

Bir zamanlar halk bandı telsizlerde konuşma modası vardı. O
modaya ben de uymuştum. Aslında çok da isteyerek olmamıştı.
80’li yılların ortalarında, üniversitede topografya stajımı
bitirmişim. Biraz harçlık çıkarmak maksadıyla, Batıkent’te bir kooperatif
inşaatının geceleri bekçiliğini yapıyordum gerçek bir ‘gece bekçisi emeklisi’ arkadaşla birlikte. O zamanlar yaygın olan
telsizden “Brek brek. Arkadaş arıyorum
arkadaş” anonslarını sanırım hatırlarsınız. Hatta oradan edindiğimiz
arkadaşlar, Eskişehir yolundaki bir TIR garajının bekçisinin yanında bir kere
buluşmuş, tanışmıştık.
Hey gidi günler hey.
Sosyal medyaya girdikten bir süre sonra, köşe yazıları
yazmaya başladım. Bu yazıların geniş kitlelere ulaşmasını istiyordum. Çünkü
eğer öyle olursa, söylediğim gerçekleri herkes duyacak, tepki verecek, böylece
dünya daha güzel, adaletli ve yaşanabilir bir yer olacaktı.
Ne kadar salakmışım değil mi? Neyse…
Bu hevesle arkadaş sayımı hızla arttırmaya başladım.
Yaklaşık bir yıl kadar önce, sayı 4000’e dayandığında, önce AKP’lilerle
gerginlik başladı. Tek tek silmeye başladım bu arkadaşları. Çünkü burası benim
sayfamdı ve çok da demokratik bir sayfa olmak zorunda değildi. Beğenmeyen giderdi, ya da ben gönderirdim.
Sonuçta hiç kimse ‘abonelik
ücreti’ ödeyerek girmemişti sayfama değil mi?
Arkasından, sayfadan attığım bazı insanların, bir şekilde
sahte hesaplarla tekrar sayfama girmeye çalıştığını fark ettim. Hal böyle
olunca gelen her arkadaşlık teklifini tek tek incelemeye, değerlendirmeye
başladım.
Kriterler:
-Aşırı dinci, aşırı
ırkçı, AKP fanatiği olmasın.
-Tüzel kişilik değil,
gerçek kişilik olsun. (Örneğin ……rent a car olmasın)
-En az birkaç yıllık
hesap olsun. Böylece iyi-kötü sahte hesap olup olmadığı, sırf sayfama girmek
için açılmadığı anlaşılabilir.
-Profil resminde,
kedi, köpek, çiçek, çimen vb. gibi şeyler yerine, kendi fotoğrafı olsun vb
gibi…
Bir gün bir arkadaşlık daveti gördüm, yaklaşık 55 dk. önce
Face hesabı açmış, arkadaşlık göndermiş. Belli ki Fake. Bunu da sayfamda
paylaşma gereği duydum niyeyse. Kaşarlının bir tanesi “Vay efendim, sen dikkat çekmeye çalışıyorsun. Ahan da seni siliyorum.”
diye yorum yazdı. Gereğini hemen mi yaparsın, yoksa sabaha mı saklarsın! Neyse,
yine sinirlendim yahu. Yavaşşş…
-Profil resminde
göğüs ya da kalça gösteren, resmin altına bir sürü abazan herifin “Ohhş yavrum”
yazdığı kişilerden gelen arkadaşlıklar olmasın…
Bütün bu ‘olmasınlardan’
sonra, bu kez mevcut bazı ‘lüzumsuzları’ silmeye başladım sayfamdan.
Yahu “Kadınlardan
‘hatun’ diye bahseden şu ucuz tiplerden hayır gelmez” diye yazdım, taa
Antakya’dan bir dallama, hem de kapağında İbrahim Kaypakkaya fotosu var, “Senin gibi yarım erkekler yüzünden ülke bu
hale geldi.” diye yazıyor. Ulen nerden anladın yarım olduğumu? Sanki
denemiş de, bir randıman alamamış. Sordun mu camiada “Bu kel ve göbekli adamı nasıl bilirsiniz?” diye? Kaldı ki, benim
eğilimim karşı cinse, sen nereden bilebilirsin ben yarım mıyım, çeyrek miyim?
İşte, muhatap olduğun zaman düzeyi düşük adamlarla, düzey böyle düşüyor
maalesef. “Başkasınınkini görmeyen,
kendininkini piyade tüfeği sanırmış” diye bir atasözümüz var. Bildin mi onu
Antakyalı dallama kardeşim?
Geçenlerde “Yemek
fotoğrafı paylaşmak ayıptır ve dahi görgüsüzlüktür. Yiyebilen var, yiyemeyen
var. Bundan sonra yemek resmi paylaşanları silerim.” diye yazdım. Buna
verilecek ya da verilmeyecek yanıtlar bellidir. Ya sen doğrudan “Haa, öyle mi?” der, beni silersin, ya
da “Ben paylaşırım, beğenmeyen siler.”
dersin, ya da samimi arkadaşsan eğer “Ertuğrul
ben paylaşsam da sen beni silmeye kıyamazsın” dersin!
Ne yazıyor Sayın Büyük müdürüm “Sen onay mercii değilsin.” Tööbe töbeee. Yahu elbette değilim. Ama
sen de benim keyfimin kâhyası değilsin, farkında mısın bilmem. Senden izin mi
alacağım silmek için. Ben sana “Yemek
resmi paylaşanı Face’e sokmam” demedim ki, onay mercii olayım. Lafı
nerenden anlıyorsun Allah aşkına?
Gel zaman git zaman her gün yaklaşık on adet kedi resmi paylaşanları
da silmeye başladım. Çünkü “yetti gari“ oldum.
Sonra ‘tüzel kişilik’ olarak hesap
açmış olanlar. Adam (atıyorum) “Adanalı
devrimciler” diye hesap açmış. Ee, kimsin, nesin? Adanalı mısın, gerçekten
devrimci misin?
“Bağzı çevreler”
diye yazdım bir gün bir paylaşımda, Ankara’dan şehir plancısı meslektaşım, “Bağzı değil o, ‘bazı’ diye yazılır”
şeklinde yorum yazdı. Üstelik yıllardır sayfama yazdığı tek yorum buydu.
Düşünebiliyor musunuz durumu? Bu ‘sözde
arkadaşım’ benim ‘bazı’
sözcüğünün nasıl yazıldığını bilmediğimi düşünecek kadar bana uzak. Maalesef
böyle insanlar var sosyal medyada. Bunlar bir köşede yıllarca sinsice bekleyip,
bir gün “Ahan da açığını yakaladım. Dur
şuna bir giydireyim, biraz keyfini bozayım.” diye bekleyen tiplerden…
Evlerden ırak…
Bazen kendince komik bulduğun bir şey yazıyorsun, oradan
biri yorum yazıyor: ”Bırak bunları.
Memleketin çok daha ciddi sorunları var.” Başka emriniz? Sanırsın ki, sayfaya girmek
için çok masraf etmiş ve karşılığını alamıyor!
Sosyal medyadaki sayfanın, benim özel sayfam olduğunu,
kimseye katlanmak zorunda olmadığımı anlatamadım bir türlü bu gerzeklere!
Bir de ‘mesajcılar’ var.
Sadece mesaj yayınlıyorlar. Resmi bayram, dini bayram, kandil, önemli günler,
kurtuluş günleri. Adeta o günleri bekliyorlar. Örneğin şimdi aç bak Facebook’a,
milli eğitimle bir kere okula gitmek dışında hiçbir yakınlığı olmayan yüzlerce
insan, ‘yeni eğitim-öğretim yılıyla
ilgili’ mesaj yayınlamıştır. Yahu emekli öğretmen değilsin, beldenin idari
amiri değilsin, bakan değilsin, ne yani, ne? Sen bütün çocuklara başarılar
dilemekle, bütün çocuklar yılı başarılı mı geçirecek?
Diyebilirsiniz ki “Canım
ne var bunda. Sen salak mısın?” Arkadaşlar, yaklaşık dört bin
arkadaşınızın, en az 500 tanesinin eğitim yılı kutlamasının sayfanızda akmaya
başladığını bir düşünsenize?! Dayanılır şey midir?
Sayfamda biri vardı. Her gün, ama her gün “Günaydın güzel dostlar. Güzel dostlar iyi
geceler. Dostlar günaydın. İyi akşamlar dostlar.” diye paylaşım yapıyordu.
Bunun dışında adam ‘hiç ama hiçbir şey’
paylaşmıyor! Bu kadar yani. Adamın sosyal medyası bundan ibaret… Güler misin,
ağlar mısın!
Bir de orada olduğunu bildiğin, ama asla varlığını
hissettirmeyen, saklanıp gizlice izleyen, paylaştığın her şeyi gören, ama asla
beğenmeyen, yorum yazmayan bir kitle var. Hani “hayatın sırrını buldum” diye yazsan, “Aaa, öyle mi? Nedir peki?” diye sormuyor.
Yahu kardeşim, burası sosyal medya ve belli ki sen de pek
sosyal değilsin. O halde ne halt yemeye orada duruyorsun? Mecbur musun sosyal
medyada olmaya? Yahu sırf “Kim ne dedi,
kim kime kodu, kim nereye gitti.” diye merak ettiğin için sosyal medyaya
girilir mi?
“Benim tercihim
kardeşim sana ne?” dediğini duyar gibiyim. Tamam o zaman, al tercihini, bir
yerine monte et. Artık benimle işin yok senin. Dilediğin kadar ‘beğenmeme hakkını’ kullan
Hatun en az 50 yaşında (hafifmeşrep anlamında hatun diyorum)
Yüzlerce foto arasından bir tanesini güzel bulup, seçip koymuş, belli yani… “Vay ne güzelsin. Şarap gibisin. Şöylesin,
böylesin…” Amaç ne peki? “Bize de bir şey düşer mi acaba.” Ulan
göz etrafındaki halkalar Venüs halkaları kadar yahu… Kaç koca eskitilmiş,
fiiliyatta da en az üç kişiyle ‘fiziksel
temas’ var. Kimse de demiyor, “Arsızsın
da ondan yaşlanmamışsın. Kevgire dönmüşsün ama hala ortalıkta geziniyorsun.”
diye… Benim gibi patavatsız biri bile diyemiyor üstelik.
Batsın bu sosyal medya…
Şimdi bütün bunları
okuduktan sonra, çoğunuz “Ohooo, sen de çok ince eleyip, sık
dokuyorsun kardeşim.” diyeceksiniz, biliyorum. E zaten ben hayatı da öyle ince
eleyip, sık dokuduğum için bütün o çarpıklıkları tespit edip, sizinle
paylaşıyorum? Yoksa ben de kedi, köpek resmi koyar, arada sırada da bayram,
resmi günlerinizi vs. kutlarım, olur biter değil mi? !
İşte böyle kısaca sevgili dostlar. Günlük yaşamda bir şekilde aramıza mesafe koyabildiğimiz
hırlısı-hırsızı, akıllısı-delisi, sahtekârı-üçkâğıtçısı, denlisi-densizi,
delisi-psikopatı, maalesef sosyal medyada, adeta bir yırtık iç çamaşırından
çıkarcasına karşımıza çıkabiliyor.
Yahu densizin biri her gün, her paylaşımımın altına “Kelsin, pandasın, şişmansın.” diye
yorum yazıyor. Ben sessizce izliyorum ama 4000 kişilik arkadaş listemden, bir
Allah’ın kulu çıkıp, “Kardeşim yeter
artık. Hasta mısın sen? Her gün bu düzeysiz yorumlarını görmek zorunda mıyız?
Sence komik mi bu?” diye yazmıyor. Tam tersi mal gibi seyrediyor, hatta ‘beğen’ yapıyor!
“Gördüğüm lüzum
üzerine Face’i kapatmaya karar verdim.” diye gerekçelerini de açıklayarak
bir paylaşım yaptım en son. Doç. Dr. bayan bir hocadan (ismini yazmak
istemedim) özel mesaj geliyor: “Dikkat
çekip, daha popüler olmaya mı çalışıyorsun?”
He hocam hee. Aynen öyle. Meşhur olup, sahneye çıkacağım.
Soyunacağım. Lady Gaga olacağım he.
Yukarıda anlatmaya
çalıştığım nedenlerden dolayı, eski Face hesabımı açmayıp, başka bir Face
hesabı üzerinden yapılanmaya gideceğimden, konunun tarafınızca
değerlendirilmesini ve gereğini bilgilerinize arz ederim.
Saygı ve sevgilerimle…
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: