Derdim sadece eleştirmek değil
Yayınlanma :
07.02.2013 22:07


“Taraflı yazıyor” denir birçok köşe yazarı için. Bu nedenle ben en
başta söyledim. “CHP’nin meclis üyesiyim
ve taraflı yazıyorum. Yazarken en büyük amacım da bir şeylerin düzelmesine
katkıda bulunmak.” O nedenle doğal olarak en başta kendimizin düzelmesi
için yoğun çaba harcıyorum. Çünkü hep söylediğim ve inandığım şey: “Biz yeterince iyi olursak, AKP filan
kalmaz ortalıkta. Eğer AKP varsa, bizim yüzümüzden var.”
Buradan yola çıkarak en çok
eleştirdiğim ve düzelmesi için uğraştığım tabii ki kendi partim.
Ancak, bütün bunları yaparken,
tereddüt ettiğim bir şey var. O da, yazılarımı yazarken “Birilerinin değirmenine su taşıyor olmayayım.” düşüncesi. Sırf bu
yüzden, birçok üstünden atladığım ya da kıyısından dolanmaya çalışarak mesaj
vermeye çalıştığım konular oluyor inanın. Yoksa doğru bildiğim yolda, kendimi
feda etme konusunda bir endişem yok.
Yazılarımı ara-sıra okuyan
siyasetten bir arkadaşım, bir gün “Ne
yapmaya çalışıyorsun, amacın ne?” diye sormuştu.
Çünkü olasılıkla, siyasetin
içinden biri olarak benim, neden bu kadar düşman kazanan yazılar yazdığımı,
kendi önümü neden tıkadığımı, bundan ne beklediğimi anlayamıyordu…
Açıklayalım o halde:
-Siyasetin sadece halka
hizmet amacına yönelik yapılması gerektiğine inanıyorum.
-Bir çok insandan daha
üstün niteliklere haiz olduğuna inanan insanların hizmete talip olması
gerektiğine inanıyorum.
-Bir yerlere gelebilmek
için ölüp biten insanlar yerine, bir kenarda duran, başarılı, dürüst, saygın
insanlara görev teklifi götürülüp, bunun için gerekirse o insanlara ‘yalvarılması’
gerektiğini düşünüyorum.
-Örneğin
ben, belediye başkanlığını, “Bütün özel
yaşantını, zevklerini, zamanını, ailesini bir kenara bırakıp, beş yıl boyunca
halka hizmet edilecek, sonucunda da, tarih boyunca bir efsane olarak anılacak”
bir makam olarak bakıyorum. Bunun dışında, kafasının arkasında herhangi başka
düşünceler olan insanların, bir kamu kuruluşunda ‘kat görevlisi’ dahi
yapılmaması gerektiğini düşünüyorum.
-Siyaset bu söylediğim hale
geldiği takdirde, halk için, halk adına, çok daha onursal bir platform
olacağını düşünüyor, bir gün bu amaca ulaşabilmek için yazılar yazmaya
çalışıyorum.
-Eğer bir
gün bu işler rant olmaktan çıkarsa, o zaman belki ben veya benim gibi
düşünenlerin bile bu görevlere önerilebileceğimizi düşünüyorum.
İşte o güne kadar yazmaya devam edeceğim…
Bunları yazınca, “AKP’yi yaz. Neden bizi yazıyorsun?”
diyenlerin de, sistemden beslenen, kandiline yağ damlayan, dolayısıyla kendi
partisi ya da başka parti umurunda olmayan sülükler olduğunu düşünüyorum.
Hatta daha ileri giderek, yarın
bir gün AKP geldiğinde, onlarla da en kolay uzlaşacak ‘omurgasızların’ bu grup olduğuna inanıyorum.
Son sayımlara göre, Türkiye
nüfusunun % 70’inin artık kentlerde yaşadığı ortaya çıktı. Zaten geriye kalan %
30’da eski bildik köylülük değil. Çağımızın gereği olarak uydu anteni,
interneti, motorlu aracı olan köylüler çoğu.
Yaşadığımız şehirlerde, her gün önünden geçtiğimiz büfeler, gazete
bayileri, küçük veya büyük parklar vardır. Bunlar, kamuya ait alanlar üzerinde
kuruludur ancak, dededen toruna, hangi parti iktidar olursa olsun, aynı kişiler
tarafından işletilir. Sizler yazın sıcağında, kışın soğuğunda evlerinizden
sabahın köründe çıkıp, o çoğu zaman nefret ettiğiniz işinize giderken, kamudan
o büfeleri, o parkları almış olan insanlar varlık içinde, rahat bir yaşam
sürerler.
Hiç sordunuz mu, nasıl
alınmıştır o yerler, kimler işletir, kaç para kira bedeli öder?
‘Sabah gözünüzü açtığınız
anda başlar, gece uyuyuncaya kadar karşınıza çıkar: Adaletsizlik her yerdedir.’
Şimdi size, yine doğru bulmadığım, düzeltilmesinde yarar olduğunu
düşündüğüm, bir belediye icraatından söz edeceğim. Basit bir örnek ama ne
yapmaya çalıştığım konusunda küçük bir ipucu olur belki. Zor anlayan arkadaşlar
da kavramaya çalışsın lütfen. Sınavda buradan en az bir soru (!) gelecek,
söylemedi demeyin!
Yine partime ve kurumlarıma
zarar vermemek, birilerinin değirmenine su taşımamak için, isimleri saklamaya
çalışacağım.
Bir belediye başkanımız, sosyal bir proje geliştirmiş: Askere giden gençlere,
(içinde askerlik görevini yaparken, ihtiyaçların bir kısmını gidermesi için
çeşitli ürünler olan) bir çanta veriliyor. Güzel bir şey değil mi? Ne var
bunda?
Gelelim işin diğer boyutuna. Yani pratikte bu işin nasıl yapıldığına!
Verilen çanta ve içindekiler belediye bütçesinden karşılanıyor. Yani
kimse maaşından ödemiyor masrafları. Onu da belirtelim…
-Askere gidecek olan
kişiler başkanın makamına topluca çağrılıyor.
-Üzerinde …… BELEDİYESİ diye kocaman harflerle yazılı
olan çantalar, tek-tek verilip, bir ucundan başkan, diğer ucundan askerlik
yolcusu gencimiz tutularak poz veriliyor.
-O fotoğraflar
önce Facebook’ta paylaşılıyor. Arkasından birçok yerel kanalda, yerel
gazetelerde, internet haber sitelerinde haber olarak yer alıyor!
Yani reklam maliyeti çantaların
ederinden kat kat fazla.
Peki, siz okurlara soruyorum. Yöntem bu mu olmalıdır? “Denizlerin,
Mahirlerin, Ulaş’ların partisiyiz.” Diyen bizlere yakışan bu mudur?
Yahu en basitinden, o genç çocuğun
askerlik ve daha sonraki yaşamı boyunca, üzerinde kocaman harflerle …..
BELEDİYESİ yazan bir çantayla dolaşmak zorunda kalmasının ezikliğini
düşünemiyor musunuz?
Yukarıda anlattığım olayda,
bazı insanların o resimlerin altına “Helal
sana başkan.” ya da “Bravo.” Filan yazdığını görüyorum. Üstelik bunların
bazıları benim yazılarımı da okuyan ve beğenen-paylaşan insanlar.
İnsan ister istemez merak
ediyor. Böyle bir şeyi alkışlayan bir insan, benim yazılarımı nasıl beğeniyor?
Ya da ‘ücretsiz-karşılıksız’ yazı yazmayan birinin yazısını beğenen,
benim yazımı neden beğeniyor? Mecbur mu?
Bu ne ikiyüzlülük!
Buradan bu tür arkadaşlara sesleniyorum: Beğenilerinizde biraz daha
özenli olun lütfen. Herkese mavi boncuk dağıtmayın…
Neden geçmişe özlem?
Sizi bilmem, ama ellisine bastığım
şu günlerde, ben geçmişe daha bir özlemle bakmaya başladım.
Geçmişte, bir şekilde ‘işe yaramaz’ diye ilişkimi kopardığım insanlara
bile daha ılımlı bir gözle bakmaya başladım.
Bu durum “Neydi o eski
bayramlar.” kıvamında bir nostalji değil kesinlikle. Sadece,
daha da kötüsünü görüp, “Yahu o bile
böyle değildi.” deme durumundan kaynaklanmakta.
İnsanların iffetini
satması, hatta adam dolandırması bile sanki eskiden ‘rayiç bedel olarak’ biraz daha yüksekti gibi geliyor bana. Oysa
artık, birkaç telefon kontörüne iffet satılır, elli-yüz liraya adam
dolandırılır oldu.
Ülkede ‘paranın
enflasyonu’ düşerken, insanın erozyonu’ hızla yükselmekte…
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: