Köşe yazarı konuşulan her şeyi yazar mı?
Yayınlanma :
23.10.2012 14:38


Köşe yazarı konuşulan
her şeyi yazar mı? Ya da gazetecilere güvenilmez mi?
Galiba bu tür işleri yapanlar, zamanla yanında konuşulması tehlikeli,
dolayısıyla ‘selam verip geçilecek’
adama dönüşmeye başlıyor.
İlk zamanlar insanlar benimle
konuşurken, bir anda durur, o an, bir gün bunları yazabileceğim endişesini
yaşar ve “Bunları yazmazsın değil mi?” diye sorarlardı ister istemez. Bu durum
süreç içinde tamamen sadece selam vermeye ve havadan-sudan konuşup geçiştirmeye
dönüştü.
Peki, gerçekten köşe yazarı her şeyi yazar mı?
Bunun yanıtını, bir ömrü tamamlamadan verebilmek mümkün mü? Belki
hemen yazmaz, ama ya 30 sene sonra yazarsa?
‘Kullanma’ ve ‘kullanılmanın’ karşılıklı olduğuna
inanırım. “Beni kullandı.” sözü
anlamsız gelir o nedenle. Çünkü eğer kullanma tek taraflı olursa, çok kısa bir
süre sonra taraflardan biri uyanır ve kullanma eylemi o an, hemencecik sona
erer.
Örneğin köşe yazarlığını ele alalım. Yada haberciliği.
Kişiler, konuları ve bilgileri getirir, köşe yazarına aktarır, köşe
yazarı da doğru olduğundan emin olursa yazar. Böylece, bilgi getiren ve yazan
arasında çok güzel bir senkron tutturulur ve her şey yolunda gitmektedir. Ancak
bir gün, haber getiren kişi belki ‘intikamını’
yeterince aldığını düşündüğünden, belki istediği ödünü kopardığından, ya da
başka sebeplerden, bu bilgi akışını-alışverişini durdurur.
Üstelik bu durumu genellikle köşe yazarına söyleme gereği bile duymaz.
Köşe yazarı birkaç telefon, birkaç diyalogdan sonra fark eder ki,
bütün sırlarını paylaştığı, hatta bazen kendisi için çok da yazmaya değer
bulunmayan bir konuyu, sırf haber
kaynağı istiyor diye yazmış olmasına rağmen, haber kaynağı kendisinden kaçmaya
başlamıştır!
İşte o durumda, bir gün oturup, yazmaması gereken bir şeyler de
yazabilir.
Ancak, köşe yazarının yazdığı bu son yazıdan sonra, hakkında yazı
yazılan kişinin “Bu adama dikkat edin. Konuştuğunuz bir şeyi bir gün
yazabilir.” propagandası başlatır.
Oysa bu dostluğu başlatan, işine geldiği yere kadar sürdüren,
istediğini elde ettikten sonra bırakan da kendisidir? Ee, daha ne?
Elbette bunu, sevgililerin ayrılması, ya da birbirini aldatması
şeklinde algılamamakta yarar var.
Bu konuda verilebilecek birçok örneğim var çok şükür.
Yine de “bütün bu durumun
altında yatan şey nedir acaba?” diye kendime sorduğumda, ortaya çıkan yanıt
maalesef şudur: bir kişiliği, bir duruşu, bir bakış açısı olan insan çok azdır
koskoca gezegenimizde. O nedenle de, günü geldiğinde, tanıdığınızı sandığınız
insanları aslında çok da tanımadığınız ortaya çıkabilmektedir.
Bir meclis üyesi tanıdığım vardı. Derken iyi de arkadaş da olduk
zamanla. Siyasete, siyasetçiye, meclis üyeliğine bakış açısı benimkine o kadar
çok benziyordu ki, sonunda yine “Bak işte. Benim gibi düşünen bir kişi daha
varmış. Hatta benden çok daha cesur biri.” diye düşündüğümü hatırlıyorum…
Benimle birçok sırrını paylaştı ama bu gün bile onları burada açıkça
yazma yüzsüzlüğünü gösteremiyorum inanın. Anlattığı bazı konuları, köşe yazısı
olarak yazıya da döktüm üstelik. Elbette onun istediği ölçüler içerisinde…
Bir gün dedi ki: Görev yaptığım
yerel yönetim kurumunda öyle şeyler yakaladım ki, can güvenliğim bile tehlikede
olabilir. Eğer bana bir şey olursa, bil ki, sorumlu şu kişidir!”
Derken yavaş yavaş kayıplara karıştı. Telefonlarıma bile çıkmaz oldu.
Geçenlerde, hayati tehlike altında olduğu kişinin paylaşımlarını paylaştığını
görünce durumu anladım. Seçim yaklaşıyor ve “İstifa etmeyi düşünüyorum. Siyaset bana göre değilmiş.” diyen
arkadaşım, yeniden meclis üyesi olmaya karar vermiş belli ki!
Bazıları gelir, ‘bireysel
çıkarları ile ilgili bir şeyler’ elde edinceye kadar sizi kullanır ve o
çıkarları elde ettiğinde ortadan kaybolur. Ama bence her iki taraf da “kullanıldım” diyemez bu durumda.
2004 yerel seçimleri yaklaşmakta idi. Hiç beklenilmeyen bir aday
çıkmıştı başkan adayı olarak ilçede. Ben de meclis üyesi adayı idim ve
insanlardan oy istiyordum doğal olarak.
“Bu adamın partide ne emeği var. Dokuz tane aday
vardı, alakasız biri aday yapıldı. Ben DYP adayına oy vereceğim.” diye bas
bas bağırıyordu bir arkadaşım ve partilimiz olan kişi. Nuh dedi, peygamber
demedi ve ikna olmadı bize oy vermek konusunda.
Seçimden sonra, meclis üyesi oldum, ancak başkanımla hiç anlaşamadım
ve 2009 yerel seçimlerinde taa Konak’ta buldum kendimi.
Peki ya o ikna edemediğim arkadaş ne oldu dersiniz? 2009 yerel
seçimlerinde meclis üyesi oldu ve bir dönem önce oy vermeye değer bulmadığı
adamla gayet uyumlu çalışmaya devam ediyor. Her gün sosyal paylaşım sitelerinde
başkanının reklamlarını paylaşıyor.
Muhtemeldir ki, tekrar meclis üyesi olmak istiyor!
Büyükşehir’de, Piriştina döneminden bu yana tanıdığım ve sevdiğim
gazeteciler vardır. Bu genç çocuklar, Aziz Beyin başkan olmasıyla birlikte,
Piriştina ile ilgili tavırlarından son derece rahatsız olmaya başladılar. Hatta
bir gün, bir tanesi bana gelerek, “Abi
Piriştina’ya sahip çıkmıyor kimse. Bari sen sahip çık. Bir şeyler söyle yazalım.”
şeklinde feryat etti. Nitekim sanıyorum 2006 yılında, İZSU Denetçisi iken hala,
oradaki odama kendisini çağırıp, Aziz Kocaoğlu hakkında zehir zemberek bir
açıklama yapmıştım. O da gerçekten yayınlamıştı bu haberi…
Zamanla işler tersine dönmeye başladı. Benim Aziz Bey hakkında en ufak
bir eleştirim bile, bu arkadaşlardan tepki çekmeye başladı. Sonunda, belki de
temeli bu karşı duruşumdan kaynaklanan, sudan bir sebepten bu arkadaşlarla
tartıştık ve artık konuşmuyoruz!
Aslında bir konuşmada, Aziz başkanın muhaliflere karşı deve kinine
sahip olduğunu, kendisini de çalıştığı gazeteden attırmaya kalkıştığını, araya
hatırlı insanlar sokularak bunun son anda engellendiği belirtilmişti.
Şimdi bir düşünün: Aziz Beyi
yere göğe sığdıramayacaksın, ama objektif olarak habercilik yapma iddiasında
olup, halkı bilgilendireceksin.
Ben hala, herkesin bıraktığı yerde otluyorum oysa…
Bu ilkeli duruşla ilgili bir kompleksim var sanırım. O nedenle, yeni
biri ile tanıştığımda da, hep “işte beni cebinden çıkaracak ilkeli duruşa sahip
bir insan. İyi ki ümidimi yitirmedim, hep arayışta kaldım ve sonunda onu
buldum.” diye düşündüm. Çünkü “en ilkeli
duruşa sahip olan kişi, tek ilkeli kişi benim.” megalomanlığına kapılmaktan
kaçınmak zorunda hissettim kendimi. Ancak bu bakış açısı yüzünden, hayatımın
epeyce bir bölümü hayal kırıklıkları ile geçti. Artık benden daha ilkeli bir
kişi aramıyorum. Dolayısıyla hayal kırıklığı da yaşamıyorum.
Eğer öyle biri varsa bırakalım
o gelip beni bulsun!
Uzayın sonsuz boşluğunda, ‘top
gibi yuvarlak’ bir gezegende, insanların dümdüz olmasını beklemek
aptallıktır belki de…
Bildiğiniz gibi, meclis toplantılarından önce, siyasi parti
gruplarının kendi arasında grup toplantıları yapılır. Bu grup toplantılarında,
hep en arkada ve tek başıma otururum. İşin ilginci, öğrenim hayatım boyunca da,
hep en arka sıralarda oturan bir insandım. Okul demişken bir şey daha
söyleyeyim bari; olasılıkla, çok iyi biliyor dahi olsam, hocalar tarafından
bizzat bana sorulmamış hiçbir soruya da yanıt vermemişimdir öğrencilik yaşamım
boyunca. Hatta yanıt vermek için
birbiriyle adeta yarışanlara da gıcık olmuşumdur genellikle.
Psikoloji biliminde bir açıklaması vardır elbet bu durumun. Neyse.
İşte o meclis öncesi grup toplantılarında benim durumum ‘her zaman muhalif’ olduğu için hiç
kimse yanıma da oturmaz. Ne zamana kadar
peki?
Başkana bir mesaj vermesi gereken biri çıkıncaya kadar!
O durumda, bazen, o mesajı vermek isteyen kişi gelip yanıma oturur. Ama
bir sonraki meclise kadar, başkan tarafından mesajın gereği yerine getirilmiş
olduğundan, bir sonraki mecliste yine yalnız başıma kalırım!
“Peki, acaba başkana
verilmek istenen mesaj neydi” derseniz: Bazen işe adam sokma, bazen
belediyedeki bir yakının terfii, bazen ise bir iş, ihale, ya da büfe konusu
olabilir olay…
Ya da sadece bir komisyona girememe, encümen üyesi yapılmama, hatta
belki de yurtdışı ballı gezilere katılma isteği…
Evet farkındayım. Yine yazı uzadı. Zaten bir ara elektrikler de gitti ve
kaydetmediğim yazılar siliniverdi. O nedenle yoruldum resmen. Ancak konuyu da
bağlamak lazım değil mi?
Şunu söylemek doğru olur: Eğer kendinize ve duruşunuza
güvenmiyorsanız, iyi niyetli değilseniz, ya da ilerde bir gün kıvırma
ihtimaliniz varsa, kendinizi zeki sanarak birilerini kullanmaya kalkışmayınız!
Sanıyorum birçok yazıda bahsettim. Ancak, üstüne basarak bir kez daha
söylüyorum: Lütfen çok zeki olduğunuzu ve herkesin de aptal olduğunu
düşünmeyiniz. Yaşamınızdaki en büyük hayal kırıklıkları ve sizi aptal durumuna
düşüren en komik olaylar bu düşünce tarzı sonucunda ortaya çıkar.
Buna inanın…
NOT: BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN…
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: