleyen Ahmet Nesin de günümüzde de yaşananların sorgulanmadığına dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü:
"Evet her zaman gazeteciler üzerinden devam eden bir sistem bu sonuçta. İlhan Selçuklulardan işte Zekeriya Sertel'lerden Bahattin Ali'lerden ta gelen bir şey bu. Ama ben hep şunu düşünüyorum. Biz yeteri kadar sorgulamıyoruz gibi geliyor bana. Yeteri kadar nedenlerini hem kendimize hem karşı tarafa sormuyoruz gibi geliyor. Buna kendimi de katarak söylüyorum. Mesela şeyi hiç kimse sorgulamadı. Bu dünyada başka ülkelerde olsa ne olurdu bilemiyorum. İktidar seçime gidiyor. Seçimi kazanıp kazanamayacağı belli değil ama daha henüz kazanmadan kazanacakmış gibi yeni iktidara geldiklerindeki bakanlarını bir kısmını belirliyor falan. Bunları biliyorsunuz. Görüşmeler yapıyor. Fakat on yedi bakanın on beşini birden değiştiriyor. Şimdi bir devlet başkanı, bir başbakan on yedi bakanın on beşini değiştiriyorsa kendi kendine güvensizlik oyu vermiş demektir esasında. Yani bu on yedisinin on beşin bir hatası vardı. Ben beceremedim bunlardan bakanlığı. Değiştiriyorum demektir bunu. Hiç kimse kendi partisi içerisinde ne ana muhalefette ne de onun yanında durmaya çalışan MHP ya da benzeri gibi diğer partilerden. Sayın Erdoğan niye on yedi kişinin on beşini değiştiriyorsunuz kardeşim? Diye sormadı. Ya da bu iki kişinin kalan iki kişinin marifeti neydi? Özel şirket ve özel şirketlerine bağlı olarak işte hastaneden Sağlık Bakanı, otelden turizm bakanı olmak dışında ne marifetleri vardı da kaldılar? Devlet işlerini çok mu iyi biliyorlardı? Bir otel sahibi olarak? Bunları hiç sorgulamadık. Biz öyle gidiyor. O zaman benim aklıma şu soru geliyor. Bir, kendimiz sorgulamıyoruz. Karşı tarafı yeteri kadar sorgulamıyoruz. Bunu gayet doğal karşılıyoruz. Üç. Şunu sormuyoruz Bir devlet başkanı bu kadar kendinden emin. Ben size dünyayı yöneteceğine inanan, bıraksan yapacak bunu. Bir kişi. Bu kararı tek başına mı almıştır?"
"Ben dalakçı, ciğerci Serdar ile program yapacağız. Gazeteci dersen tutuklanırsın falan, ne mi lazım? Ciğerci. Ben dalakçı, böbrekçi falan. Bunlarla program yapacağız börekçi. Cumhuriyetin kurulduğundan beri gazetecilerin tutuklandığı bir ülkede hala devam etmesi bana hiç şaşkınlık vermiyor tabii. Yani iki üç ay falan geçmeyince dünkü yaptığım programa dayanarak söylüyorum. Biz o zaman işte ya ne oldu? Demokrasi geldi galiba diye düşünmeye başlıyoruz. Demokrasinin hiç yaşamadığımız için tutuklanmamayı basın özgürlüğü zannedip demokrasi geldi zannediyoruz. Az tutuklanmaların olduğu dönemi demokrasi diye kıyaslıyoruz mesela işte. Canım Demiral, Özal, Özal nasıl iyi niyetliydi diyoruz. Özal'ın lafının Özal'ın bir lafı var. Benim ikinci maaşımı karikatüristlerle gazeteciler ödüyor diye. Özal söyledi bunu. Ama daha az sayı olarak olunca o zaman demokrasi oluyor bizim için demokrasi öyle bir şey işte. 12 Eylül'de hukuk vardı diyebiliyoruz. Yani hukuk vardı. Nasıl hukuk vardı? Hakimler avukatları dinliyorlardı. Kalemi dinledikten sonra kırıyorlardı. İdamlar bir avukat dinlendikten sonra kırılıyordu. O zaman şimdi avukatları dinlemiyorlar ama kalem kıramıyorlar. İdam cezası kalktı. Hadi bakalım. Hangisi demokrasi? Yani ben Türkiye'deki demokrasiyi bu şekilde algılıyorum. Uzun zamandır böyle Buluyorum. Meral Akşener'le getirilmek istenen demokrasi bundan sonra Temel Karamollaoğlu'ndan, Ahmet Davutoğlu'ndan getirilmek istenen demokrasi işte o Demokrat Parti'yle getirilmek istenen demokrasi onun için demokrasinin Türkiye'de şu anda tartışılan demokrasinin şu noktaya doğru geleceğini düşünüyorum. Bu da veriliyor işte. Levent Gültekin'in programını o yüzden dinlemeni istedim. Ben ikinci programımı da yapacağım. Levent Gültekin şuraya getiriyor olayı. Ya Erdoğan tam bir daha demokratlaşacakken Devlet Bahçeli onu engelliyor. Noktasına getiriyor.""Gazetecilerin tutuklanmalarının temel nedeni AKP ile MHP'nin iktidar savaşı"
Yalnızca muhalefetin değil iktidarın da kendi içinde çekişmeler yaşandığını, MHP ile iktidar savaşı yaşadığına vurgu yapan gazeteci Serdar Öztürk ise Adalet Bakanlığı'ndaki Eylül ayı tayin döneminin halen gerçekleşmemesini de hatırlatarak şöyle dedi:
"Biz aslında haftalardır konuşurken, sohbet ederken bunları hep dikkatini çekmiştik. Yani programı çok uzun soluklu izleyenler arada bu konuları konuştuğumuzu özellikle iktidarın da sorunlu olduğunu yani Türkiye'de sanki sorun muhalefetteymiş gibi tek sorun o da yaşanıyormuş gibi görünüyor ama iktidarın da kendi içinde kaynadığını AKP'nin kurultayından tutun da iktidarı oluşturan siyasi partilerin kendi içindeki çekişmelerini şu Süleyman Soylu üzerinden yürütülen güç kavgalarını hep anlattık. Aslında bu gazeteci tutuklamalarına da ben biraz bodoslama öyle dalıyorum ama ben böyle bakıyorum. Yani şu anda gazeteci tutuklanmalarının bana göre temel nedeni AKP'yle MHP'nin iktidar savaşı. Bu savaşın kurbanları. Süleyman Soylu'nun her ne kadar devlet Bahçeli'nin de onayı alınarak yeniden bakanı yapılmaması bir sorundu ama ondan sonra ortaya çıkan gelişmeler MHP'nin artık iktidar için de İçişleri Bakanlığı'ndaki gücünü neredeyse tamamen kaybettiğini ve son gelişmelerde Adalet Bakanlığına da AKP'nin el attığını bundan rahatsız duyduğunu ve işte bu bir takım ihbar mektuplarıyla birtakım soruşturmalarla HSK'daki bir takım önemli değişikliklerle orada da gücünü kaybedip oradan da tasfiye edileceği endişesini taşıyor. Çünkü aslında geciken Eylül ayında çıkması gereken kararname var. O kararname önemli. Adalet Bakanlığı için. Eylül ayında yayınlanması gerekiyordu, yayınlanmadı. Eylül ayında mazeretleri nedeniyle hakimlerin, savcıların, yer değiştirmesi tayinlerinin yapıldığı bir dönem. Tıpkı TSK'daki, yani Ordu'daki, Ağustos ayındaki tayinler gibi normal bir tayin dönemi. Yani onların kararname dönemleri var. O gecikti. Eylül ayında yapılması gerekiyordu. O geciktiği için şimdi bu kasım ayında muhtemelen yapılması planlanıyor.""Gazeteciler yazdıklarından değil, yazmadıklarından para kazanır"
Tolga Şardan'ın tutuklanma görüntülerini üzülerek izlediğini, iktidarın içindeki kavganın gazeteciler üzerinden yürütülmesinin de üzücü olduğuunu ifade eden Serdar Öztürk şöyle devam etti:
"Daha önce yine konuşmuştuk. Birtakım savcıların birtakım hakimlerin haklarındaki iddialar nedeniyle açılan soruşturmalar var. Onların büyük bir bölümü karara bağlandı ki yine bizim sohbetlerimize konu olmuştu. Bunların içinde Okan Batu da var. Yani o konuda bir karara bağlanmak zorunda. Onun için de bir karar bekleniyor. Aynı şekilde işte bu İçişleri Bakanlığı değişiklikinden sonra Ankara Adliyesi'nde iki takım değişiklikler oldu. Bir takım dosyalara bakarken uzaklaştırılan savcılar vardı. Onlar geri döndü. Özellikle Sinan Ateş dosyasına bakan. Yani iktidarın resmi olmayan ortağı Milliyetçi Hareket Partisi için İçişleri Bakanlığı'ndan sonra Adalet Bakanlığında da bir güç kaybı söz konusuydu. Bence şu anda hararetin bu kadar yükseltilmesinin temel nedeni bu. Buna gazeteciler alet ediliyor aslında. Yani yoksa gazetecilere biliyorlar ki bu tür suçlarla tutuklamak çok doğru değil hukuki de değil ayrıca suçlamalar. Ama baktığınızda bu kavganın, bu köpürtülen kavganın birtakım dosyaları da geriye atması olasılığı var. Biraz önce gördüm. Tolga Şardan tutuklandıktan bir gün sonra mahkeme tutuklamaya gerekçe edilen yazısına erişim kararı diye erişimin engellenmesi kararı vermiş. Bu da gösteriyor ki aslında öyle çok da planlı programlı değil. Birtakım kliklerin İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı içindeki bir takım kişilerin kendi başlarına organize olamadan daha tam organize olamamış falan. Ama aynı zamanda da mevcut yerlerini kaybetmeme endişesiyle yürüttükleri bir operasyon var gibi görünüyor. Maalesef gazeteciler buna alet ediliyor ve özellikle alet edilen gazeteciler bir taşla iki kuş vurmak istercesine hem karşı tarafa gözdağı verilirken hem de gazetecilere gözdağı veriliyor bu yolla. Çünkü bu tür işleri yazan üç beş tane gazeteci var zaten. Ya da bir elin parmakları kadar gazeteci var. İşte o gazetecileri de bu yolla gözda susturmaya çalışıyorlar. Bunu niye söyledim? Yani niye böyle söylüyorum? Siz de cezaevi görmüş biri olarak benim söylediklerimi çok iyi anlayacaksınız. O cezaevine kadar gidilen ve ilk günkü süreç gerçekten suçsuz insanlar için gerçekten çok zor süreçler. Tabii gözaltına alınışınız aslında çok kötü. Yani psikolojik olarak müthiş bir kötülük hissediyorsunuz. Böyle içinizi çok yakıyor bazı şeyler. İşte o yanınızdaki polisler o soğukluğu, sonra hakimin karşısına o tutuklama kararının okunması, o okunduktan sonra ne olacağım ben şimdi sorusu işte bir taraftan sevdiklerinizi düşünüyorsunuz, bir taraftan günlük bir yapacağınız işler var, onları düşünüyorsunuz falan yani aslında cezaevinde geçireceğiniz süre değil o kısacık süre yani cezaevine kadar gideceğiniz süre insanı gerçekten müthiş derecede etkiliyor. Ben dün Tolga Şardan'ın görüntülerini izlerken gözlerinin dolmasını da buna bağlıyorum. Gerçekten ben de duygulandım. Birçok izleyen insan duygulandı sanıyorum. O süreç çok yorucu bir süreç. Bir de işin kötüsü bu işleri yaptığınız için yani bunları yazdığınız çizdiğiniz için öyle işte şimdi çok konuşulan Polat ailesi gibi sağa sola eurolar falan saçacak ya da kırk tane araba sahibi olacak kadar bir para kazanmıyorsunuz. Bir taraftan da o var. Yani ekmeğinizi kazanmak zorundasınız. Sizin cezaevine gitmeniz ekmek paranızı bazen engelliyor. Yani çok kötü bir duygu. Gerçekten üzüldüğüm bir gündü benim. Ama bu işi yaparken de tercih mesleki olarak bizim kendimize ait bu yolu biz seçtik. Tam hatırlamıyorum ama yan Oktay Ekşi'ydi herhalde. Kafama kazınmış bir cümlesi vardır. Gazeteciler yazdıklarından değil, yazmadıklarından para kazanır demişti. Bence bizim meslek için, belki de birçok meslek için önemli bir şeydir. Ama bu işi yapmak gerçekten zor. Sizin de durumunuzu göz önüne alarak bunu söylüyorum. Kolay değil insanı ruhen ciddi anlamda yaralayan zorlayan saatler dakikalar günler o yüzden. Bu işin demokratik bir biçimde nereye bağlanacağı konusunda yani mutlaka serbest kalacaklar. Ona inanıyorum ama demeye çalıştığım şu. Gerçekten zor bir süreç. Ve gazeteci için zor bir süreç, ülke için zor bir süreç. Bu süreçte bunlar olacak mı? Evet olacak. Hani çok klişe bir söz belki ama bu yola inanmış ya da bu yönde gazetecilik yapmaya inanmış olanlar gerçekten hiçbir maddi karşı beklemeksizin bu işi yapmaya devam edecekler. Ben inanıyorum. O kadar da umutsuz değilim. Ama çok inandığım da bir laf vardır. Olacak, olur. Bugün dün sizin başınıza geldi. Bugün onların başınıza geldi. Yarın kimin başına geleceğini de çok da kestiremiyorum ama Bu iktidar içindeki kavganın gazetecilerinden üzerinden yürütülmesi beni üzüyor gerçekten.""On yedi bakanın on beşini değiştiriyorsa kendi kendine güvensizlik oyu vermiş demektir esasında"
Geçmişten bugüne gazeteciler üzerinden yaşanan bir sürecin devam ettiğini söyleyen Ahmet Nesin de günümüzde de yaşananların sorgulanmadığına dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü:
"Evet her zaman gazeteciler üzerinden devam eden bir sistem bu sonuçta. İlhan Selçuklulardan işte Zekeriya Sertel'lerden Bahattin Ali'lerden ta gelen bir şey bu. Ama ben hep şunu düşünüyorum. Biz yeteri kadar sorgulamıyoruz gibi geliyor bana. Yeteri kadar nedenlerini hem kendimize hem karşı tarafa sormuyoruz gibi geliyor. Buna kendimi de katarak söylüyorum. Mesela şeyi hiç kimse sorgulamadı. Bu dünyada başka ülkelerde olsa ne olurdu bilemiyorum. İktidar seçime gidiyor. Seçimi kazanıp kazanamayacağı belli değil ama daha henüz kazanmadan kazanacakmış gibi yeni iktidara geldiklerindeki bakanlarını bir kısmını belirliyor falan. Bunları biliyorsunuz. Görüşmeler yapıyor. Fakat on yedi bakanın on beşini birden değiştiriyor. Şimdi bir devlet başkanı, bir başbakan on yedi bakanın on beşini değiştiriyorsa kendi kendine güvensizlik oyu vermiş demektir esasında. Yani bu on yedisinin on beşin bir hatası vardı. Ben beceremedim bunlardan bakanlığı. Değiştiriyorum demektir bunu. Hiç kimse kendi partisi içerisinde ne ana muhalefette ne de onun yanında durmaya çalışan MHP ya da benzeri gibi diğer partilerden. Sayın Erdoğan niye on yedi kişinin on beşini değiştiriyorsunuz kardeşim? Diye sormadı. Ya da bu iki kişinin kalan iki kişinin marifeti neydi? Özel şirket ve özel şirketlerine bağlı olarak işte hastaneden Sağlık Bakanı, otelden turizm bakanı olmak dışında ne marifetleri vardı da kaldılar? Devlet işlerini çok mu iyi biliyorlardı? Bir otel sahibi olarak? Bunları hiç sorgulamadık. Biz öyle gidiyor. O zaman benim aklıma şu soru geliyor. Bir, kendimiz sorgulamıyoruz. Karşı tarafı yeteri kadar sorgulamıyoruz. Bunu gayet doğal karşılıyoruz. Üç. Şunu sormuyoruz Bir devlet başkanı bu kadar kendinden emin. Ben size dünyayı yöneteceğine inanan, bıraksan yapacak bunu. Bir kişi. Bu kararı tek başına mı almıştır?"