

Reklamlarda izledik yıllarca.
Robert Bosch’un bir sözü vardı: “İtibar
kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim.”
Bu bakış açısı, eminim ki,
herkesin yaşamında önemli bir yer tutar. Siyasette, ticarette, yaşamın her
alanında karşımıza çıkar bu ikilem. Birini tercih etmek zorunda kalırsınız.
Hayatınız boyunca, ‘parayı bulma’
seçeneği birçok kez karşınıza çıkar. Üstelik bunun için vasat bir zekâ bile
yeterlidir. Ancak “rüşvetçi” ya da “üçkağıtçı ..zevenk” olarak anılmakla,
adam gibi adam olarak anılmak tercihi arasında kalırsınız. Anılmak derken,
birilerinin anmasından çok daha önemli olan, kendinize olan saygınızla
hesaplaşırsınız.
Ve kalbiniz hep aynı yöne
işaret eder: DİK DUR…
Bir yerde okumuştum: “İyi insan,
aklından kötülük geçmeyen saf insan değil, her şeyi bildiği halde doğruyu seçen
insandır.” gibiydi galiba, yanılmıyorsam, sanırım…
O’nun hikâyesi de benzer bir durum. Sadece olayda mesele para değil.
Manevi bir tatmin: makam ve mevki…
Yıllarca dik durmuşsun.
Çalışmış, didinmişsin. Bütün bir kentin bilgi sorduğu danıştığı ‘akil’ bir insan olmuşsun. Kimin
balkonu fazla çıkmış, hangi yapı yol kotunu nereden alacak, kentteki yapılar
neye göre şekillenecek…
Yetmemiş, çeşitli kuruluşlarda, kamu yararı ve sivil toplum adına
görevler üstlenmişsin.
Ancak, “yeterince yükselemediğine,
makam ve mevkilere gelemediğine”
dair sitemlerin de bilinmekte!
Derken günü gelmiş, senin devrin başlamış. Başlamışsın yükselmeye, her
şeye hükmetmeye. Ancak bu yükseliş sırasında o kadar çok ödün vermişsin ki, bırak
sivil toplum adına çalışmalar yapmayı bir yana, sivil halkın arasına karışacak
halin bile kalmamış. Bir zamanlar bir balkonun yasal olup olmadığı konusuna
bile hassasiyetle eğilirken, artık orman alanlarının, yeşil alanların, DKKA
alanlarının kişisel kullanımlara açılmasına bile göz yumar, kılıf hazırlar bir
duruma gelmişsin. Kent adeta delik deşik edilmiş gözlerinin önünde…
Yetmemiş, bütün etrafını da buna göz yuman ‘eziklerden’ oluşturmaya başlamışsın.
Yani sen, artık o
‘eski sen’ değilsin!
Değer miydi?
YAĞCILIK-YALAKALIK
SUÇ OLMALI…
Hani akademik çalışmalarda da
vardır: Bir yüksek lisans veya doktora tezinin çalıntı, ya da ‘intihal’ olduğu ortaya çıkarsa,
verilen unvan geri alınır. Bence yağcılık ve yalakalıkla elde edilen unvanlar,
bitirilen okulların diplomaları, elde edilen makam ve mevkiler de, eğer ‘yağcılık ve yalakalık suçu sabit
görülürse’ geri alınmalı.
Bir düşünün, şayet mezhebiniz biraz genişse, yani biraz ‘şeref engelliyseniz’ dünya size güzel.
Sizinle aynı eğitim ve aynı zekâda olan insanlardan hep birkaç adım öndesiniz.
Eğer yağcı işadamıysanız,
başbakanın uçağında,
Eğer yağcı siyasetçiyseniz,
genel başkanın ya da belediye başkanının her fotoğrafında yanı başında, makam
aracında,
Eğer yağcı bürokratsanız
amirinizle kol kola yurtdışı gezilerinde, yemeklerde,
Yağcı-yalaka öğrenci ya da
akademisyenseniz hocanın yanı başında, çantası elinizdedir…
‘Bir kuştan ödünç alınmış
bir beyine’ sahip olsanız dahi, başarının kapıları önünüzde sonuna kadar açıktır.
Peki, bu durumun mobbing ya
da tacizden ne farkı var? Kimse şikâyetçi olmadığı için suç
sayılmıyor, ama sonuçta yaşamın her alanında fırsat eşitliğini bozan bir durum
değil mi? Etik kurulun bu tür davalara da bakması gerekmez mi?
Peki ya sürekli ezilmekten ve sömürülmekten dert yanan kadınlarımızın, birçok alanda yaşadığı pozitif
ayrımcılığa ne demeli?
Cesur Sert yazmıştı. “İzmir’de köşe yazarı olmak kolay. Boya saçlarını
sarıya, üstten de iki düğme aç. Önünde bütün gazetelerin kapıları açılır.”
anlamında şeyler söylemişti bir yazısında. Yalan mı?
Gelin bu duruma biraz değinelim
yeri gelmişken.
“Erkek cinsiyeti bu
niteliklere haiz olmasa, insan türü milyonlarca yıl önce
sona ererdi.” diye düşünen
biriyim.
Çünkü eğer bu işler kadına
kalsaydı, “Başım ağrıyor.”
“Yorgunum.”
“Bugün mağara çok
kalabalık.”
“Şuradaki kaplan bize bakıyor.” benzeri mazeretlerle dinozorlar benzeri yok
olur giderdik.
İster evrim deyin, isterseniz
de tanrı. İnsan türü erkek sayesinde yok olmaktan kurtulmuştur.
Bunun karşılığında zavallı erkek hep itilen-kakılan, “beyni ile düşünmediği için” eleştirilen,
hatta aşağılanan yaratık konumundadır.
Hatta “Sürekli arkadaşlarından
borç isteyen, ‘talepkar’ insanların sevimsizliği-yüzsüzlüğü” benzeri bir
durumdadır zavallı erkek…
Üreme içgüdüsünü tatmin
edebilmek için, karşı cinse, dünyanın en çirkin kadını dahi olsa, “çok
güzelsin” demek zorundadır örneğin. Çünkü niyetini, yani ‘nihai amacını’
gizlemediği takdirde ‘kaba, saygısız, maganda’ gibi sıfatlar kazanmaya başlar.
İşin ilginci, “Güzel olmadığımı biliyorum.” diyen
kadın bile, bunu söylerken samimi değildir. Birkaç kere ‘güzelsin’
dendikten sonra, kendisini Türkiye güzeli sanmasından bunu anlayabilmek
mümkündür.
Hayvanbilimciler daha iyi
bilir, ama erkek dışında, nefret ettiği biriyle bile ‘bir kerecik’
birliktelik için ‘seviyormuş, beğeniyormuş’ taklidi yapan başka canlı var mıdır
acaba?” diye merak etmişimdir hep…
İşte bu ‘zavallı, hatta adeta lanetlenmiş’
türün zaafını bilen kadın, yaşamın her alanında bu zaafı dibine kadar kullanır.
Bir durum daha vardır kadına
ilişkin:
“Kocam beni başkasıyla aldattı.”
diyeninden, “kızım ya da oğlum eve
gelmiyor” diyenine kadar, birçok kadınla karşılaşırsınız iş yaşamında ya da
günlük yaşamda. Ama bakarsınız ki, bir kilo makyaj, saçlar fönlü, topuklar 10
cm den fazla. Gözünüzü karartıp, ‘bu ne
perhiz bu ne lahana turşusu anlamında’ “Maşallah iyi görünüyorsun yine de.”
diyecek olsanız, yanıt hazırdır:
“Bu benim maskem. Kendimi iyi hissetmek için
böyleyim.”
Sonra bir gün birilerinden öğrenirsiniz,
ya da görürsünüz ki, oohoooo…
Ne sanal âlem kalmış, ne de
gerçek âlem…
Oysa insan kötü durumdaysa, onu da yansıtması gerekmez mi? Ya sizi öyle iki dirhem bir çekirdek gören karşı
cinsin günahı ne? Adam bir yaklaşacak, sonra birden bakacak ki, kara dul mu
dersiniz, zehirli sarmaşık mı dersiniz, korku filmi mi dersiniz….
İki cümlede ortaya
dökülüverir her şey. Meğer içsel dünyada tsunami varmış!
Evlerden ırak bir durum yani.
Aslında bu konular o kadar
derin ki, böyle üstünkörü anlatılabilecek bir konu değil. Başlı başına bir yazı
konusu…
Geçenlerde sanıyorum Twitter’da
görmüştüm. Adamın biri şöyle yazmış: “Kadınların
göğüsleri vasıtasıyla benimle aynı şekilde oynadıklarını fark ettiğimden beri,
kedileri lazer ışığı ile oynatmaktan vazgeçtim.”
Peki, gelelim işin başka bir boyutuna.
Bu kadar duygusal, narin, romantik, adeta birer çiçek olan varlıkların, dedesi yaşındaki zenginlerle evlenmeleri
ya da doğadan gelen ‘varlıklarını’
ticari ya da görsel olarak tepe tepe kullanmalarına ne demeli?
Son zamanlarda, gayet özgür kadınların
bile, fazlaca açılıp saçılanları görüp, “Bu
kadar da olmaz ki.” dediklerine bile şahit oluyoruz sık sık…
Bence, erkekler bu kadar
zavallı ve de çaresiz olduğu için, kadınlar her gün tanrıya şükretmeli…
Aşkı ve sevgiyi elbette bu genellemelerin dışında tutuyorum.
Ancak durum iç açıcı değil…
Sitemiz köşe yazarlarından Filiz Bahçıvan’ın yazısını okuyorum.
Filiz Bahçıvan, ‘bacımız’
olarak tanımlanan Seda Sayan’ın programına çıkan bir doktorun tavsiyelerine
bozulmuş doğal olarak. Şöyle demiş Seda Sultan’ın programındaki doktor:
“……Fantezilerin baharat
gibi olduğunu söyleyen Cem Keçe, ‘Her yemek baharatlı
güzeldir, fakat dozunu artırırsanız evliliğinize zarar verebilir. Bazı
fanteziler kafada kalmalıdır, bazıları paylaşılmadır. Mesela komşunuzu hayal
ederek eşinizle sevişebilirsiniz.”
Bakalım daha neler göreceğiz…
ZEKÂ TESTİ
Yeni yeni insanlarla tanışıyoruz
her gün. Bazılarının zekâ düzeyinin ne olduğunu uzun zaman sonra anlamaya
başlıyoruz. Çünkü günlük yaşamda oldukça normal görünüyorlar,
saklanabiliyorlar. Sonra bir gün “Yahu
bu aptalmış.” deme durumu ortaya çıkabiliyor.
Zekâ düzeyini test etmenin
kolay bir yolu var bence: Fıkra anlatmak ya da anlattırmak…
Fıkra
anlatabilmek bir yetenektir. Tamam, bunu kabul ediyorum. Ama en azından
anlatılan fıkrayı anlamakta zorlanıyorsa kişi, onu ‘er kişi niyetine’ arkadaş
mezarlığına gömmek lazım.
“Olur mu öyle şey canım?”
demeyin hemen. Bir deneyin.
Ne kaybedersiniz?
Ben deniyorum…
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: