

İnsanın isminin uzun olmasının, yaşamı boyunca nelere yol açtığına
ilişkin bir araştırma yapmadım. Ancak bildiğim, emin olduğum bir şey var: Eğer
isminiz uzunsa, tanıdıklarınız, arkadaşlarınız genellikle isminizi söylemek
yerine, ‘hocam, birader, baba, üstat’ gibi hitap yöntemleri geliştiriyorlar.
Bir çocukluk arkadaşım, işi daha ileri taşımış, ‘Erol’ diye kısaltmıştı adımı.
O zamanlardan tanıyanların çoğu hala Erol diye hitap eder bana.
Uzun ismi akılda tutmak, hemen
anımsamak da zor iş. O yüzden çocukların adını olanlardan seçtim Allahtan.
Biz üç erkek kardeşiz,
üçümüzün de adı sekiz harf. Yani, oldukça uzun. Soyadımız da sekiz harf olunca
daha da uzun oluyor hâliyle. Böyle bir isimle popüler olmak imkânsız zaten. O
nedenle ünlüler ilk baştan ismini değiştiriyor. Cüneyt Arkın örneğin, Fahrettin
Cüreklibatur ismiyle ne kadar ünlü olabilirdi?
“Nereden çıktı bu konu?” dediğinizi duyar
gibiyim. Bir konunun ille de bir yerden çıkması gerekmez bence ama mutlaka
çıkması lazım derseniz, geçen yazıma yorum yazan Fatma Hanım, soyadımı Aksoylu
diye yazmış, oraya bağlayalım konuyu…
Sevgili yorumcum Fatma
Bozbeyoğlu:
Yorumunuzu ilk okuduğum anda çok da
üzülmedim. “Birilerinin adamı, ya da
müzmin kuyruk acısı çeken biri” diye düşündüm.
Çünkü “Bir arkadaşa bakıp çıkacaktım, o ara sizin
başlığınız ilgimi çekti” tarzı bir giriş, arkasından da yazının bütününden
hiçbir şey anlamadığı halde “Hah,
yakaladım işte” tarzı yorumunuz bana çok samimi gelmedi, hala da gelmiyor
üstelik. Özellikle soyadımı yanlış yazmış olmanız da, işin tuzu-biberi oldu.
Tipik bir “Sizi tanımıyorum” akıl
oyunu gibi.
Hanımefendi, inanın ben
kendimi anlatmaktan bıktım. O nedenle keşke bir yorum yazmadan önce zahmet
buyurup eski yazılarımı, hatta Yenigün Gazetesi’nde yazdığım yazıları da okumuş
olsaydınız. Bu yazılarda da çok rahatlıkla görecektiniz ki, beni kırkından sonra köşe yazarlığına iten
nedenlerden biri de, özellikle belediyelerin elinde oyuncak olmuş şehirlerimiz
ve imar planlarımız konusudur.
Okuduğunuz o yazıdan, orada
neler olduğunu öğrenebiliyorsanız, bunun sebebi benim orada olmam ve her şeyi
göze alarak bu yazıları yazma cesaretimdir. Hatta daha ileri gideyim, “Birileri sorsa da konuşsam, her şeyi
anlatsam” çabasıdır.
Aslına bakarsanız, Oda
ile ilgili yazdığım yazıların sebebi de, tam bağımsız, kimsenin baskısına boyun
eğmeyen, katılımcı, şeffaf bir Oda oluşması çabamdan kaynaklanıyor. Ancak
yönetim kendi içinde bile ortak akılla hareket edemeyince ortaya bu manzara
çıkıyor.
Yazınızda kendinizce
yakalamaya çalıştığınız ‘hakkı huzur’ konusu, parayı cebe indirmek ya da malı
götürmekle ilgili değildir sayın ‘geçerken okuyucum’. Bu bir zorunluluktur.
Çünkü:
1-Her yıl yapılan oturumların
en az % 50’sine katılmak zorundasınız.
2-Üstüste yapılan üç oturumdan en
az birine katılmak zorundasınız. Eğer muhalif bir insansanız, bunlara özellikle
dikkat etmeniz gerekiyor. Çünkü oradaki varlığınızdan rahatsız olan, çok kızgın
bir kitle vardır her zaman ve sizden kurtulmak için bahane aramaktadırlar.
Orada olduğunuzu belgelemenin yolu da, o haziruna imza atmaktan geçmektedir.
Yani o imzayı attıktan sonra hakkı
huzurun gelmesi, ana konu değil, işin bir sonucu, bir yan etkisidir.
Kaldı ki, sizin tuzunuz ne
kadar kuru bilemiyorum ancak bugün Konak Belediyesi’nde bir oturum parası 70 TL
kadardır ve tecrit edilmiş, iş, danışmanlık, plan tadilatı vs bulamayan biri
için bu para, çocuğumun bir aylık okul servisi ücretine yakındır.
Bütün bunlara rağmen, gerek geçen
dönem Büyükşehir’de, gerekse bu dönem Konak Belediyesi’nde, toplantılara en az
katılan ve bu ücretlerden en az faydalanan meclis üyelerinden biri olduğumu,
hatta belki de ‘en az faydalanan’ olduğumu bilgi edinme yasası aracılığıyla da
öğrenebilirsiniz.
Gelelim Oda ile ilgili
tespitlerinize:
1999-2004 yıllarında,
Büyükşehir’de imar komisyonu başkanlığı yaptığım dönemde, ilk işim bir plana
itiraz eden Oda başkanımızı toplantıya davet etmek oldu. Bunu Sayın
Karaçorlu’dan öğrenmeniz mümkün. O süreç boyunca, özellikle, ‘doğal olmayan
felaket’ halinde yağmaya başlayan Akaryakıt İstasyonu furyasında da, bu
başvuruların Oda vizesinden geçirilmesi konusunda bürokrat meslektaşlarımı hep
uyarırdım.
2004’te çıkarılan yeni belediye
yasasında, ilgili meslek odalarının da belediyelerdeki ihtisas komisyonu
toplantılarına katılabileceği öğrendikten sonra, Odanın bu konuda girişimde
bulunmasını istedim. Böylece en azından Oda haberdar olacaktı planlardan. Ama
maalesef, yazı ile bile belediyelere bu konuda başvurulduğu halde, hiçbir
meslek odası bu toplantılara çağırılmadı…
2009 da Konak Meclisi’ne
seçildiğimde,
meclisin önünde bir konu vardı. Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nda, Pegasus
Veterinerliğin yanında bir yeşil alanın konuta dönüştürülmesi konusu vardı.
Plan tadilatı daha önce meclisçe reddedilmiş, malikleri yargıya taşımış, yargı
bilirkişiye göndermiş, bilirkişi, her ne hikmetse, “Burada Sahil yolunun yapılmasından sonra yeterince yeşil alan oluştu,
o nedenle artık bu parselin yeşil alan olmasına gerek yok” kararı almış!
Yargı kararı doğrultusunda
plan tekrar gelip Konak Meclisi’nde onanmış ve bu plana da odamız itiraz
etmişti. Tıpkı sizin külhanbeyi tarzınızla ifade etmeye çalıştığınız gibi, “Odamın itirazına ret oyu veremem. Beni
meslekten atarlar alimallah” bahanesiyle tek başıma aykırı oy kullandım.
Sizce Odamın bundan haberi olmuş
mudur?
Peki, dokuz yıldır bulunduğum her
meclisteki, hatta İzmir’deki tek şehir plancısı olamama rağmen, kasabın-manavın
planlara karar veren komisyonlarda görev alıp, benim dışarıda kaldığımı, bu
konuda meslek Odamın ‘tek bir cümlelik’ bir açıklaması ya da ‘neden böyle oluyor’
diye bilgime başvurmadığını biliyor musunuz?
“Beş yıl komisyon başkanlığı yaptım. Bu işler zor ve yıpratıcı. Çünkü
işin ucunda rant var. Dolayısıyla bir sürü sürüngen her an senaryo yazıyor hakkınızda.” diye düşünüp bir daha görev almak istemiyorsunuz komisyonda. Bu defa işler mesleki hiçbir sorumluluğu
olmayan insanların elinde oyuncak haline geliyor. “Böyle olmaz, bunlar yanlış”
diye itiraz ettiğinizde, “Mademki çok
biliyordun, komisyonda görev alsaydın.” eleştirisi geliyor. Bu kez “İyi madem komisyona gireyim, en azından
aday olayım ki, itiraza hakkım olsun, dışardan bu işler düzelmez” dediğinizde
aday oluyorsunuz ama komisyona seçilemiyorsunuz. “Ohh, hem aday oldum, hem de seçilemedim. Artık istediğim gibi her şeye
müdahale hakkım var.” diye düşünürken, yeni bir durumla karşılaşıyorsunuz
en ufak bir müdahale girişiminde: “Komisyona giremedi, o yüzden her şeye karşı
çıkıyor!”
Hadi diyelim buna da aldırmadınız, bu kez bu
işlerden rantı olanlar, özellikle kişiye özel dosyalarda “beklentisi var, o yüzden taş koyuyor.” dedikodusu çıkarıyor. O bir
şekilde kulağınıza geldiğinde artık bireylere ait konulara da müdahale etmemeye
özen gösteriyorsunuz.
Ve biliyor musunuz, bütün
bunlar, sizin gibi bir dâhinin yaşadığı kentte cereyan ediyor!
Mesleki bir yalnızlık yaşıyorsunuz.
Teksiniz ve sizi anlayacak bir allahın kulu yok…
Meslek odanıza karşı bir
burukluğunuz oluyor. Çünkü sizi görmezden geliyorlar, ya da gerçekten
göremiyorlar. Çünkü onların işi de zor. Profesyonel değiller, maaş almıyorlar,
gönüllü çalışıyorlar. Mesaiyi bitirip Oda işleriyle uğraşıp, aile geçindirip,
yaşamı sürdürmeye çalışıyorlar. O nedenle çok da suçlayamıyorsunuz onları da.
Derken, sadece “bari
elim güçlü olsun Oda desteğiyle” diye düşünüp, Oda
yönetimine aday oluyorsunuz 2006’da ama “Bir siyasi partinin üyesidir.”
propagandası başlıyor akabinde…
Sene 2004 ya da 2005
başlarıdır. Yeni Kent Merkezi Planlarının henüz daha 1/1000 likleri onanmamıştır
ki, Aziz Başkan “Burada emsal yetersiz, plan uygulanamıyor.” diyerek yoğunluğu
arttırmaya karar verir. Bu konuya karşı mücadelemi yazsam, destek olması için
Muzaffer Tunçağ’ı makamında ilk ve son kez ziyaret ettiğimi ve aradığım desteği
bulamadığımı da eklesem, yazı çok uzar. Belki bir gün kitap yazarsam, o zaman
anlatırım onları da. Neyse.
Bu konuda, Oda
yönetimimiz toplantıya çağrılmış ve “YK
toplantımız var” diye katılmamışlardır Aziz Beyin mecliste tutanaklara
geçen ifadesine göre. O konuşmada Aziz Bey “Beyefendilerin
işi yoğunmuş. YK toplantıları varmış İstemezükçü Odanın” diyerek benim de
üyesi olduğum oda ile adeta alay eder, aşağılar şekilde konuşur. Bu konuşmadan
ötürü, aramızda büyük bir soğukluk başlar.
Sonra ne mi olur? Ben
meclis üyesi olarak katılmadığım halde, Oda başkanımız Kocaoğlu’nun düzenlediği Tayland
gezisine katılır!
Bu konuyu bu güne kadar
hiç açmadım.
Ama bakın, geçerken okuduğunuz yazıya yaptığınız sorumsuz ve düşüncesiz bir
yorum, neleri depreştirdi…
Şunu söylemek mümkün
olurdu iyi niyetli bir okur açısından: “Meslektaşsınız. Oturun bu konuları
konuşun. Buralardan seslenmeyin birbirinize.”
Aslında bunu zaten
denemiştim:
Zeki Yıldırım, özellikle
Danışman Arazisi planının onama sürecinde, sık sık konuştuğum, yazdığım
yazılardan sonra görüşünü sorduğum ve görüşüne saygı duyduğum, son derece
yumuşak başlı, beyefendi bir insandı. O nedenle, bir meslektaşı ve yönetim
kurulu üyesi hakkında böyle bir açıklama yapabileceğine hala inanamıyorum, ama
yalanlamadığına göre de söyleyecek bir şey yok.
Makam ve mevki sahibiyken
tanımak
gerekiyor insanları belki de…
Genel merkez seçimleri
sürecinde, Oda olanaklarıyla Ankara’ya gidilmesini doğru bulmadığımı söylemiştim. Hala da aynı
yerdeyim. Çünkü örneğin öğrencilere böyle bir olanak sağlanması elbette
anlamlıdır. Ancak yaşını başını almış, altında 4*4 arazi aracı olan insanların,
Odanın kısıtlı kaynaklarıyla Ankara’ya gitmesi, benim açımdan utanılacak bir
durumdur.
Bu harcırahtan
yararlananların listesini almak için dilekçe vermek üzere Odaya başvurmaya
gitmiştim. O an Oda da olmadığı için Oda başkanımı telefonla aradım, ancak
yanıt vermedi. Öğrendiğime göre bir toplantıdaymış, ama daha sonra da hiçbir
şekilde dönmedi. Konuyu anlattığım o dönemki yazımda bu olaydan da bahsettim,
ancak yine hiçbir şekilde arama gereği duymadı.
İşte o günden beri artık buradan ulaşmaya çalışıyorum kendisine. Belki
‘geçerken’ bakar diye!
Bir önceki yazımda, Oda başkanımın
ithamlarına bakarak, “Evet, bu ithamlar çok haksızca ve ağır olmuş. Keşke
yapılmasaydı. Özür dilesinler, barışsınlar.” diye insani bir yorum yazmak
yerine, beni sıkıştırmaya yönelik bir sahtekarlığı nasıl normal
karşılayabilirim?
Ya o yazıyı okuyup,
birleştirici bir yorum yazma gereği duymayan devekuşları?
Gelelim bazı dava konusu olan,
mahkemelerde sürünen planlara:
Bu gün gerek Büyükşehir
Meclisi, gerekse de bazı ilçe belediye meclisleri, onaylanmış olan bazı parsel
bazında planlarla, ”kişiye özel ve rant sağlayıcı, ya da imar kanununa aykırı
plan onamak” suçlamasıyla yargılanmaktalar. Peki, bu planlarla ilgili olarak,
meslek Odamız bu güne kadar hangi planın müellifine bir işlem uygulamıştır?
Örneğin Giraud Çiftliği ve Danışman Arazinin plan müellifleriyle ilgili durum
nedir?.
Siz yanlış kişiyi tehdit
ediyorsunuz sayın yorumcum. ‘Planlama işlerinden’ semirenlerden değilim ben.
Başka kapıya lütfen…
Sevgili okurlar: Çoğu zaman hoşgörüsüz
olduğumu düşünüyorum. O nedenle Face de, Twitterda, benimle aynı düşünmeyen
insanların da arkadaş isteklerini kabul ediyorum hoşgörümü arttırmak için.
Ancak öyle şeyler görüyorum ki, acaba hata mı ediyorum diye düşünüyorum bazen.
Örneğin geçenlerde biri, AKP yandaşı bir sayfanın fotoğrafını paylaşmış. Aynalı
güneş gözlüğü gözünde olan bir Tayyip Erdoğan resmi, altında “Biz Başbakan
seçtik. İndirebiliyorsanız indirin.” yazıyor.
Bu ne yaa? Gel de şimdi hoşgörülü ol…
Köşe yazmaya çalışan biri
olarak da istiyorum ki, herkes yorum yazsın, farklı görüşleri ifade etsin.
Ancak Fatma hanım gibi ‘geçici’
okurları görünce diyorum ki, “Siz benim
yazılarımı ne okuyun, ne de yorum yazın bundan sonra…
İyisi mi, siz bizim
mahalleden hiç geçmeyin…”
Dünya şehircilik günümüz
kutlu olsun…
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: