“Yurtdışında insanlar iş bırakma noktasına geldi”
Küresel sıkıntıların detaylarına baktığımızda, gübre tedariğinde sorunun büyüdüğünü ve küresel ısınmanın kuraklık tehdidini artırdığını vurgulayan Özgener, “Bu gelişmeler nedeniyle gıda alanında, üretim miktarlarının artan arz sıkıntısına paralel olarak azalacağı öngörülüyor. Ulaştırma fiyatlarındaki artışlar yüzünden yurtdışında insanların işi bırakma noktasına geldiği haberlerini alıyoruz. Son olarak Almanya, İtalya ve benzeri ülke hava alanlarında yaşanan personel sıkıntısı ve uluslararası işçi alımına yönelik çağrılar bu durumu teyit ediyor” açıklamasını yaptı.
“Para politikasının en önemli unsuru öngörülebilirlik ve güven”
Özgener, Merkez Bankası politika faiz oranını Eylül 2021’den başlamak üzere kademeli olarak Eylül-Ekim-Kasım ve Aralık aylarında yüzde 19’dan yüzde 14’e düşürürken, 2022 yılı içerisinde ise bugüne kadar herhangi bir değişikliğe gitmediğini hatırlatarak şunları söyledi:
“Eylül 2021’de yaptığım meclis konuşmamdan itibaren her ay, bu kararların ülkemiz ekonomisine etkilerine dair görüş ve öngörülerimi sizlerle bu kürsüden paylaştım. Kredi maliyetlerini politika faizleri ile baskılamanın sürdürülebilir olmadığını, öncelikli olarak ülke riskimizi azaltmak zorunda olduğumuzu, yüksek faizlerin yanış ıra yüksek risk primi ve düşük kredi notlarının da ülkemize yatırım yapmayı düşünen firmaların kararlarına etki ettiğini sizlere aktardım. Büyümenin istikrar kazanmasının ve refah yaratmasının yolunun fiyat istikrarından geçtiğini ve enflasyonla mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürdüğümüz ölçüde, döviz kurunun istikrara kavuşacağını ve ülke risk primimizin düşeceğini ve para politikasındaki en önemli unsurun, öngörülebilirlik ve güven olduğunu sürekli ifade ettim. Büyümenin istikrar kazanmasının ve refah yaratmasının yolunun fiyat istikrarından geçtiğini ve enflasyonla mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürdüğümüz ölçüde, döviz kurunun istikrara kavuşacağını ve ülke risk primimizin düşeceğini ve para politikasındaki en önemli unsurun, öngörülebilirlik ve güven olduğunu defalarca aktardım.”
“Enflasyon yılın en yüksek seviyesinde”
Geçen süreç içerisinde sadece politika faizinin düşürülmesinin, kredi kanallarının açılmasına yardımcı olmadığının görüldüğünün altını çizen Özgener, “Politika faizi düştü ama borçlanma maliyetleri yükseldi. FED’in faiz artırımları karşısında Merkez Bankamız ile diğer gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarının farklılaşan politika tepkisinin, Türk Lirası varlıklar açısından yaşadığımız sıkıntılı süreci daha fazla tetiklediğini hep birlikte gördük. FED’in bugün akşam açıklanacak faiz kararında, 75 puan ile faiz artırımlarına devam edeceği tahmin ediliyor. Bu faiz artırımı sene başındaki projeksiyonların üstünde; çünkü enflasyon da 41 yılın en yüksek seviyesinde. FED’in beklenenden daha hızlı ve daha yüksek faiz artırımı, diğer tüm merkez bankalarını da etkilemeye devam edecek” ifadelerini kullandı.
“CDS oranlarının rekor seviyelere çıktığını gördük”
Özgener, Merkez Bankası’nın da hem yurtiçinde beklentilerin üstünde artan enflasyon, hem de yurtdışında beklenen hızlı parasal sıkılaştırmaya tepki vermesi gerektiğine dikkat çekerek, “Aksi takdirde, piyasalardaki dalgalanmanın boyutu daha da artacak. Merkez Bankası’nın enflasyonu düşürmek için politika faizini kullanmama yönündeki kararı, içinde bulunduğumuz global para politikası sıkılaşması ve yurtiçi enflasyon ortamında, Türkiye için makroekonomik olumsuzlukları da artırdı. Geçen aydan bu yana, Türk Lirası’ndaki değer kaybı hızlandı, enflasyon yükselirken, CDS oranlarının da rekor seviyelere çıktığını gördük. Bu durum, Türkiye’nin borçlanma maliyetlerini büyük oranda yükseltiyor. Yurtiçi faizleri sabit tutarak ivmelendirmeye çalıştığımız yatırım ortamını, ülke riskindeki artış ve döviz cinsi borçlanma maliyetindeki yükselmeyle kaybediyoruz. Piyasaların nakit akışına yapılan günlük ve haftalık müdahaleler de sabit faiz ortamının bir diğer sıkıntısı olarak karşımıza çıkıyor” görüşünü aktardı.
“Asgari ücretin vergiden muaf olması olumlu bir adım”
Mevcut ekonomi politikalarıyla iş dünyasının öngörülebilirliği giderek azaldığını söyleyen Özgener, “Para politikası global ekonomideki gidişatla uyumlu hale getirilmeli, uzun vadeyi hedeflemeli ve piyasalara günlük müdahaleler azaltılmalı. Para politikasının, politika yapıcılar tarafından riskleri azaltacak, enflasyonun ateşini söndürecek, serbest piyasa koşulları içinde kalacak ve öngörü sağlayacak şekilde değiştirilmesinin önemli olduğunu tekrar vurgulamak istiyorum. Yükselen enflasyon, ücret zamlarını da doğal olarak beraberinde getiriyor. Asgari ücret tespiti ülkemiz için her yıl büyük önem taşır. Asgari ücretin ülkemiz için önemli olmasının nedeni, asgari ücret ve buna yakın ücret alanların sayısının yüksek olması. Asgari ücrete yapılacak artış oranı, sadece asgari ücreti ve asgari ücretlileri etkilemiyor. Üyelerimizin asgari ücretliler dışında çalışanların ücret artışları da buna göre belirleniyor. Yüzde 30 zam ile birlikte Türkiye'de asgari ücret 2021 sonuna göre yüzde 95 arttı ve net 5 bin 500 TL oldu. Taleplerimiz arasında yer alan asgari ücret desteğinin devam etmesi ve asgari ücretin vergiden muaf tutulmasının devamı olumlu bir adım oldu” dedi.
“Enflasyona paralel olarak yüksek ücret artışlarının devamı kaçınılmaz”
Özgener, yıl başından bu yana enflasyon ise yüzde 42,35 seviyesine geldiğini dile getirerek, “Bu nedenle, ilk planda enflasyon artışlarının kontrol altına alınması ve bu yol ile istihdamın da korunması gerektiği düşüncesindeyiz. Aksi takdirde enflasyona paralel olarak yüksek ücret artışlarının da devamı kaçınılmaz olacaktır. Doğrudan para politikası tepkisi olmadan ve enflasyon beklentileri kontrol altına alınmadan yapılan ücret artışları en düşük gelir grubunu, enflasyona karşı kalıcı olarak koruyamayacaktır. Enflasyonun her kesim açısından parasal bir illüzyon olduğunu görmekteyiz. Böyle bir ortamda gelir eşitsizliği artıyor ve ücretliler en çok zarar gören kesim oluyor. Sadece mutlak harcamalarındaki artışlara bakınca enflasyon şirketlere yarıyor gibi görünebiliyor ancak şirketlerin bu durumdan fayda sağladığına dair genellemeleri yanlış buluyorum. Bunu, son açıklanan bilanço değerlendirmeleri de teyit ediyor” diye konuştu.
“Yabancı yatırımlardaki pay azalıyor”
2020 yılında yüzde 44,7 olan kısa vadeli mali borçların toplam mali borçlar içindeki payının, beş yıl aradan sonra yeniden yüzde 50’ye yükselmesi ve 2022’in ilk çeyreği sonunda ekonomimizdeki sektörler arası finansal yükümlülüklerin yıllık olarak yüzde 60 artmış olmasının, artan risk göstergesinin yanı sıra önümüzdeki yılların rekabet azaltıcı bir unsuru olarak ele alınması gerektiğini belirten Özgener, “Çünkü eldeki diğer veriler, finansal yükümlülüklerin artmasının, diğer ülkelere kıyasla, yatırımların artmasıyla sonuçlanmadığını da gösteriyor. Dünya Bankası'nın Global Yatırım Rekabetçilik Raporu verilerine göre Türkiye, Çin’den sonra mevcut yabancı yatırımcıların yatırım planlarının en fazla ertelendiği ikinci ülke konumunda. Yabancı yatırımcılar yatırım planlarını azaltırken, yerli şirketler ise rekabet baskısının yurtiçi rekabetten değil, yurtdışı kaynaklı olarak arttığından şikayet ediyor” açıklamasını yaptı.
“Değişikliğe gidilirse telafi mümkün”
Özgener, Amerika Merkez Bankası FED ile birlikte diğer gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları ve en son olarak da Avrupa Merkez Bankasının faiz arttırdığı bir ortamda, bizim faizleri sabit tutulması yönünde görüşlerini paylaşarak, “Gördüğünüz gibi ülkemiz ekonomisinin en öncelikli sorunu enflasyon. Son 10 aydır yaptığımız bütün analizler enflasyon problemine doğru politika tepkisi verilmediği, zaman içinde tahribatın artacağı ve bu işin Türkiye ekonomisinde kazanan yaratmasının mümkün olmadığı şeklindeydi. Gelinen durum ve göstergeler bu analizleri teyit ediyor. Önümüzdeki süreçte gerekli politika değişiklikleri yapılırsa, kaybettiğimiz zaman ve rekabet gücümüzün telafisinin mümkün olacağına inanıyoruz” ifadelerini kullandı.
“Kentimizin sanayi gücü tescillendi”
TOBB tarafından onaylanan sanayi kapasite raporlarının bir araya gelmesi ile oluşan, içerisinde 90 bin üreticinin makine parkı, üretim, ham madde ve iletişim bilgilerinin yer aldığı TOBB Sanayi Veritabanı’na kayıtlı verilerden derlenen Sanayinin Liderleri Programı açıklandığını belirten Özgenler şunları söyledi:
“Bu sene ilki gerçekleştirilen çalışma sonucunda 2021 yılında, 2020’ye göre, 4 bin üründen 2 bin 463’ünde üretim kapasitesi arttı. Sektörler bazında bakıldığında, üretim kapasitesi en fazla Makine ve Ekipman İmalatı, Kimyasal Ürünler İmalatı ve Gıda Ürünleri İmalatı Sektörlerinde arttı. Sanayinin Liderleri Programı kapsamında iller incelendiğinde İstanbul, bin 809 ürünün her birinde sahip olduğu üretim kapasitesiyle ilk sırada yer aldı. İstanbul’u bin 28 ürünle İzmir, 772 ürünle Kocaeli takip etti. İzmir gıda, tütün ve rafine edilmiş petrol sektörlerinde birinci sırada yer aldı. İllerin üretebildikleri ürünlerin çeşitliliğinin göstergesi olan analiz sonucunda ise İstanbul 2 bin 621, İzmir 2 bin 300 ve Ankara ise bin 954 farklı ürün üretebilme kapasitesiyle ilk üçte yer aldı. Üretimle ilgili bu yeni açıklama, kentimizin üretim ve sanayi gücünü bir kez daha tescilledi.”



Yorumlar
Kalan Karakter: