İmamoğlu’nun yazısı şöyle:
‘Silahsızlanma sürecinin muhalefetin baskılandığı dönemde gerçekleşmesi ironik’
* Avrupa Birliği (AB) ve Amerika’nın terör örgütü olarak tanıdığı silahlı bir grup olan PKK’nın yaklaşık 30 üyesi, temmuzda Kuzey Irak’ta sembolik bir törenle silah bıraktı. Devam eden bu silahsızlanma, ülkenin siyasi sistemini uzun süredir zedeleyen, ekonomiyi yavaşlatan ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren şiddet döngüsünü kırmak adına tarihi bir fırsat sunduğu için memnuniyetle karşılanmalı. Bu, aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki rolünü yeniden tanımlaması için de altın bir fırsat.
* PKK’nın başlattığı ayrılıkçı isyanla başlayan Kürt meselesi, onlarca yıldır Türkiye’nin daha ileri bir demokratikleşme süreci önünde engel oldu. Ne var ki silahsızlanma sürecinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yönetiminde otoriterliğin arttığı ve siyasi muhalefetin baskılandığı bir dönemde gerçekleşmesi ironik. Bu yılın başlarında ben dahil CHP’ye mensup bazı belediye başkanları siyasi gerekçelerle hapse atıldı. Bununla muhalefete ürkütücü bir mesaj verildi ve Türkiye’de demokratik katılım alanını daha da daraltıldı.
* Baskı ortamı, barış sürecini de etkiliyor. Süreç, Kürt halkının uzun süredir devam eden siyasi, kültürel ve ekonomik sorunlarını ele alacak kapsayıcı bir siyasi çerçeve olmadan ilerliyor. Irak, Suriye ve İran’daki PKK bağlantılı gruplarla temas konusunda gerçek bir strateji yok ve bu olmadan da çatışmanın bölgesel boyutları çözümsüz kalıyor. Hükümet, açık ve kapsayıcı bir ulusal diyalog başlatmalıydı. Bunun yerine kapalı kapılar ardında müzakereleri tercih etti ve meşruiyet ve güven inşası şansını heba etti.
‘Bize gereken şeffaf bir süreç’
* Cumhurbaşkanı adayı gösterildiğim CHP için Kürt meselesi yalnızca bir ulusal güvenlik meselesi değil aynı zamanda demokrasi, adalet, kalkınma ve kurumsal reform meselesidir. Şiddetin sonlandırıldığı, kalkınmanın teşvik edildiği ve köklü eşitsizliklerin giderildiği uzun vadeli bir strateji inşa etmeye inanıyoruz. Tüm vatandaşlarımız için eşit yurttaşlık, demokratik katılım, hesap verebilirlik ve Cumhuriyet çatısı altında ortak bir gelecek istiyoruz.
* PKK silah bırakacağını ilan ettiği andan itibaren iki temel öneride bulunduk. İlki, barış sürecinin yasal zemin, sivil katılım ve kurumsal denetimle yürütülmesini sağlamak için derhal bir komisyon kurulmasıydı. Bu komisyon kuruldu ve ilk toplantısını 5 Ağustos’ta yaptı. Bu doğru yönde atılmış bir adım. Her ne kadar hükümetin dar güvenlik odaklı yaklaşımının görüşmeleri domine edeceğine dair endişeler olsa da biz yine de demokratikleşme ve toplumsal uyum gibi temel meselelerin masaya net biçimde konulmasını sağlamak için bu süreçte yer alıyoruz. Bize gereken, Erdoğan koalisyonunun kararlarını onaylamaktan öteye geçemeyecek bir komisyon değil, şeffaf bir süreç.
* İkinci olarak silahsızlanma süreci, demokrasinin yeniden tesisiyle birlikte ilerlemeli. Partizanlıkla ve demokratik gerilemeyle tanımlanan bir sistemde kalıcı barış mümkün değil. Parlamento ve sivil toplum gibi sürece meşruiyet sağlaması gereken kurumlar uzun zamandır devre dışı bırakılmış, yargıysa siyasallaştırılmış durumda. Oysa halkımıza gereken barış, baskıyla değil meşruiyetle sağlanabilir.
‘Barış istediğini söyleyen hükümet, seçilmiş Kürt temsilcilerini hedef aldı’
* Benim kendi deneyimim Türkiye’deki çelişkileri ortaya koyuyor. Martta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yaparken ve partimin cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmek üzereyken aralarında yolsuzluk ve teröre yardım suçlamalarının da bulunduğu siyasi gerekçelerle tutuklandım. Teröre yardım suçlaması, seçim listemizdeki bazı belediye meclis üyelerinin, PKK’yla ilişkili olduğu iddia edilen bir platformla bağlantılı olduğu iddiasına dayanıyordu. Oysa bu isimler, Yüksek Seçim Kurulu’nca incelenmiş ve adaylıkları onaylanmıştı.
* Bu sırada barış istediğini söyleyen hükümet, seçilmiş Kürt temsilcilerini sistematik biçimde hedef almayı sürdürdü. Halkların Demokratik Partisi’nden seçilmiş onlarca belediye başkanı görevden alındı ve yerlerine kayyım atandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş gibi eski HDP eş başkanlarının serbest bırakılması yönündeki kararları hala uygulanmadı.
* Demokrasinin Erdoğan dönemindeki erozyonu yalnızca iç bir mesele değil. Bu durum, özellikle dünyanın güvenlik, enerji ve göç gibi alanlarda güvenilir ortaklara ihtiyaç duyduğu bir dönemde Türkiye’nin uluslararası alandaki potansiyelini de zayıflatıyor. İç siyasi hesaplara dayanan tepkisel dış politika, tutarlılıktan uzak. Komşularla ilişkiler zaman zaman çatışma, zaman zaman da yakınlaşma arasında savruluyor.
‘Türkiye bir yol ayrımında duruyor’
* Suriye’de Esad rejiminin çökmesiyle şekillenen manzara, Ortadoğu’da barış, uzlaşma ve yeniden inşa çabalarına katkı sunmak için gerçek bir fırsat. Türkiye bu süreçte tüm topluluklar için adalet ve kapsayıcılığa dayanan bir dış politika izlerse büyük bir rol oynayabilir. Aynı zamanda AB’yle Ortadoğu’da daha fazla işbirliği yapılabilir, ancak bu da yalnızca içerde demokratik meşruiyet ve hukuk devleti temeline oturan bir dış politikayla mümkün. Temel hak ve özgürlüklerin korunması, Türkiye’nin AB üyelik sürecini de yeniden canlandırabilir.
* Türkiye’nin jeostratejik konumu, tarihsel birikimi ve demokrasi mirası, ülkemizi istikrar ve ilerleme adına önemli bir aktör haline getiriyor. Ancak Erdoğan’ın kişisel hırslarıyla şekillenen ve içerideki kutuplaşmayla beslenen bir dış politika, bu potansiyeli de heba ediyor.
* Türkiye bir yol ayrımında duruyor. İçerideki yönetim anlayışı, dışarıdaki rolünü giderek daha fazla belirleyecek. Türkiye’nin sorumlu bir bölgesel güç olabilmek için demokratik kurumlarının bütünlüğünü yeniden sağlaması şart. Fakat o zaman, giderek istikrarsızlaşan bir dünyada güvenilir bir ortak gibi hareket edebilir.
* CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak ülkemin demokratik yenilenmesine öncülük etmeye kararlıyım. Meşruiyet ve hukukun üstünlüğü temelinde kurulacak yeni bir hükümet, dünyayla net ve kararlı bir şekilde ilişki kuracak.
Yorumlar
Kalan Karakter: