CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Genel Merkez'in yukardan dayattığı adaylarla yerel seçimlere gitme lükslerinin olmadığını söyledi.
Tanrıkulu, T24’ten Cansu Çamlıbel’in sorularını yanıtladı:
‘50+1 siyaseti' ister istemez seçim ittifaklarını zorunlu kılıyor. Adalet, Kalkınma Partisi dahi 21 yıllık iktidara ve devletin bütün gücünü kendi siyasi hedefleri için seçim kampanyalarında kullanıyor olmasına rağmen ittifak yapmadan '50+1'i bulamıyor. Yerel seçimlerde de büyükşehirler açısından ittifakların önemi devam ediyor. Ancak hem HDP hem İYİ Parti'den gelen sesler ortada, hem de Altılı Masa'daki üç küçük partinin katkıları tartışılıyor. Yerel seçimlere CHP ittifak modeliyle gidebilecek mi?
Tabii, bu seçimi kaybetmiş olmamızın büyük bir dezavantajı var. Belediye başkanlığı sonuçta kendi içinde bir başkanlık seçimidir. Yani bulunduğumuz her yerde salt çoğunluğu almak durumundayız. Dolayısıyla da özellikle büyükşehirlerde bu ittifak yapısının en azından seçmen tabanında korunması lazım. Ben şöyle düşünüyorum; Belediye Başkanlığı seçimlerinde yerelde gösterdiğiniz adayın kampanyasına daha çok bakılır ve etkili olur. Bahsettiğim ittifakı yerelde sağlayabilir başkan adaylarımız. Yani yukarıdaki bir birliktelikten daha çok, aşağıda başkan adaylarının o ittifakı sağlaması üzerine bir model. Bu başarılamaz değil ama zorluğu var. İşte İstanbul'u ele alırsak… İYİ Parti yüzde 8, HDP yüzde 8 civarında oy aldı. Bu iki seçmen tabanına da hitap edecek, onların oyunu alabilecek bir yapının ortaya çıkması lazım. Bu yukarda tasarlanamaz, Genel Merkez'de tasarlanamaz. Bunu yerelde kim adaysa o tasarlamalı. Zaten İYİ Parti'nin kurultayında ortaya çıkan tablo ve diğer siyasi partilerin kurultay süreçleri böyle bir tasarımı zorunlu kılıyor.
Peki bugüne kadar CHP içerisindeki aday belirleme süreçleri böyle mi oldu ki? Bizim görebildiğimiz kadarıyla yerel yönetimlerdeki adaylar da milletvekili adayları da hep Genel Merkez tarafından belirlendi. Bu sefer neden farklı davransın Genel Merkez?
Şimdi öyle bir lüks yok. Genel Merkez'in yukarıdan dayattığı adaylarla seçime girme şansımız yok. Seçmende bunun karşılığı olmaz. Bakın seçimlere sekiz ay kalmış. Ve sonuçta yenilmişiz. Bu seçimler için "100 yılın seçimi" demişiz, ikinci yüzyıla girerken "yeni bir demokrasi inşası" demişiz, "bahar gelecek" demişiz, "endişe etmeyin" demişiz. Seçmenlere büyük bir Türkiye hedefi ortaya koymuşuz. Böyle büyük vaatlerle seçime girmişiz ve kaybetmişiz. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin en zayıf olduğu zamanda, Erdoğan'ın en zayıf olduğu zamanda kaybetmişiz. Dolayısıyla seçmende sekiz ay sonraki seçim içinde bir umutsuzluk var. Aynı zamanda bir güvensizlik var, öfke var. Ve seçim sonrasında yönetememişiz, onun siyasal iletişimini yapamamışız. Bir B planımız, C planımız yokmuş. 14 Mayıs'ta işin ikinci tura kalabileceğini hesaplamamışız mesela. Veya 28 Mayıs'ta eğer seçimi kaybedersek bunun siyasi iletişimi nasıl olacak onu da hesaplamamışız. Seçmenin bu öfkesini ve umutsuzluğunu derinleştirmemek adına nasıl bir siyasal iletişim yapılacak hesaplanmamış.
Yorumlar
Kalan Karakter: