

olan Türkiye, çok önemli bir sorununu çözmek için çaba sarf ediyor. Sadece son
otuz yıl değil, 1800’lerin başından bu yana çokça sayıda yaşanmış olan Kürtçü
isyanlar, gerek Osmanlı’da ve gerekse de Türkiye’de genellikle kanla
bastırmıştır.
Cumhuriyet tarihinde son Kürt isyanı 1938 Dersim
isyanıdır. Kimi yazarlar Dersim’i bir isyan olarak kabul etmemekte, bölgesel
bir otorite tanımamazlık olarak görmektedir. Bu yazarlar son isyanı 1930 Ağrı
isyanı olarak kabul etmektedir.
Nasıl kabul edilirse
edilsin, 1938’de Dersim’de yaşananlardan
sonra 1978 yılına kadar Kürtler herhangi bir isyan çıkarmamışlardır. Bu
süre içinde Ulus Devlet düşüncesiyle tüm farklılıkları tek bir potada eritme adına
Kürtler katı bir asimilasyona tabi tutulmuşlardır.
Bu kapsamda İskan Yasası
ve Şark Islahat Planı ile zorunlu iskana tabi tutulan Kürtler, doğudan batıya
göç ettirilmiş, Kürt kültürel yapısı tanınmamış, Kürtçe konuşmak yasaklanmış ve
hatta cezalandırılmış, yatılı bölge okullarında Kürt çocuklarına Türlük
aşılanmış ve “Kendini Kürt sanan
insanlara aslında Türk oldukları” hatırlatılmıştır.
Bu süre zarfında “aslında Kürt diye bir şey yoktur” denilmiş,
Kürtler dağlarda yaşayan insanlardır, dağda yürürken “kart kurt” diye ses geldiği için bu insanlara Kürt denilmiştir,
gibi yaklaşımlar sergilenmiştir. Aslında bu insanlar “Dağ Türkleridir” veya “Yayla
Türkleridir” bile denilmiştir. Hatta, Kürtlerin sömürge yöntemi ile
yönetilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
Türkler ve Kürtler, Milli Mücadelede ve öncesinde
İslam kardeşliği çatısı altında birlik ve beraberlik ile cephede aynı saflarda
savaşmıştır. Akabinde kurucu meclis tarafından hazırlanan 1921 Teşkilatı
Esasiye’si (Anayasası) farklılıklara saygılı bir devlet yönetimini öngörmüştür.
1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu, “Türk Devleti”nden
değil, “Türkiye Devleti”nden bahsetmektedir (madde 3, 10). Keza, Cumhuriyeti ilan
eden 29 Ekim 1923 tarih ve 364 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu değiştiren
Kanun da “Türkler”den değil, “Türkiye”den bahsetmektedir. Aynı şekilde, Osmanlı
Saltanatını kaldıran 30 Ekim 1922 tarihli Meclis Kararında da “Türkiye Hükümeti”nden
bahsedilmektedir. Dahası Hilâfet ile Saltanatı birbirinden ayıran 2 Kasım 1922
tarih ve 308 sayılı Meclis Kararında “Türkiye halkı”ndan bahsedilmektedir.
Yani, bugün anayasada Türkiyelilik esasının temel alınması fikri yeni
değildir. Cumhuriyetin temelindeki kurucu iradede de bu vardır. Ancak, Kurtuluş Savaşı bittikten sonra 1924
Anayasası ile “Türkiye Halkı”ndan “Türk Halkı”na dönülmüş ve Ulus Devletin inşa
süreci başlamıştır. Gittikçe radikalleşen bu süreç 1961 Anayasası ve 1982
Anayasası ile zirveye ulaşmıştır.
Uluslaşma sürecinde dağa
taşa “Ne mutlu Türküm diyene!”
yazılmış, “Türk, Öğün, Çalış, Güven”, “Türküm,
Doğruyum, Çalışkanım” ve benzeri ezberler bilinçaltına işlenmiştir.
Siyasiler tarafından sıkça tekrarlanan “Tek
Millet, Tek Bayrak, Tek Devlet” sözü 1930’ların milliyetçi akımlarının bir
üretimidir.
Bence sorun, insanın Türk olması veya Kürt olması
veya bir başka ırktan olması sorunu değildir. Sorun farklılıkların,
aynılaştırılması sorunudur. Doğarken ırkını seçme hakkını elinde bulunduramayan
bir insanın, farklı bir ırktan olması sebebiyle müeyyidelere çarptırılması
insan haklarına aykırıdır.
Hiçbir ırk birbirine üstün gelemez. Almanın disiplini, İngilizin siyasi ve idari
zekası, Yahudinin ticari zekasını, Hintlinin sayısal zekası, Türkün askerlik
yanını düşündüğümüzde aslında her ırkın bir başka üstün özelliği olduğunu
söyleyebiliriz.
Bu nedenlerle, bu zamana
kadar aynılaştırılmaya çalışılan Kürtlerin yerine kendinizi koyarak empati
yaptığınızda, mevcut yapıdan Türkler de memnun olmayacaklardır.
Kürtlerin, Türkiye’de “bir Türk olmak şartıyla”
aynı Türkler gibi haklara sahip olması, ticaret yapması, siyasette önemli
yerlere gelmesi gibi durumları düşünerek “aslında Türkler ve Kürtler eşittir”
demek, madalyonun diğer yüzünü görememektir. Olaya bu açıdan bakınca Kürt isyanlarının neden bitmediğini açıklamak
mümkün değildir.
1921 Teşkilatı
Esasiye’sinde yerel özerlikten
bahsedildiğini, ancak bugün bunun tartışılamadığını görmekteyiz (madde 11).
Bu bilgiler ışığında, mevcut sorunun çözümü amacıyla
başlatılmış olan Barış Sürecini son derece doğru buluyorum. Konunun hassas
olması sebebiyle detaylarının belirlenmemiş olmasını da doğru buluyorum. Bu
detayların gerek basında, gerek “Akil İnsanlar” yolu ile tartışılmasını da
doğru buluyorum. Konunun detaylarının meclisçe belirlenmesi gerektiğini
düşünüyorum. Bu nedenle, radikal uçlardan çok ümitkar olmamakla beraber
merkezdeki AKP ve CHP’nin bu sürecin içinde aktif olarak görev almasını umut
ediyorum.
Sürece muhalif kalanların, sorunun alternatif çözüm
yollarını gösterememesini siyasi rant olarak görüyorum.
Özetle, sorun bir parti sorunu değildir. Sorun bir
devlet sorunudur. Bu devlet sorununun çözümü hakkında ilk defa bu denli
tartışma ortamı sağlanmışken, aydınlık Türkiye geleceğinin bu ortamda
sağlanması gerektiğini düşünüyorum.
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: