Acaba başkaları bizi nasıl görüyor?
Yayınlanma :
13.10.2012 23:34


-“Başkanım tanıştırayım.
Bu bizim partilimiz Hüseyin Rıza.”
-“Hüseyin abi benim 25 yıllık arkadaşım.” Hem
Hüseyin abi, hem de sen öylece bakakalırsın.
Bir vatandaş yürürken
yolunu keser:
-“Başkanım bizim sokak
kazıldı, aylardır böylece duruyor.”
-“Şimdi ben de meclis
üyemle o konuyu konuşuyordum. Bak, sor
istersen. (meclis üyesini göstererek) Çözeceğiz çok yakında.” Meclis üyesi de
vatandaş da öylece bakakalır.
- “Vay canınaa.”
Dışarıdan nasıl
göründüğümü hep merak etmişimdir. Elbette konu fiziki değil anlayacağınız gibi.
Çünkü fiziksel görüntüyü zaten aynaya bakarak görmek olanaklı:
İyice beyazlamış birkaç tel saç, bir göbek, psikolojiye göre kesilen
veya bırakılan sakal, her yıl biraz daha numarası büyüyen gözlük ve “vay bee,
elli yaş olduk haa. İnanmıyorum arkadaş, bir yanlışlık olmalı.” dedirten bir
psikoloji. Bunları zaten görüyoruz da, ya gerisi?
Bu sakal konusuna da değinmenin zamanı geldi
aslında.
Sakalı, ilk olarak beş yıl
önce filan bıraktım. Bunun sebebi, bir plancı olarak, tepede azalan ‘ağaçlık ve
yeşil alanları (!) bir şekilde daha aşağıda sakal ile telafi etmek, böylece cm
kareye düşen kıl standartlarını bir şekilde yakalamaktı. Ancak o zamanlar henüz
ünlü (!) bir köşe yazarı olmadığım için, kimsenin pek dikkatini çekmedi bu
durum. Ne zamanki birazcık ünlenmeye başladım, herkes “Vaay, köşe yazarım, entel sakalı haa?” demeye başladılar. Ben de
mecburen, bunu her söyleyene “sakalın
çok daha önce bırakıldığını, sadece ‘kimse elinden tutmadığı’ için daha önce meşhur
olamadığını, köşe yazarlığının yan etkisi olarak popüler hale geldiğini”
açıklamaya çalışıyorum. “Çünkü neden?”. Ben yazıp çizerken, uğraşıp didinirken,
benim yerime sakalın meşhur olmasına, bütün ilgiyi toplamasına gıcık oluyorum
açıkçası.( ‘Sakalını Kıskanan Adam’ adlı bir öykü yazmalıyım)
Yeri gelmişken; hemen hemen istisnasız ‘herkes’ “sakal sana yakışıyor”
derken, kendi eşimin “İğrenç duruyor. Kıçı başı oynayan adamlara benzetiyor
seni.” demesindeki sırrı çözebilmiş değilim. Siz olsanız nasıl yorumlarsınız bu
durumu?
Konumuza dönelim.
İnsan yaşadıkça ve gördükçe evrilir, törpülenir, olgunlaşır diye
düşünüyorum. Dışarıdan nasıl göründüğümüzü bilememekle birlikte, dışarıda
gördüğümüz insanlara bakarak, en azından kendimize çeki-düzen vermeye çalışıyoruz
sanırım yaşam boyu…
Bir dostumuz vardı bir zamanlar.
Neredeyse dakikada birkaç kere “Hay yaşa. Hay ağzını öpeyim. Sen benden çok
yaşayacaksın” derdi. Ve olasıdır ki, adam bu sözcükleri, bu kadar sık
kullandığının farkında bile değildi. Ne diyeceksiniz? “Abi bu sözcükleri komik
derecede sık kullanıyorsun” mu diyeceksiniz. O adam yüzünden, yıllardır “hay
yaşa” sözünü atamadım dilimden!
Bir başkası “aslanım” ve
de “özverili olmak lazım” sözlerini kullanırdı olur olmaz her cümlede! On
dakikalık bir sohbette bile bu iki söz mutlaka geçerdi!
Geçenlerde tanıştığım birinin de,
her cümleden sonra “çünkü neden?” diye
sorarak, konunun sebebini anlattığını fark ettim. Yarım saatlik bir sohbette
onlarca kez “çünkü neden?” sözlerinin geçtiğini düşünebiliyor musunuz? En
sonunda o ‘tik’ sizde de yerleşmeye başlıyor ve adam daha cümlesini bitirirken,
o daha demeden siz hemen “Şimdi çünkü neden diyecek!” diyorsunuz içinizden.
Dedim ya, insan etrafına baktıkça,
kendisine çeki-düzen vermek zorunda hissediyor hep. Belki de ‘tecrübe’ denen
şeyin özü budur.
Bazen cimri bir insanla
oturursunuz bir yere. Onun bir çay parası ödememek için çevirdiği dolapları görünce,
cimri insandan nefret edersiniz, öyle olmamaya büyük özen gösterirsiniz.
Aynı şekilde kendisini
metheden insanı görürsünüz, o sizi öyle rahatsız etmeye başlar ki, artık
attığınız herhangi bir adımda, söylediğiniz her sözde “Acaba kendimi
methettiğim düşünülür mü?” endişesi yaşarsınız. Hani biri sorsa, “Yahu ne
yapıyorsun bütün gün evde?” diye, “Roman yazmaya çalıştığımı söylesem, hava
atıyor muşum gibi anlaşılır mı acaba?” endişesi oluşur içinizde.
Elbette bir insanın kendini methetmesi,
o insanın kendisini iyi hissetmesi babında bir yere kadar anlaşılabilir ve
‘katlanılabilir’ bir durumdur. Ancak bu, makul seviyeyi aştığı anda
karşısındaki insanlarda antipati yaratmaya başlar.
Antipati yaratan şeylerin
bir özelliği de, süreç içerisinde o antipatinin daha da radikalleşmesidir. Ben
bu durumu, Avrupa’ya giderken ılımlı İslam olduğu halde, orada gördüğü
ilişkiler ve sosyal çevreden dolayı ‘aşırı dinci’ olan Anadolu insanının
durumuna benzetiyorum. Bir etki-tepki meselesi yani.
Örneğin, ülke adeta kan
gölüne dönmüşken, bir iç ve dış savaşın eşiğine gelinmişken, hiçbir şey yokmuş
gibi davranan, çok da sevmediğim Fatih Terim bile “Futbol konuşulacak gün mü
bugün?” derken, bütün gün futbol konuşan, maç tweetleri atan insanlar size de
antipatik gelmiyor mu? Belki de sırf bu yüzden, ben artık futbol maçı izlemez
oldum.
Orhan Kemal’in eseri olan
Bekçi Murtaza filminin sanıyorum izlemeyeniniz yoktur. Müjdat Gezen oynamıştı Murtaza’yı ve
‘kofti’ bir bekçiliği bile abartarak, adeta dünyanın merkezine yerleştiren bir
adamın hikâyesini anlatıyordu. Hepimiz yaşamımız boyunca böyle insanlarla
karşılaşırız. Bu tip insanda sanki dünyayı kurtarıyormuş ve eğer o olmasa,
yapılan o işi başkası yapamazmış, o boşluk doldurulamazmış gibi bir hava
içerisindedirler. Ve ne yazık ki, o işi yaparken ‘bir şeydirler’ sadece. Oysa o
iş yapılmasa dünya yıkılmayacağı gibi, hiç kimse de yeri doldurulamaz değildir.
Bu tip insanlar da ben de işini fazla önemli ve ciddi göstermeme refleksi
oluşturur. İşini iyi bilmek, iyi yapmak elbette önemlidir. Ancak bunu Bekçi
Murtaza ölçülerinde yaparak, komik olmamak,
aptal görünmemekte önemlidir.
Bazen 70 yaşına gelmiş adamlar
görürsünüz. Türk aile yapısında, o yaştaki insan çoğu zaman sakal bırakan, beş
vakit camiye giden adamdır. Benim baba figürüm budur örneğin. Ancak o yaşa
gelmiş, ayağında kot pantolon, üstünde montla gezen, saçlarını şekilden şekile
sokan insanlar bana ‘hafif’ gelir. Keza
aynı durum kadınlar için de geçerlidir. Ama nazik olmak adına o konuya
girmeyeceğim. Yoksa aslında anlatılacak çook şey var. Yani her yaşın gereğini
yapmak, vücudun birçok bölgesinde bulunan kıllar ‘açık renge’ dönüşmüşken, “Ben
kendimi genç hissediyorum, hayat doluyum, beni kimse yargılayamaz.” tarzı
yaklaşımlar da komik olabiliyor çoğu zaman.
Sigara içen insanlar
görürsünüz. Bazen sabahın köründe, bazen gecenin karanlığında, uyuşturucu bağımlısı gibi
çekerler içlerine. Bu dışarıdan bakıldığında o kadar ‘iç burkan’ bir manzaradır
ki, “acaba ben de mi böyleydim sigara içerken?” diye düşünmekten kendinizi
alamazsınız.
Ya alkol?! Uzayıp giden sohbetler,
bir türlü kalkılamayan maslar, içtikçe agresifleşen, bazen masada gerginleşmeye
başlayan insanlar…
“İyi ki bırakmışım
içkiyi.” dedirtiyor bu manzaralar insana…
Yazının başında konuşulan
diyalogların müsebbibi, bunu yaparken, kuvvetle muhtemeldir ki, o anı
kurtarmaya yönelik bir zekâ oyunu olarak görüyor yaptığını ve çıkarına
kullanmaya çalışıyor o durumu. Peki, anlık, küçücük konuyu lehine çevirdiğini
sanırken, içine düştüğü durum ne olacak?
“Peki ama, acaba ben nasıl görünüyorum
dışarıdan?” sorusu, sizi mutsuz, söylediği her sözü ölçüp tartan, derken içine
kapanmaya başlayan, dolayısıyla yalnızlığa mahkûm eden bir konuma getirebilir.
En azından bazen beni böyle hissettiriyor. O nedenle belki de her şeyi ince
eleyip sık dokumamak, görmezden ya da duymazdan gelmek de gerekli.
“Hayat, başı ve sonu
olan, kısacık bir ortadır.” demişti yıllar önce Metin Üstündağ. Bu ‘kısacık
ortayı’ nasıl geçireceğinize sizden başka kim karar verebilir?
Şu bir gerçek ki, hepimiz
ölümlüyüz. Ve kısa da yaşasak-uzunda, neşeli de yaşasak-hüzünlü de, bir gün
öleceğiz ve son nefesimizi verirken, “Vay bee. Amma da uzun, güzel ve doğru
yaşadım.” demeyeceğiz bence.
O halde, belki de nasıl göründüğümüzün de
bir anlamı yoktur?
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: