Suçlamaları reddeden Soyer, asıl amacının depreme dirençli bir kent yaratmak olduğunu ve kişisel hiçbir menfaat elde etmediğini vurguladı.
“Kooperatifler daha iyi bir dünya inşa ediyor”
80 gündür hapiste olduğunu söyleyen Soyer şöyle dedi:
“Cümle bana ait değil ama aynen katılıyorum. Birleşmiş Milletler 2025 yılını 'Uluslararası Kooperatifler Yılı' ilan etmiş, kooperatiflerin küresel etkisini güçlendirmek için de bu temayı belirlemiş. Biraz ironik belki ama bugün bu salonda biz kooperatifçiliği savunurken Sayın Cumhurbaşkanı 'Türkiye Kooperatifçilik Stratejik Eylem Planı 2025-2029 Programını' açıklayacak. Muhtemelen kooperatifçilik eğitimi ilkokuldan başlayarak yüksek öğrenime kadar her düzeyde müfredata girecek. Bu harika olur. Hiç olmazsa artık kimse mahkeme salonlarında kooperatifçilik ve faydalarını anlatmak, kooperatifçiliğin dolandırıcılık olmadığını savunmak zorunda kalmaz. 80 gündür hapisteyim. Neden özgürlüklerimden mahrum kaldığımı, sevdiklerimden uzaklaştırıldığımı, tek kişilik bir hücrede hayattan koparılmaya çalışıldığımı düşünüyorum. İddianamedeki 4-5 iddianın ana hattını oluşturduğunu görüyorum. Her biri benden daha iyi hukukçular olan avukatlarım, İZBETON Yönetim Kurulu Başkanı ve üyeleri olarak, kooperatiflerle yapılan protokollerde geç imza atmış olmamızın neden hukuka uygun oluğunu, kooperatiflerle yapılan anlaşmaların neden karma bir sözleşme sayılması gerektiğini, hak sahiplerine ödenmiş ve ödenecek kira bedellerinin neden kamu zararı sayılamayacağını, neden nitelikli dolandırıcılık suçunun hiçbir unsurunun oluşmadığını gerekçeleriyle beraber takdirinize sunacaklar. Ben de hukuku onlara bırakıp, hangi niyet ve kastla hareket ettiğimizi, hangi sosyolojik ve toplumsal hakikatler ve gerekçelerle arkadaşlarımla birlikte serbest bırakılmamızı talep ettiğimi ortaya koymaya gayret edeceğim."
“Atatürk, kooperatifi iktisadi zafer olarak görmüştü”
Savunmasında Atatürk’e atıfta bulunan Soyer şöyle devam etti:
"Kooperatif; insanların ortak bir ihtiyacı karşılamak veya ortak bir amacı gerçekleştirmek için kendi iradeleriyle bir araya gelip oluşturduğu organizasyondur. İlk örnekleri Sanayi Devrimi ertesinde 1850’lerde İngiltere’de ortaya çıkmış. Aynı yıllarda Mithat Paşa öncülüğünde, Osmanlı köylüsünü tefeciden kurtarmak ve ortak finansman yaratmak için 'Memleket Sandıkları' kurulmuş. Atatürk daha Cumhuriyet ilan edilmeden, 27 Eylül 1920’de TBMM’ye 'Kooperatif Şirketler Kanunu Tasarısını' sunuyor ve 'Kooperatif şirketlerin ülkemizde de kurulmaları ve çoğalmaları milletimiz için başlı başına bir iktisadi zafer olacaktır' diyor. 1935 yılında CHP Programı 10. Maddesi 'Partimiz kooperatifçiliği ana prensiplerinden sayar' diyor. 1961-1980 döneminde, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu ile belediyelerin konut kooperatiflerine ortak olmasının önü açılıyor. Nihayet bu kurumsal altyapı ile Ankara Belediyesi öncülüğünde Kent Koop kuruluyor. 1979’da faaliyete başlayan kooperatif, Batıkent Projesini gerçekleştirip, 30 bine yakın konutun imalatını tamamlıyor."
“İzmir’de 40 bin konut kooperatif işbirliğiyle yapıldı”
İzmir’de 40 bin konutun kooperatif işbirliğiyle yapıldığını hatırlatan Soyer, "Toplu konut imalatında kooperatifçilik İzmir’in tarihinde, kültüründe önemli bir yer taşıyor. 1984-1989 tarihleri arasında Burhan Özfatura’nın ilk döneminde, Ege-Koop adıyla kurulan kooperatifler Birliği, 8500 konutun imalatını başlatıyor. 1989-1994 yılları arasında görev yapan Yüksel Çakmur, başka partiden olmasına rağmen inşaatları durdurmuyor. Sonuç olarak, 1984-2000 yılları arasında kooperatif ve İzmir Belediyesi işbirliğiyle 40.000 üzeri konut inşa edilip hak sahiplerine teslim ediliyor. 2002 sonrasında büyük bir değişim yaşandı. TOKİ, sosyal konut ve konut kooperatifçiliği iradesini bir tarafa bırakarak, inşaat sektörünü şekillendiren bir misyon üstlenmeye başladı. TUİK’in verilerine göre, 2002 yılında kooperatifler tarafından imal edilen binaların sayısı toplamın %31,97’si iken bu oran 2024 yılında %1.15’e düşmüş. Yine TUİK verilerine göre, Türkiye’de kendi evinde oturanların oranı 2002 yılında %73 iken 2024 yılında bu oran %56.13’e düşmüş. Kısaca insanlar bir yandan yoksullaşırken bir yandan da konut barınma hakkı olmaktan çıkmış, yatırım aracına dönüşmüş."
“Depremden sonra tek önceliğim dirençli bir kent yaratmaktı”
İzmir’de deprem sebebiyle 118 kişinin hayatını kaybettiğine dikkat çeken Soyer, "2019’da Belediye Başkanı seçildikten sonra 'Deprem ve Afet Daire Başkanlığı'nı kurdurdum. Korktuğum başımıza geldi ve İzmir’de 118 canımızı aldık. 30 Ekim depreminden sonra bütün önceliğim deprem ve afetlere dirençli bir kent yaratma hedefi oldu. Depremden 19 gün sonra 18 Kasım 2020’de İzmir Büyükşehir Belediyesi meclisi olarak 10 yıldır bekleyen kentsel dönüşüm sorunu ile ilgili tarihi bir adım attık ve oybirliğiyle yani CHP, AKP, MHP, İYİ parti oylarıyla bir Meclis Kararı aldık. Bu karar ile İZBETON arasında yapılan protokol oybirliğiyle kabul edildi. Böylece 10 yılı aşkın süredir evlerini bekleyen hak sahiplerinin olduğu ve tamamen kilitlenmiş kentsel dönüşüm süreçlerini tekrar başlatmış olduk." Şeklinde konuştu.
"Kilitlenmiş kangren olmuş meseleyi çözmek zorundaydım"
Soyer, şöyle devam etti:
"Göreve geldiğimde kentsel dönüşüm alanlarında 10 yıl önce başlayan çalışmalar müteahhitlerin karlı görmemeleri nedeniyle ihalelere girmedikleri için yürümüyordu. Kilitlenmiş, kangren olmuş bu meseleyi çözmek için denenmemiş, yeni yaratıcı ve hukuka uygun çözümler bulmak zorundaydım ve bu nedenle elimi taşın altına sokmaya karar verdim. Bu model; inşaatlardaki gecikmeler ya da hak sahiplerine yapılan kira ödemelerinin kamu zararına sebep olması gerekçe gösterilerek suçlanması, memleketimizin ve şehrimizin gerçekleriyle bağdaşmayacaktır. Kendi kendime sorduğum bu soruları sizlerle de paylaşmak istiyorum:
1- İzmir nüfusunun %70’inin depreme dayanıksız konutlarda yaşadığını bile bile, TOKİ’nin yaptığı 5-6 bin konutla teselli bulup bir kenara mı çekilseydik?
2- Müteahhitlerin girmediği ihaleler sonrasında 'biz vazifemizi yaptık' deyip arkamıza mı yaslansaydık?
3- Mutlaka bir gün yaşanacak bir büyük felakette on binlerce insanın ölmesini bir kadermiş gibi beklemeyi mi tercih etseydik?
4- Bu tevekkül ve rehaveti bir kenara bırakıp; vatandaş, belediye, hükümet işbirliğiyle yeni, büyük, kapsayıcı çözümler üretmeye biz başlayalım dedik, demese miydik?"
Soyer savunmasının devamında şöyle dedi:
"Lehine dolandırıcılık yaptığım kişileri tanımıyorum"
"Ben ve arkadaşlarım bu süreçlerde kişisel bir çıkar ya da menfaat elde etmedik. Kooperatif ortaklarına ya da üçüncü bir şahsa da menfaat sağlamadık. Emniyet Müdürlüğü’nde bana art arda sorulan onlarca ismi tanımadığımı söylemiştim. Sayın Başkan; bu durumda ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Ben İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, herkesin gözünün içine baka baka hile ve desise ile kandıracak bir tezgah, bir oyun kuruyorum. Bu kadar çetrefilli ve alengirli bir oyunu kendim için de kurmuyorum, çünkü iddianame 'kişisel çıkar ve menfaat yok' diyor. Peki bu oyunu kimin için kuruyorum? İşte orada büyük bir sorun var! Çünkü lehlerine dolandırıcılık yaptığım iddia edilen 3. kişilerle hiç tanışmamışız yani onları hiç tanımıyorum. Bu durumda varsa dolandırıcılık suçu, bu suçun hangi maksatla, kimin için işlendiği sorusu cevapsız kalmıyor mu? Haddimi aştığımı düşünmeyiniz ama varsa böyle bir insanın, hapishaneye değil, tımarhaneye kapatılması gerekir. Bizim bütün kastımız, başından itibaren büyük bir çıkmaza girmiş kentsel dönüşüm süreçlerini tamamlamaktı. Başka da bir derdimiz yoktu."
"Gecikmenin sebebi 10 misli artan maliyetlerdir"
"TÜİK inşaat maliyet endeksi verilerine göre 2024 yılında 2020 yılına göre inşaat maliyetleri %681 oranında artmış. Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın yayınladığı yapı yaklaşık birim maliyetleri ise %1047 oranında artmış. Ekonomik krize paralel olarak başlayan savaşlar, pandemi, 6 Şubat depremi gibi olağanüstü gelişmelerin inşaatların hızını etkileyen sonuçlar ortaya çıkardığını, vaat edilen tarihlerde sapmalara sebep olduğunu söylemek isterim. Yani; bizim modelimizin eksiklerinden çok, inşaat birim maliyetlerinin 3 yılda 10 misli artmış olmasının ve yaşanan krizlerin gecikmeye sebep olduğu görmezden gelinemeyecek kadar açıktır."
“Asıl mağduriyet inşaatların durdurulmasıyla doğmuştur”
"Uyguladığımız modeldeki asıl büyük mağduriyetler, inşaatların durdurulması nedeniyle doğmuştur. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde aday gösterilmemem sonrasında, yeni yönetim tarafından fiilen durdurulan ve nihayet Temmuz 2024’te sözde 'Bakanlık Talimatı' nedeniyle tek taraflı olarak iptal edildiği bildirilerek kapısına zincir vurulan inşaatlar, tamiri her geçen gün zorlaşan bir tablo yaratmaktadır. İnşaatların durdurulması ancak ve ancak mahkeme kararı ile olabilecekken; üstelik, İzBB Hukuk Müşavirliği’nin 'devam edilmesinde hukuki bir engel olmadığını' belirten hukuki görüşü ortadayken, mevcut yönetim bu kararı vermiştir. Benim görev sürem devam etseydi şuan bazılarında anahtar teslimi yapmış bazılarında sona yaklaşmış olacaktık."
“Hayatın olağan akışına karşı çıkanlar suçlanır”
"İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişliğinin raporunda, İZBETON AŞ’nin bu işten herhangi bir kârının olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu ifade ediliyor. Müfettişlerin ve benim hayatın olağan akışına bakışımızın çok farklı olduğunu anlıyorum. Ben bugün dünyanın sürüklendiği olağan akışın hepimizi toplu halde trajik bir yere sürüklediğini düşünüyorum. Hayatın bahsedilen olağan akışına uygun davranmadım, çünkü o akışın yüzbinleri yıkıma götüreceğini gördüm. Hayatın o olağan akışına uygun davransaydım ne İZBETON 6 daire için büyük yüklerin altına girerdi, ne de biz bugün hapiste olurduk. Bazen hayatın olağan akışına karşı çıkmak suç sayılır. Örneğin 103 yıl önce; 'Sen başla bitiren bulunur' diyerek işgalcilere ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin, hayatın olağan akışına uygun davransa, o kurşun da sıkılmayacaktı. Ya da onun başlattığı direnişi zaferle bitiren hakkında idam fermanları çıkartılan Mustafa Kemal hayatın olağan akışına rıza gösterse bugün savunmalarımızı yunanca yapmak zorunda kalabilirdik.
'Evlat sana soyadımı miras bırakıyorum' diyen babamın izinde hep onurumu koruyarak ve vicdanımın sesini dinleyerek yaşadım. 15 yıllık belediye başkanlığım sırasında dev bütçeler yönettim. Bu süreçlerde defalarca denetlendim, soruşturuldum. Hepsinden aklandım. Ne aldatma kastı ne tek kuruş menfaat temini ile ilgili tek bir kusur tespit edilemedi. Çünkü hayatım boyunca kimseyi aldatmadım, tek kuruş haksız menfaat elde etmedim.
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin 5 yıl boyunca kaptanı bendim ve o gemiyi hiçbir zaman yanlış sulara sokmadım. Bugün yargılanan bizler, bu davada zerre kadar kusuru olmayan her biri birbirinden kıymetli tertemiz, onurlu arkadaşlarım, tarihte suçlu olarak değil, vicdanlı, cesur öncüler olarak yerimizi alacağız. Alacağınız kararda sizlere de vicdan huzuru diliyorum. Saygılarımı arz ediyorum. Soracağınız her soruyu yanıtlamaya hazırım."
Yorumlar
Kalan Karakter: