

“Roman ya da öykü yazmak neden zordur acaba?” diye düşünüp duruyorum günlerdir. Ve sonunda hep aynı yere çıkıyorum:
Çünkü on binlerce farklı şekilde yazmak olanaklı bir romanı veya öyküyü. O
yüzden “acaba en güzeli nasıl yazılır?”
düşüncesi insanı kilitleyiveriyor büsbütün. Sanıyorum bunun en önemli sebebi de
okuyucuyu önemsemek ve ona en iyisini vermek uğraşından kaynaklanıyor…
Ünlü Rus edebiyatçı Gogol, başyapıtı
olarak kabul edilen ‘Ölü Canlar’ romanının birinci cildini yazdıktan sonra, tam
on yıl ikinci cildi yazmak için uğraşır. Romanın kahramanı olan Pavel İvanoviç
Çiçikov “ne çok yakışıklı, ne çok
çirkin, ne çok şişman, ne de çok zayıf sayılamayacak, yaşlı denilemeyeceği gibi
genç de denilemeyecek bir adam” olarak betimlenmektedir romanın daha
başında. Kahramanını bu şekilde seçtikten sonra, romanın epeyce bir bölümünde “roman kahramanlarının ille de ideal
insanlar olmak zorunda olmadıkları” tezini savunmaya çalışır yazar. Belki
de bu iç çekişmelerinden ötürü, o kadar uzun sürer ikinci cildin yazımı.
Söylendiğine göre, “romana daha karakterli bir kişi sokabilmek için epeyce
uğraş verir. Sonunda, gerek bu sıkıntılar, gerekse manik-depresif kişiliği
nedeniyle, bitirdiği ikinci cildin tamamını ateşe atarak yakmaya kalkışır.
Bugün elimizde olan ikinci cilt, o ateşten kurtarılan ve nispeten okunabilen
sayfalardan, cümlelerden oluşmuştur…
-“Bir romanda okumuştum.
Buridan eşeği diye bir eşek türü varmış. Önüne iki demet ayrı ayrı ot konunca,
hangisini yiyeceğine bir türlü karar veremediği için açlıktan ölürmüş. Eğer sen
de kendine uygun bir kahraman bulamazsan, bu öyküden bir şey çıkmayacak ve
(beni bağışlasınlar) okuyucuyu sıkıntıdan öldüreceksin” dedi kahramanımız…
-“Benim bir okurum var. İlk kez, yazı yazmaya
başladığım internet sitesinde, yazılarıma yorum göndermeye başlamıştı. Ama
bunlar öyle yorumlardı ki, benim yazılarım, o yorumların yanında hafif
kalıyordu. O derece yani. Daha sonraki yazılarımı da hep takip ettiğini
biliyorum. 1 Mayıs kutlamasından dönerken, ilk kez yüz yüze gelerek tanıştık. O
da bizim okuldan bir abimizmiş. Neyse, demek istediğim şu: Öykümüzü beğenmiş ve
“devam edin” diye yorum göndermiş. Demek ki çok da berbat durumda değiliz!”
dedi yazar…
-“Bu senin kriterin. O
okuyucu beğendi
diye herkesin beğeneceğine dair bir çıkarıma nereden varıyorsun?
-“Yahu elbette bu benim
kriterim, benim düşüncem. Zaten insan başkasının düşüncesini savunamaz ki. Bazıları
sık sık söyler ya hani “bu benim fikrim” diye. Sanki karşısındaki bunu
anlamakta zorlanıyormuş gibi!” dedi yazar…
-“Günün modası olan sözcükler
vardır. Örneğin bir zamanlar her cümleden sonra ‘artı’ denirdi. Daha sonra
‘anti-parantez’ geldi. Bir dönem ‘problematiği belirleyip, sorunsalı çözmek’
kavramı vardı. Son zamanlarda ‘tırnak içinde’ sözcüğü moda oldu. ‘Senin özelin’
ve ‘beni yargılama’ da bunlardan. Bu benim fikrim eklentisi de böyle bir şey
olsa gerektir.” dedi kahramanı.
-“Beni yargılama, benim özelim,
ya da ‘ben özelim’, ben özgür bir insanım, kimseye hesap vermek zorunda
değilim’ yaklaşımlarının, insanları kişiselleştireceğini, gitgide
yalnızlaştıracağını düşünen bir insanım. Bu tür yaklaşımlar ilk başta çok
cezbedici görünse de, yılların ardından çok büyük pişmanlıklara dönüşebilir.
Çünkü yaşam, hesap vermek ve paylaşmaktır gerektiğinde. Aynı zamanda ‘senin sorunun’
ya da ‘zorunda değilsin’ tarzı sözcükler de hem itici gelir bana, hem de gayri
insani bulurum.” dedi yazar…
-“Sözcükleri seçmek bir
sanattır.
Bazıları, istemediği halde, yanlış sözcük seçimleri yüzünden amacını aşan
anlamlar çıkabilecek şeyler söyler. Yeri gelmişken, Türkçene de dikkat
etmelisin bence. Bülent Ecevit, neredeyse 80 yaşındaydı ama o kadar güzel ve
akıcı sözcükler, o kadar Arapça ve Farsça etkisinden uzak cümleler kurardı ki,
onun bu yönüne hep hayran kalırdım” dedi kahramanımız.
-“Ecevit’ten siyaset,
oradan da da bir başka konu geldi aklıma. Siyasette bir çok insan –maalesef-
gördüm, tanıdım. Bazıları var ki, çeşitli partilerden teklifler aldıklarını
söylüyorlar, ya da gerçekten alıyorlar belki de. Ama bir ideolojisi olan, bir
dünya görüşü ve dünyaya bakışı olan insan nasıl olur da bir birine tamamen zıt
kutuplarda yer alan partilerden davet alabilir. Bu durum, kişinin ‘kişiliksizliği’
anlamına gelmez mi? İdeolojisi olmadığı anlamına gelmez mi?” dedi yazar.
-“Ben de konuyu tam
buradan alıp,
başka bir yöne götüreyim o halde. Bir ideali olmak, idealist olmak, bir tür
‘tuzu kuru’ olmayı da gerektirmez mi? Aç insan ne kadar idealist olabilir?
“Yoksulluk, delikanlılığı bozar” derdi bir büyüğüm.
-“Hayatın özü ne biliyor
musun? ‘Düzgün olsan eğri rahatsız olur. Eğri olsan da düzgün.’ İnsanoğlu yaşamı boyunca bu kıstaslar
arasında sıkışır kalır” dedi yazar.
-“Bu düşünceye kesinlikle
katılmıyorum. İnsan birilerine göre eğri veya düzgün olmaz. Benim en fazla
inandığım şudur: İnsan, yedisinde neyse, yetmişinde de odur. Asla değişmez. Bazıları
için ‘çok değişti’ diyebilirsin belki. Ama inan ki, o değişim asla, onun içinde
varolagelmiş potansiyelden başka bir şey değildir. Sadece ortaya çıkmak için
yerini, zamanını, yani koşulların oluşmasını beklemiştir. Aslında bu konuda
küçücük bir ‘hikâye anlatmak isterim eğer iznin olursa:
Bir döt varmış, döt olmaktan
bıkmış. Bir gün Tanrıya yalvarmış: “Tanrım beni bir kuş yap” demiş. Tanrı da
onun bu yakarışına çok üzülmüş ve onu bir kuş yapmııışş…
Bir gün mutlu-mesut kanat
çırpıp,
gökyüzünde süzülürken, yanına bir kuş gelivermiş. “Naaber lan döt?” demiş.
Bizim ki hem şaşkın, hem de biraz kızgın “Ben artık döt değilim ki akıllım.”
demiş. “Peki, o halde nesin sen?” diye sormuş diğer kuş.
Bizimki “Ben artık bir kuşum. Tanrıya
yalvardım, o da beni bir kuş yaptı” deyince, diğer kuş “Yok yaa. O halde öt de
görelim bakalım” demiş.
Ve bizimki ötmek üzere ağzını açınca
“Zoorrttt” diye bir ses çıkmııışşş”. Dedi kahramanımız.
“-Nedir yani bu anlattığın şeyin ana fikri?”
-“Döt, her zaman döttür.”
İşte, bence yaşamın özü budur” dedi kahramanımız.
-“Dur. Nereye gidiyorsun.
Öykü böyle mi bitecek. Böyle bir şeyle öyküyü bitirmek, okuyucuya saygısızlık
değil mi?” diye sordu yazar.
-“Yazar olan sensin.
Yazmasaydın
o halde. Üç gün köşe yazdın diye büyük edebiyatçı oldun, öykü yazarlığına
soyundun. Sonuçlarına da katlanacaksın” dedi ve gitti…
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: