Artı Gerçek’ten İrfan Aktan, 29 gazeteciden aldığı birer soruyu Demirtaş’a iletti.
Buna göre sorular ve Demirtaş’ın cevaplarından bazıları şöyle:
AİHM Türkiye yargılamaları tarihinde sayılı kararlardan birini vererek hukuksuz bir biçimde tutuklandığınıza hükmetti. Mahkeme sizi haklı bulmasına karşın tutukluluğunuz altıncı yılına giriyor. Kıdemli bir ‘haklı’ olarak, özgür bir biçimde siyaset yapıyor olsaydınız nasıl bir adalet sistemi kurardınız? AKP iktidarından sonraki hükümetin yargıdaki çürümeyi bitirmek için nereden başlaması gerekiyor? Yargı bu kadar ele geçirilmişken karşılaşılacak en büyük zorluk ne olacak? Zorluklar karşısında nasıl bir yol izlemeliler? (Canan Coşkun, Diken)
Genel olarak toplumda adalet ve yargıda adalet konusu tek başına bir yasal düzenleme meselesi değildir. Öncelikle demokrasi ve insan hakları kültürünün gelişmesine odaklanmak lazım. Yani insanın niteliği artmadan yargıda adalet sağlanamaz. İlkokuldan üniversiteye kadar zorunlu insan hakları, eşitlik, demokrasi dersleri eğitimi olmalı, her şehirde insan hakları akademisi açılmalı ve yaygın halk eğitimi ile halkın bilinç düzeyi artırılmalı.
Dizilerden reklamlara, filmlerden tiyatro oyunlarına, edebiyata kadar tüm alanlarda seferberlik ruhuyla insan hakları, ayırımcılık, demokrasi konuları ele alınmalı. Bu kültürde yetişmiş hakimler ve savcılar hazır hale geldiğinde iyi yasalar ve adil işleyen bağımsız yargı anlamlı hale gelebilir. Tüm bunlarla birlikte, en temel adaletsizlik ekonomi alanındadır ve sınıf çelişkisindedir. Sömürü düzeni zayıflatılmadan tarafsız bağımsız yargı da adalet de sağlanamaz. Hepsi iç içe yürüyen bir mücadele bütünü şeklinde ele alınmalıdır.
Siz Ahmet Davutoğlu’nun katılım ve şikayetinin de olduğu bir davadan yargılanıyorsunuz. Davutoğlu’nun şikayetten feragat etmesinin sizin açınızdan ne gibi bir anlamı olacak? Sizce 7 Haziran-1 Kasım 2015 süreciyle ilgili kimler konuşmalı? (Candan Yıldız, T24)
Hukuki açıdan değişen pek fazla bir şey olmaz ama siyasi tutum açısından olumlu bir adım olur. Özgürlükleri savunmak pratikte de tutarlı olmayı gerektirir. 7 Haziran 2015 – 1 Kasım 2015 arasında yaşananları birilerinin anlatmasını bekleyerek gerçekleri öğrenemeyeceğiz. Seçimden sonra bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmalı ve o dönem tüm yönleriyle araştırılıp rapor alarak TBMM ‘ye sunulmalı. Ben de o komisyona beyanda bulunmaya, katkı sunmaya hazırım.
O dönemde son derece sinsi, kirli ve karanlık bir operasyonlar silsilesi yaşandı. 15 Temmuz şaibeli darbe girişiminin taşları da o dönemde döşendi. Bunların hepsinin ortaya çıkarılması hayati önemdedir. Bugünkü tek adam rejimini inşa süreci de o dönemin yıkımı üzerinden planlandı. Gerçekler mutlaka ortaya çıkarılmalı, hesaplaşma ve yüzleşme gerçekleşmeli ki, bu tür kirli oyunlar bir daha sahnelenmesin.
‘En ideal günah keçisi olarak gösteriliyorum’
Yüzlerce insanın hayatını kaybettiği 7 Haziran – 1 Kasım 2015 sürecinde HDP Eş genel başkanıydınız. Türkiye yeni bir seçime giderken son Mersin saldırısıyla benzer bir sürecin ortaya çıkacağı endişesini yaşıyor, bu yönde uyarılar yapılıyor. O döneme dair bir siyasetçi olarak özeleştiriniz var mı, bugün başta kendi partiniz olmak üzere muhalefete önerileriniz nedir? (Nergis Demirkaya, Gazete Duvar)
Özeleştirim var Nergis Hanım. Daha etkili bir barış söylemiyle çatışmaların önünü alabilmeliydik. Fakat ne hikmetse o dönem yaşanan ve yaşatılan dehşet senaryolarına ilişkin herkes benden özeleştiri istiyor. Oysa o dönemin faturasını bir kişiye ya da birkaç kişiye çıkarmak doğru değil. Bu, kolaycı bir yaklaşımdır ve büyük haksızlıktır. Eğer bu her şeyi çözecekse tüm haksızlığına rağmen ben sorumluluk üstlenirim ama durum öyle değil. O sürecin iki taraftan da aktörleri tek kelime özeleştiriye yaklaşmazken en ideal günah keçisi olarak gösteriliyorum. Oysa işin içinde darbeci çeteler var, IŞİD çeteleri var; istihbaratın, JÖH ve PÖH’ün de dahil olduğu SADAT çeteleri var.
Hepsi açığa çıkmalı. Seçimden hemen sonra bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulsa ve o dönem tüm yönleriyle araştırılsa çok daha sağlıklı olur. Cizre bodrumlarında diri diri yakılan onlarca kişinin varlığı bile halen kabul edilmemişken hangi gerçekleri konuşabiliriz ki? Muhalefet bu defa daha dikkatli ve cesur olmalı, barış söyleminden ve ısrarından geri adım atmamalı. Çünkü AKP-MHP ittifakı savaş politikasından beslenen bir çizgiyi yıllardır uyguluyor. Herkesin çok dikkatli olması lazım. Siz gazetecilerden bir de ricam var, o dönemde sokağa çıkma yasağı uygulanan ve yakılıp yıkılan şehirlerde operasyon sorumlusu komutanlar kimlerdir ve sonları ne oldu, buna bir bakın lütfen. Ben mahkemede savunmam sırasında bunları kayda geçtim. Röportajın sonuna o listeyi de ekliyorum. Bundan bir şeyler sezilebilir ve işe oradan başlanabilir.
‘Laiklik ve antiemperyalizmde çekingen olmamak lazım’
İran’daki molla rejimine karşı kadınlar haftalardır ayakta. Siz de Mehsa Emini’nin öldürülmesine tepki vermek ve kadınlara destek olmak için saçınızı kestiniz. Kadınların isyanı laikliğin ülkede ve bölgede ne kadar elzem olduğu bir kez daha gösterdi. Eski eş başkan olarak; HDP ile Emek ve Özgürlük İtitfakı’nın programında ‘laiklik ve anti emperyalizm vurgusu eksik’ yönündeki eleştiri ve yorumlara dair ne söylemek istersiniz? (İbrahim Varlı, BirGün)
Tüm eleştiriler değerlidir, serinkanlılıkla değerlendirilmelidir. Ancak partilerin veya ittifakların öncelik sıralamasına bakarak önyargılı davranmamak lazım. Tüm ittifakların kendi içinde eksikleri var. Belki solun kendi arasında rekabetinden çok, yoldaşça mücadele dayanışmasını ve birbirlerinin eksiğini tamamlamalarını teşvik etmemiz daha doğru, daha faydalı olur ve tabii ki laiklik de anti emperyalizm de sol açısından ilkesel bir sahiplenmeyi gerektirir. Bu konuda çekingen olmamak lazım. Bununla birlikte kimlik hakları, kolektif haklar, inanç özgürlüğü de solun herkesten çok sahip çıkması gereken başlıklardır. Bunlar bütünlüklü olarak ele alınırsa ve seçimler dahil olmak üzere mücadele alanlarında dayanışma içinde hareket edilirse sol ittifaklar birbirine güç vermiş olur.
‘LGBTİ+ bireyler hasta değil, sapkın değil, ahlaksız değil’
Başkanlık seçimlerinde, LGBTİ+ haklarını savunan tek aday olarak öne çıkmıştınız. O günden bugüne devletin LGBTİ+’lara baskıcı politikaları arttı, neredeyse savaş ilan edildi. HDP de dahil olmak üzere muhalefetin ise gündemine çokça girmiyor bu durum. Sizce, böylesi bir durumda muhalefet partilerinin izlemesi gereken yol nedir? (Yıldız Tar, Kaos GL)
Sanırım seçime yüklenen tarihi önem nedeniyle hiç kimse muhafazakar seçmeni kızdırmak, ürkütmek istemediği, bir de iktidarın havuz medyasının lincine uğramaktan kaçındığı için LGBTİ+’lara yönelen saldırganlığa ve hukuksuzluğa sessiz kalınıyor. Açık konuşmak gerekirse böylesine ajite edilmiş bir topluma, tarihi bir seçim öncesinde LGBTİ+’ların insan haklarını anlatabilmek kolay bir iş değil. Bunu hiçbir siyasi partinin yapabileceğini sanmıyorum. Ama ben buradan yüksek sesle en azından şunu söyleyebilirim; LGBTİ+ bireyler hasta değiller, sapkın değiller, ahlaksız değiller, hepimiz kadar insandırlar. Hepimiz kadar da insan onuruna ve haklarına sahiptirler. Ayırımcılık bir suçtur ve asıl ahlaksızlık, ayırımcılığa sessiz kalmaktır. Asıl ahlaksızlık tarikat yurtlarındaki çocuklara tecavüz edilmesine sessiz kalmaktır. Asıl ahlaksızlık hırsızlığa, yolsuzluğa sessiz kalmak, ortak kalmaktır.
‘Bağnazlık, tutuculuk veya aşırı muhafazakarlık bir etnik kimliğe mal edilemez’
Sizce HDP, Kürtlerin yoğun yaşadıkları bölgelerde dini bağnazlıktan bağımsızlaşması ve daha demokratik bir toplumsal yapının inşa edilmesi için ne yapıyor, ne yapmalı? Neden böylesi toplumsal bir sorun üzerine politika ürettiğini görmüyoruz? (Orhan Bursalı, Cumhuriyet)
Sevgili Orhan Bursalı, sorunuzda iyi niyet olduğundan hiç şüphem yok ama soruda sanki dini bağnazlık Türkiye’de Kürtlerde var ve bunu çözmekten sorumlu olan da HDP’dir gibi bir alt metin var. İkisine de katılmıyorum maalesef. Bağnazlık, tutuculuk veya aşırı muhafazakarlık bir etnik kimliğe mal edilemez. Bu doğru bir yaklaşım olmaz. Ayrıca toplumsal değişim ve aydınlanma, sadece bir partinin yapabileceği bir şey değildir. Daha doğrusu siyasi partilerin böyle bir rolü de, gücü de olmamalıdır. Partilere bu misyonu yüklemek beraberinde jakobenizmi ve toplumsal mühendisliği getirir.
Aydınlanma dediğimiz şey, aydınların öncülüğünde ve tabandan gelişecek toplumsal hareketlerle mümkün ve gerçekçi olur. Bu sürecin öncü güçleri kadın ve gençlik platformları, akademi ve sanat, edebiyat dünyası, üniversite öğrencileri, ekoloji hareketleri, sendikalar, odalar, meslek örgütleri gibi çevreler olmalıdır. Siyasi partiler bu sürecin destekçisi ve kolaylaştırıcısı olabilir en fazla. HDP bunu yapmaya çalışan bir partidir ve bu konuda bir hayli de yol almıştır. Keşke bir haftanızı Hakkari’de ya da Şırnak’ta geçirip Kürt kadınlarının gücünü, toplumsallığını yerinde gözlemleyebilseniz. Belki size bir fikir verebilir.
‘Mesajlarımı ve röportajları çoğu zaman, yayımlanmadan önce genel merkezimizle yıllardır paylaşıyorum’
Kimi gelişmelere ilişkin partiniz açıklama yapmadan sizin beyanatlarda bulunmanızın HDP’nin kurumsal kimlik ve temsiliyeti ile kolektif siyaset yapma anlayışına tezat bir durum teşkil ettiği yönünde yorumlar ve eleştiriler yapılıyor zaman zaman. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? (Abdurrahman Gök, Mezopotamya Ajansı)
Tüm eleştirilere saygı duyuyorum. Kritik yazılarımı, mesajlarımı ve röportajları çoğu zaman, yayımlanmadan önce Genel Merkezimizle yıllardır paylaşıyorum. Tıpkı bu röportajı kendileriyle paylaşıp bilgi verdiğim, görüş ve önerilerini aldığım gibi benzer şeyleri yapmaya özen gösteriyorum. Bu konuda partimizle aramızda bir sorun ya da kopukluk yok.
‘O konuşma hem Öcalan’ın hem de benim aleyhime çok kullanıldı’
Sayın Demirtaş, Halk TV’nin sorularını yanıtlarken önemli bir çıkış yaparak, “Bugün olsa kurmayacağım ya da o şekilde ifade etmeyeceğim bazı cümleler var. Örneğin ‘Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz’ ifadesi hem bağlamından koparılmaya hem yanlış anlaşılmaya çok müsait bir ifadeydi” dediniz. Acaba partiniz HDP ve seçmeniniz bu açıklamalarınıza katılıyor mu? (Nevşin Mengü)
Katıldıklarından kesin olarak eminim. Çünkü bizim derdimiz heykel dikmek değil, demokratik bir toplum inşa edebilmektir. O özeleştiriyi, şekle değil, öze odaklanmak açısından yaptım. Kitlemizin de HDP yönetiminin de partililerimizin de böyle düşündüğünü biliyorum. Çünkü o konuşma hem Öcalan’ın hem de benim aleyhime çok kullanıldı. Bu nedenle de Öcalan’ın çözüm önerileri yerine hep ‘heykel’ meselesi kirli bir propaganda unsuru olarak kullanıldı. İktidarın kirli propaganda yöntemiyle, Öcalan’ın fikirleri ve çözüm önerileri bu gibi nedenlerle kamuoyuna sağlıklı ve olması gerektiği gibi yansımadı. Öze odaklanmak yerine şekle takılıp kalındı. Benim anlatmak istediğim buydu.
‘Öcalan’ın ciddi bir barış ve demokratikleşme gücü var’
Yazdıklarına, çözüm sürecinde söylediklerine, İmralı ziyaretiniz sırasında anlattıklarına dayanarak baktığınızda, sizce üzerindeki tecride son verilse Öcalan’ın şu andaki Türkiye siyaseti okuması nasıl olur? Öcalan’ı en iyi kavradığı söylenen bir siyasetçi olarak, sizce kendisi seçim sürecine nasıl bir strateji önerisinde bulunur? (İrfan Aktan, Artı Gerçek)
Şu söyleyeceklerimi sığ bir övgü olarak ele almayın lütfen ama Öcalan bir siyaset ustasıdır ve sadece Türkiye için değil, Orta Doğu’nun temel sorunlarının demokratik çözümü için gerçekten önemli, gerçekçi çözüm önerileri sunmuş biridir. Kendisinin dışarıyla doğrudan teması sağlanabilirse hem toplumsal barışa hem de demokratikleşmeye çok katkısı olacağından kimsenin şüphesi olmasın. Öcalan, seçim gibi dönemsel süreçlere odaklanmaz diye tahmin ediyorum. Onun radikal demokrasiye dair daha stratejik bir yaklaşımı olacaktır diye düşünüyorum. Ben Öcalan ile defalarca, günlerce yüz yüze görüştüm. İmralı’daki bütün görüşme tutanaklarını da ben yazdım. Dolayısıyla Öcalan’ı iyi tanıdığımı düşünüyorum. Bu deneyimlerime dayanarak da kendisinin ciddi bir barış ve demokratikleşme gücünün olduğunu rahatlıkla belirtebilirim.
‘Muhalefet veya iktidar kanadıyla asla bir ‘pazarlığım’ olmadı’
‘Altılı masa’ denen ‘millet ittifakı’ masasında ısrarla Kürt sorununda bir kaçış söz konusu. Böylesi bir ittifakın programının toplumda bir karşılığı olur mu seçimde. Ve buna rağmen zaman zaman yaptığınız açıklamalar bir olumlama olarak görülüyor. Hatta bir pazarlık yorumlarına kadar dahi gidiyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? (Reyhan Hacıoğlu, Yeni Yaşam)
Altılı Masa’daki bazı partiler, Kürt Sorununa dair zaman zaman birkaç cümle kuruyorlar ama Altılı Masa’nın kendisi, kurumsal olarak Kürt Sorununun çözümüne dair henüz tek kelime etmiş değil. Bu son derece ciddi bir eksikliktir ama bu eksikliği giderip gidermemek de kendi bilecekleri bir şeydir. Ben şahsen bu konuda cesur ve gerçekçi olmalarını beklerim. Esas çözüm programı Emek ve Özgürlük İttifakından çıkacaktır. Benim açıklamalarım bir olumlamadan çok teşvik etme ve cesaretlendirme, diyalog kapılarını aralama çabası olarak algılanırsa daha doğru olur ve anlaşılır. Pazarlık sorunuz çok açık değil ama kastettiğiniz benim bir pazarlık içinde olabileceğim yorumuysa bunun net olarak herkesin bilmesini isterim ki, cezaevindeyken hem muhalefet hem de iktidar kanadıyla asla bir ‘pazarlığım’ olmadı, olmayacak. Zaten iktidar kanadıyla doğrudan ya da dolaylı en küçük temasım bile olmadı. Siyasette pazarlık doğaldır, meşrudur ama bunu HDP Genel Merkezi yürütür, ben değil. Bu konuda spekülasyonlara değil bana kulak verilmesini isterim. Ötesi, yanlış ve yanılgılı sonuçlara götürür.
‘Öcalan, süreç kalıcı barışla sonuçlanmazsa yargılanacağımızı öngörmüştü’
Tutuklu yargılandığınız davada size isnat edilen iddiaların ana ekseni, çözüm süreci dönemindeki konuşmalarınız veya eylemleriniz. Örneğin Kandil’de çekilmiş fotoğrafınız. Siz o dönem İmralı görüşmelerine de katıldınız. Örneğin Kandil’e gidilmesi, o fotoğrafın çekilmesi devlet heyetinin kararı mıydı? Bu süreçte devlet heyeti ile görüşmelerinizde, yarın süreç çökerse ‘yargılanma’ konusu gündeme geldi mi? Devlet heyetinden veya sizden bu konuyu açan oldu mu? (Alican Uludağ, DW Türkçe)
İmralı‘da çekilen fotoğrafları cezaevi müdürü kendi eliyle çekti ve kendisi elden Adalet Bakanlığı’na getirdi. Hatta müdür bey yolda trafik kazası geçirdi, kazayı da ucuz atlattı. Kaza sonrasında elinde sıkıca tuttuğu çantada o fotoğraflar vardı. Fotoğrafları da Adalet bakanı bize bizzat kendisi, bir flash bellekte verdi. Flash bellekte T.C. Adalet Bakanlığı yazıyordu. Kandil fotoğrafından da devletin bilgisi vardı. Hepsi yasal güvenceler çerçevesinde gerçekleşti tabii ki. Fakat ahlak dışı bir şekilde, bugün o fotoğraflardan hem yargılanıyoruz hem havuz medyasında linç edilmeye çalışılıyoruz. Süreç yasal güvenceye bağlanmaz ve kalıcı barışla sonuçlanmazsa yargılanacağımızı, Öcalan öngörmüş ve bunu İmralı‘da dile getirmişti. Kazadan hemen sonra çekilmiş şu fotoğrafta görülüyor:
O günün haberlerinden bir cümleyi de ekliyorum, Hürriyet gazetesinden: “Yıllardır sürdürdüğü görev nedeniyle Öcalan’ı en yakından izleyen isim olan Duzman’ın, kazada ciddi şekilde yaralanmasına rağmen elindeki çantayı hiç bırakmaması dikkat çekti.”
‘Cezaevlerindeki en büyük sorun, cezaevlerinin bizzat kendisidir’
Emek ve Özgürlük ittifakının kuruluşuyla birçok çevrede heyecan yaratmışa benziyor. Siz ittifakın etki gücünü nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce ittifak ayrı bir aday çıkarmalı mı? Biliyorsunuz size cezaevinden soruyorum. Ama bizden daha kıdemli bir politik tutsak olarak, cezaevlerinde yaşanan problemler, başta İmralı olmak üzere yaşanan tecrit ve izolasyona ilişkin neler söylemek istersiniz? (Tutuklu gazetesi Serdar Altan, Dicle Fırat gazeteciler derneği eş başkanı)
Öncelikle, şahsında tüm tutsak basın emekçilerini selamlıyor, dayanışma dileklerimle birlikte selam, sevgilerimi gönderiyorum.
Soruyu cezaevinden iletmek durumunda kalan bir gazetecinin varlığı bile memleketin hal-i pür melali hakkında bir fikir veriyor. Bana kalırsa cezaevlerindeki en büyük sorun, cezaevlerinin bizzat kendisidir. Şu anda tüm cezaevleri birer sorun yumağı, bazıları da işkencehaneye dönüşmüş durumda. Mahpuslar zaten özgürlükleri ellerinden alının kişiler fakat hukuka aykırı şekilde, uygulamada da katmerli bir özgürlük gaspı söz konusu. Aile, telefon, avukat görüşlerinden sosyal etkinliklere; gazete, kitap yasaklarından kantin fiyatlarına, el konulan mektuplardan odada yapılan arama adlı tacizlere kadar her şey cezaevlerinde bir sorundur, bir tür işkencedir. Fakat İmralı’da kesintisiz sürdürülen tecrit dahil, tüm uygulamalar rejimin karakteriyle doğrudan bağlantılıdır.
Baskı, şiddet, savaş, yolsuzluk ve krizlerden beslenen bir rejimin kontrolündeki cezaevlerinin ‘normal’ olması beklenemez. İçeride ve dışarıda demokrasi mücadelesi büyütülüp toplumsal özgürlükler güvence altına alınmadan cezaevleri de “normalleşemez”, tecrit de sona ermez. Hepsi birbirine bağlıdır ve ancak akıllıca, sabırla, dirençle ve kararlı şekilde yürütülecek demokratik siyasi mücadeleyle kazanım elde edilebilir.
Demokratik siyasi mücadele dediğimiz şeyse parti siyasetinden ibaret değildir; sendikalardan platformlara, derneklerden odalara ve bireylere kadar her yerde, her koşulda meşru mücadeleyi esas alan miting, yürüyüş, grev, protesto dahil olmak üzere tüm anayasal hakların etkili şekilde kullanımıdır. Kimileri demokratik siyasi mücadeleyi parlamentarizmden ibaret sanıyor ki, bu yanılgıdır. Şiddet dışı yol ve yöntemlerle, demokratik bir iç işleyişle yaşamın her alanını ve halkı özne haline getirerek her yeri demokratik direniş zeminine çevirebilmektir, demokratik siyasi mücadele.
Tüm tutsaklar gibi basın emekçilerine de bir an önce özgürlük diliyorum.
‘7 Haziran – 1 Kasım 2015 sürecine dair bende öyle şoke edici, spekülatif bir bilgi yok’
7 Haziran – 1 Kasım 2015 arasındaki sürece dair konuşarak kamuoyunu aydınlatacak dört önemli siyasi figür var: Erdoğan, Davutoğlu, Öcalan ve Demirtaş. İlk ikisinin gerçek bir izahatta bulunmayacağını biliyoruz. Öcalan’ın da bulunması mümkün olmadığına göre, geriye siz kalıyorsunuz. O dönemi açık biçimde kamuoyuna ne zaman anlatacaksınız? Ya da bunu birkaç cümleyle nasıl özetlersiniz? (Zafer Arapkirli, KRT)
TBMM’de bir Araştırma Komisyonu kurulmalı ve bu konu tarafından enine boyuna araştırılmalı. Ben de o komisyona bilgi vermeye hazırım. Bende öyle şoke edici, spekülatif bir bilgi yok, hepimizin bildiği yakıcı gerçekleri daha detaylı anlatabilecek durumdayım sadece. Ayrıca Öcalan’ın da böyle bir komisyona yardımcı olacağını, bilgi vereceğini düşünüyorum. Nihayetinde komisyonun, bir tür hakikat ve yüzleşme komisyonu rolü olacak. O dönemi bir cümleyle anlatmak gerekirse Türkiye siyasi tarihinin en ciddi kumpaslarından ve katliam dönemlerinden biri olarak belirtebiliriz.
Demirtaş son olarak ikinci soruya verdiği yanıta not düştü:
Değerli Nergis Demirkaya’nın sorusuna cevap verirken bahsettiğim kişiler:
– 2. Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti. “Cizre ve Sur’u temizleyen komutan”, “Hudutların komutanı Adem Huduti” manşetlerine konu olmuştu. Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
– Yüksekova 3. Taktik Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Halil İbrahim Ergin. Yüksekova’nın büyük kısmının yıkılmasına sebep olan operasyonların komutanıydı. Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
– Hakkari Dağ Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Ahmet Otal. Yüksekova’nın büyük kısmının yıkılmasına sebep olan operasyonların komuta kademesindeydi. Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
– 2. Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral Avni Argun. Cizre ve Sur operasyonlarının komuta kademesindeydi. Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
– Şemdinli 34. Hudut Tugay Komutanı Tuğgeneral Ali Saynur. Yüksekova’nın büyük kısmının yıkılmasına sebep olan operasyonların komuta kademesindeydi. Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
– Yüksekova 3. Piyade Tümen Kurmay Başkanı Albay Mehmet Sezgin. Yüksekova’nın büyük kısmının yıkılmasına sebep olan operasyonların komuta kademesindeydi. Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
– Şırnak 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanı Tümgeneral Abdullah Baysar. Roboski katliamında Uludere Şenova Tugay Komutanlığında görev yapıyordu. Katliamdan üç yıl sonra 2015’in Ağustos ayında Şırnak 23. Jandarma Sınır Komutanı olarak yeniden atandı. Şırnak’ta yürütülen operasyonların komuta kademesindeydi. Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
– Şırnak Çakırsöğüt Jandarma Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Ali Osman Gürcan. Şırnak Cizre ve İdil ilçelerindeki operasyonların ana gücünü oluşturan Çakırsöğüt Tugay Komutanı. Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
– Astsubay Ömer Halis Demir tarafından öldürülen Tuğgeneral Semih Terzi Şırnak’ta görevliydi. Terzi hem Suriye’de hem de bölgede yapılan operasyonlarda Özel Kuvvetleri yönetiyordu. 15 Temmuz gecesi, Silopi’den Irak Kürdistan Bölgesine geçip sonra tekrar Silopi’ye döndü, oradan Diyarbakır’a ve Diyarbakır’dan da bir tim ile birlikte Ankara’ya geçip orada öldürüldü.
– Beytüşşebap Kaymakamı Kadir Güntepe. Bylock kullanıcısı olduğundan tutuklandı.
– Şırnak Vali Yardımcısı Cüneyt Manisa. Bylock kullanıcısı olduğundan tutuklandı.
Yorumlar
Kalan Karakter: