SİYASETİ NASIL BİLİRDİNİZ?
Yayınlanma :
07.04.2013 01:55


Zülfü Livaneli’yi sevmemin ve beğenmemin
altında sırf müziği, filmleri değil, olaylara bakışındaki benzeşmemiz de önemli
yer tutuyor sanırım.
Örneğin bir yerde, “Ben siyaseti ve siyasetçileri çok ciddi
bilgi –birikim ve donanıma sahip insanlar olarak bilirdim.” demişti.
Siyasetin içine girdiğinde bu konuda yaşadığı hayal kırıklıklarına değinmişti.
Birçok konuda olduğu gibi, bu
konuda da fikirlerimiz, algılarımız sevgili Zülfü ile aynı paralelde…
Ben de, siyasetin içinde yer almadan önce aynı şekilde düşünmekteydim. “Adam koskoca belediye başkanı olmuş,” ya da “milletvekili
yahu adam” gözüyle bakardım.
Ama elbette, Orhan Veli’nin dediği
gibi, “bu derde düşmeden önce!”
İşin içine girdiğimde
gördüğüm manzara beni hep hayal kırıklığına uğrattı. Bunun tek istisnası samimi
olarak ifade etmeliyim ki, rahmetli Büyük Başkan Piriştina oldu…
Gerisini koy ver gitsin…
Hatta öyle insanlar tanıdım ki,
üzerindeki siyasi etiketi çekip alsanız, geriye öyle bir insan kalıyor ki, iş
yok, eğitim yok, meslek yok, bilgi-birikim yok.
Yok oğlu yok yani…
Siyasette geçirilen zamanın
çoğunluğu rakı masasında, parti içi ayak kaydırmaları, hatta bunların geçmişte
yapılmış örneklerinin bir tür ‘zaman aşımından dolayı’ artık açıkça anlatıldığı
ortamlardan ibarettir…
Kimse okumaz, kimse araştırmaz,
hatta sorgulamaz. Ne kadar çok kalırsanız bu ortamlarda, o işi, mesleği, eğitimi
olmayan insanlara benzemeye başlar, daha önceden öğrendiklerininiz de unutur
hale gelirsiniz zamanla.
Zaten eğer bir
eğitiminiz varsa, o size hep ayak bağıdır siyasette. Kimse sizin bilginize,
eğitiminize bakmaz, hatta bu etrafınıza rahatsızlık verir. Ne zamanki o eğitim
ve bilginizi unutup, bir kenara bırakıp, ilk ve orta dereceli okul veya dengi
bir eğitime doğru inerseniz, işte o zaman yavaş yavaş başarı basamaklarını
tırmanmaya hazırsınız demektir siyaset yaşamında.
Siz bakmayın Dr. Doç vs unvanlarının
siyasi arenada yoğun olarak kullanımına. O unvanlar sadece siyasetin dışındaki
halkı kandırmaya yönelik etiketlerdir. Siyasetin içinde o insanları tanıyınca, “Bu insan kimi öldürüp onun yerine geçerek
bu unvanı kapmış acaba?” diye hayretle bakakalırsınız!
Yani siyasetin içinde, o unvanları,
sahiplerine monte etmeye çalışsanız, hiçbir yerlerine monte edemezsiniz. Uymaz…
Zaten o derece bilim veya sanat-kültür adamı olan bir insanın, çoğunluğu toplumun en alt
tabakasından gelen siyasetçilerle birlikte, aynı parti, aynı meclis veya aynı
grup içinde bulunabilmesi, birlikte hareket edebilmesi pratikle çelişen bir
durum olmaz mı?
Siyasette gerçek anlamda bir bilim adamına hiç rastlamadım. Zaten bu, siyasetin doğasına aykırı bir durum.
Şimdi ben bu konuyu sabaha kadar yazsam bitmez. Ancak hem çook uzun
olur, hem de kaç kişi sonuna kadar okur.
En iyisi başka konuya geçmek…
BELA NEREDEN GELİR?
Hepimizin yaşamında, çok sıradan anlarda, hiç ummadığı, beklemediği acılar
belalar olmuştur. Bazıları hemen unutulan, bazıları da epeyce bir süre
zihinleri işgal eden tuhaf ve saçma belalar.
Ankara Büyükşehir’de çalıştığımız yıllarda İzmir’e tatile gelmiştik.
Balçova’daki bizim sülaleden oluşan bir grup, araçlarla Yamanlar’daki (galiba
adı Karagöl’dü) gölün olduğu yere pikniğe gitmiştik.
O yıllarda Trabzon’daki Rus
pazarından aldığım tekli bir dürbünüm vardı. İşte o dürbün de yanımızdaydı.
Dürbün öyle güçlü bir şeydi ki, kaybettiğim birkaç yıl öncesine kadar
Özdere’den bakıp, Kuşadası’nın binalarını görebiliyordum. Adeta teleskop gibi
bir şeydi. Neyse.
İşte o dürbünü, o zamanlar
liseye giden yeğenim (şu an kendisi mimar) eline almış etrafa bakıyordu. Yaklaşık
15-20 metre
mesafede de, yine birkaç araba ile oraya gelmiş, başka kalabalık bir grup aile
vardı. Onların da bizim gibi Güneydoğu’dan, ama ‘daha da Güneydoğu’dan, yani
adeta Güneydoğu’nun merkezinden (!) geldiğini söylemem gerek yok sanırım!
İşte o aileden bir
delikanlı ayağa kalkarak “Sen bizim kızlarımıza
bakıyorsun dürbünle” diye bir çıkışta bulundu.
Hani olur ya, duyarız bazen,
aptalca bir konu yüzünden kan gövdeyi götürür. İşte öyle bir olaydan zor döndük
adeta…
Kimseye bir şey olmadı ama günümüz ve pikniğimiz zehir oldu…
Aynı şey bazen trafikte
başımıza gelir. Öyle ani tersleşmeler olur ki, hiç tanımadığın bir insanı
öldürüp, ya da onun tarafından öldürülüp, ya mezara ya da hapse gidebilirsin!
Bir gün Balçova Kipa’nın
bitişiğindeki açık otoparktan çıktım, Mithatpaşa’ya çıkıp, oradan da Termal
Tesislerine doğru döneceğim. Baktım yol müsait. Tam çıktım yola, en az 150-200 metre geriden gelen
bir araç, selektör, klakson, içindekiler bağırıyor, yumruk sallıyor… Acaba
kamera şakası mı diye etrafa bakıyorum.
Hala anlamış değilim neden öyle
yaptıklarını. Bela işte…
31 Mart 2013 gecesi saat 23:34’te evde tv izliyorum. Telefonuma bir
mesaj geldi.
-“Slm” yazıyor sadece. Baktım,
bende kayıtlı bir numara değil.
Numarası 0 535 9742002.
“Acaba rehberden sildiğim
birinden mi? Yoksa yeni bir numara almış biri mi? Yanlış yollamış biri mi? Dur
bakalım, belki devam eder.” diye düşünüp bıraktım telefonu. Sonra da öyle
unutmuşum.
Mesajları kurcalarken, 4 Nisan
günü yeniden gördüm mesajı.
-“Slm. Kimsiniz?” diye mesaj gönderdim.
-“As. Sen kimsin” şeklinde yanıt geldi.
-“Bana 31 Mart gecesi 23:34 de “Slm” diye msj atmışsınız…” yazdım.
-“Arkadaş benimle dalgam geçyon” diye yanıt geldi. Belli ki adam geç anlıyor.
Nevrim döndü, numarayı aradım. Hangi dilden anlıyorsa, o dilden izah etmem lazım
ki, konu kapansın.
Aradım, çağrımı reddetti.
Akabinde,
-“Kimsin lan beni aryon” diye msj attı. Yanıt vermedim.
-“Aloooo ordamısın” diye tekrar
msj attı. Adam telefonu açmıyor ama vaz geçmiyor da yani…
O an düşündüm: Savcılığa mı gitmeli, hiç oralı olmamalı mı? Ne yapmalı?
Sonra aklıma geldi.
-“Gazeteye yazınca okursun kim
olduğumu.” diye msj attım.
-“Ne ne ne anlamadım” diye
yazdı.
Sonra gece yine tam 23:54’te
-“Şev baş” diye yazdı. Ne demekse! Yanıt vermedim.
Az önce, yani 6 Nisan 23:10 da yine
-“Slm” diye mesaj geldi.
Bunu yazmazdım ama düşündüm:
“Mademki yazacağım dedim, yazmalıyım. Yoksa söylediğini yapamayan şeref engelli
adamlardan ne farkım kalır.
Eğer söyleyip de yapmadığım
şeyler olduğunu düşüneniniz varsa, bilin ki, sadece zamanını bekliyorumdur.
Unutmak veya vazgeçmek söz konusu değil.
Peki siz olsanız bu konuda
nasıl davranırdınız?
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: