YOLSUZLUK GENEL AFLA ÖRTÜLECEK
Yayınlanma :
03.08.2014 23:39


AK Parti’nin kurucuları arasında yer alan, 2008 yılına kadar
partinin MYK üyeliği, parti sözcülüğü ve genel başkan vekilliği görevlerinde
bulunan Dengir Mir Mehmet Fırat, aynı yıl bu görevlerinden ayrılmayı tercih
etti. Önceki hafta ise parti üyeliğinden de istifa eden Fırat, “Erdoğan’ın Kürt
sorununu çözemeyeceğini gördüm” diyor.
*Neden böyle bir
süreçte AK Parti’den istifa etme gereği duydunuz?
2008’in herhalde Kasım ayıydı. Merkez Yönetim Kurulu’ndaki
genel başkanlıktan, Siyasi ve Hukuk İşler Başkanlığı’ndan, parti sözcülüğünden
ve MKYK üyeliğinden istifa ettim. Partide bulunduğum süreçte, karar
mekanizmalarında konuşulanların dışarıda konuşulmasını etik bulmuyorum. Parti
üyeliği de parti kurallarına uyma mecburiyeti getirir. Şimdi ise insanların
kendilerine sakladıklarını, halkla paylaşmaları gerektiği kanısına vardım. Bu
nedenle partiden ayrıldım.
Anayasalar bir yerde toplumsal kontrattır. Siyasi partilerde
bu kontrat, tüzük ve programlardır. Anayasayı ihlal etmek, Türk Ceza Kanunu’nda
nasıl suç ise siyasi parti olarak da kendi tüzüğünüzü ve programınızı ihlal
ettiğiniz zaman, üyelerinizle yaptığınız mutabakat da ortadan kalkmış olur.
*Bu ihlal ne zaman
başladı?
Sanırım 2008 sonrasında başladı.
*Örnekleri
sıralarsak?
İlk yıllarda Sayın Başbakan, “Bürokratik devletten,
demokratik devlete geçeceğiz” demiştir. Bu süreci aşabilmenin kolay bir yöntemi
yoktu. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde birçok tehdit aldı. Yeni
bir anayasa çalışması yapıldığında, AB’ye tam üyelik için imzalara atıldığında,
bunlardan vazgeçilmesi için bunlardan vazgeçmesi talepleri iletildi. Bu olmadığı
takdirde, partinin kapatılacağı söylendi bize.
EMNİYETİN
İSTİHBARATINI BİZ GÜÇLENDİRDİK
*Askerler tarafından
mı?
Askerlerdi; ama bugünkü bir bakanımız tarafından bize
iletilmişti. Bunu Başbakan’a götürdüm. “Böyle saçmalık mı olur? Bizi niye
kapatsınlar?” dedi. Aynı kararlılıkla devam ettik; ama çok kısa süre sonra
kapatma davası geldi. Kuyruğu zor kurtardık! Bir mücadele gerekiyordu ve bunu
hukuk içinde yapabilmek pek mümkün değildi. Çünkü karşınızdaki, hukuki bir
yapılanma değildi. Bir altyapı hazırlanmaya başladı.
*Nasıl bir altyapı?
Polis istihbarat biriminin güçlendirilmesi… MİT o gün
askerin denetimi altındaydı. Sivil iktidarla hiçbir ilişkisi yoktu. Emniyet
içinde bir istihbarat örgütünün hem hukuken, hem personel olarak
güçlendirilmesi hedeflendi. O mekanizmanın aynı ideolojiyi, aynı inancı
paylaşan insanlardan oluşmasının doğru olmadığı kanısındaydım. Sayın
Başbakan’a, bunun yarın komplikasyonlar yaratacağını söylediğimde, “Kıblemizin
aynı olduğu insanlardan bize zarar gelmez” demişti. O gün destek verilen
kişilerle, bugün düşmanlık seviyesinde, hukuk dışı bir mücadele içine
giriliyor. Bu insanları atayan, Başbakan’ın ifade ettiği gibi, Pennsylvania
değil! Üçlü kararnameyle yapılan o atamalarda İçişleri Bakanı, Başbakan ve
Cumhurbaşkanı’nın imzaları var.
Artı, Ceza Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, bilinçli
olarak, hukukun dışında teknik takip, ortam dinlemesi gibi imkânlar
verilmiştir. Buna da karşı çıktım. Topluma ve bize zarar vereceğini söyledim.
Ama dinletemedim. Türkiye öyle bir hal aldı ki, sokaktaki ayakkabı boyacısı
bile devletin kendisini dinlediği korkusuna kapıldı. Büyük Birader’in (Big
Brother) sizi dinlediği korkusu var ise o korku yeter!
HATIRATLAR YETER DİNLEMEYE
GEREK YOK!
*Büyük Birader’den
kastınız, Hizmet Hareketi mi?
İkisi de masum değil aslında. Cemaat’e mensup polisler,
Emniyet’in önemli birimlerinde bir hâkimiyet sağladılar, bu doğru. Ama oraya
yerleştiren, üçlü kararname; Pennsylvania değil. Kanunlar da Pennsylvania’da
değil, Meclis’te çıkarılır. Çünkü orada hukukun ihlal edilerek,
denetlenemeyecek yetkilerin verilmesi, Meclis’ten geçti. Belki ben de oy
vermişimdir, bilmiyorum! Ama o zaman bunun yanlış olduğunu ifade ettim.
*Buna itiraz
ettiğiniz süreçte, Ergenekon davası başlamış mıydı?
Hayır, daha başlamamıştı. Ben, Ergenekon sanıklarının masum
olmadıkları kanısındayım.
*İtiraz ettiğiniz bu
dinlemelerin, Ergenekon Terör Örgütü’nün önemli ölçüde çökertilmesinde ciddi
payı var…
Kesinlikle! Ama dosyalar öyle hale getirildi ki, suçundan
şüphe edilmeyen bazı insanlar dahi masum olduklarını ifade ediyorlar ve toplum
buna inanmaya başladı. Çünkü torbanın içine suçluyla, suçsuz olanlar da kondu.
Öylesine karıştırıldı ki, beş-altı ayda gerekçeli karar yazılamayacak noktaya
gelindi. Bir yüzbaşının, askeri hiyerarşide, bir generalin talimatına aykırı
olarak, bir toplantıya katılmaması mümkün mü? Kaldı ki bunları fazla dinlemeye
falan da lüzum yok! Bu komutanlar o kadar büyük özgüven içinde ki, emekliye
ayrıldıktan sonra hatıratlarını yazmışlardır. Başka bir delil aramaya lüzum
yoktur. Başka dinlemeye falan gerek yoktur!
*Her asker, Özden
Örnek gibi hatırat yazmıyor…
E çoğu yazmıştır. Asıl suçlular da bana göre onlardır. Mühim
olan, ceza vermek değildir. Ceza Hukuku’nun gayesi de şudur: Eğer bir suç
işlerseniz, ne zaman olursa olsun, devletin neresinde bulunursanız bulunun,
hesabı sizden sorulur. Mühim olan bu algıyı yaratabilmektir. Yargılamayı
genişlettiğiniz takdirde, sonunu bulamazsınız. Ha, Ergenekon Davası, bütün
çıplaklığıyla ortaya konmuş mudur, hayır! Böylesine devasa bir organizasyon,
sadece askerden ibaret olamaz. Bunun medya, finans, istihbarat ayağı vardır.
BİR PARALEL ÖRGÜT
VARSA, O DA ERGENEKON
*Dinlemeler ve teknik
takip olmadan bu ayakları nasıl ortaya çıkaracaksınız?
Teknik takip tamam; ama teknik takip yaparken… Ben müfettiş
raporlarını da okudum. Sahte isimle bir dinleme yapıyorsanız, o davayla da
hiçbir ilgisi yoksa orada iyi niyet aranmaz. Burada yasanın suiistimalinden
bahsedilir. Dinleme hiç şüphesiz gerekir. Özellikle suç örgütlerinin ortaya
çıkarılması için devlet memurlarına bu yetkiler verilmiştir. Devletin buradaki
noksanı, denetleme görevinin yerine getirilmemesidir. Devlet, bütün örgütlerini
denetlemek zorundadır. Bir genel başkanın özel hayatını deşifre ederseniz, bu
gayriahlakidir.
*17 Aralık’a da böyle
mi bakıyorsunuz?
Hayır, başka türlü bakıyorum. Polisin de çok iyi niyetli
olduğunu zannetmiyorum, ama polis bir yolsuzluğun üzerine gitmiştir. Bu
yolsuzluğu, belgeleriyle ortaya dökmüştür. Operasyon, 17 Aralık’la kalsaydı,
belki çok fazla ses çıkmayacaktı. Ama haddini aşacak şekilde, Başbakan’ın
kendisine ve çocuklarına yönelmiştir. Bana göre 25 Aralık Operasyonu’yla bir
savaş başlamıştır. Sayın Başbakan’ın, ‘paralel yapı’ diyerek, meydanlarda
dolaşması doğru mudur? Ben doğru bulmuyorum. Türkiye’de paralel bir örgüt
varsa, o da Ergenekon’du. Dün, düşmanı olarak savcılığına soyunduğunuz bir işin
bugün avukatlığını yapmanızın izahını bulamıyorum!
HUKUKTA BÖYLE BİR
YARGILAMA OLAMAZ
*Savaşın 25 Aralık’ta
başladığını söylediniz; ancak Cemaat’e, 13 Aralık’ta, 17 Aralık’tan 4 gün önce
‘terör örgütü’ soruşturması başlatıldığı ortaya çıktı…
Hocaefendi’ye, ‘terör örgütü lideri’ derseniz, ben ancak
gülerim! Cemaat üyesi değilim. Hiçbir cemaate de çok fazla bir sempatim olmadı.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili olarak iki defa kendisini
ziyaret ettim. Dünyanın birçok yerindeki okulları gezdim. ODTÜ mezunu gençlerin
200 dolar maaşla çalıştığını gördüm. Böyle bir genç kitle yaratmak, büyük bir
olaydır. Dışişleri’nin bu okullara müdahale etme çabasını kınıyorum. İyiye müdahale
etmemek lazım. Ama kötü bir şey var ise “Benim günahım ne kadardır?” diye
düşünmek lazım. Benim üzüldüğüm nokta, Cemaat’e mensup denilen o ekibin,
özellikle darbe taraftarı olan kişilere karşı maşa olarak kullanılmasıdır.
Onların suçu var ise -ki bazı noktalarda olduğu kanısındayım, hukukun içinde
kalınarak, delillendirilerek hesabı sorulur. Zulmederek değil!
Emniyet mensuplarına yapılan uygulama, baştan sona yanlış.
Sorgu hâkimi karşısına çıkarılıyorsunuz; tutuklama yetkisi var, tutukluyor;
itiraz ediyorsunuz, yine aynı yere gidiyor. Hukukta böyle bir şey olmaz! Daha
üst bir mahkemeye gitmesi lazım. Bir yandan oraya giden milletvekillerini etki
etmekle suçluyorsunuz, bir yandan da “Ey hâkim, ey savcı neredesin?”
diyorsunuz. Senin görevin Başbakanlık! Siyaset böyle yürümez. Bu ülke bir yerde
duvara toslayacak.
KÜRTLER’E
YAKLAŞIMINDAN DOLAYI İSTİFA ETTİM
*2011’de Neşe Düzel’e
verdiğiniz röportajda, “Her şeyi en doğru ben biliyorum, her şey benim
söylediğim yönde halledilir gibi bir düşünceye saplanabilir. Dolayısıyla
ustalık dönemi, Sayın Başbakan için aynı zamanda kritik bir dönemdir” dediniz.
Bunu nasıl öngördünüz?
Bulunduğunuz mevki, bir insanın iki dudağı arasındaysa, o
makamı bırakmak çok kolay değildir. İnsanlar, koltuklarından aldığı gücü,
kişiliklerinden almadığı için karşısındakine bin defa, “Siz haklısınız”
dediğinde, o da “Benim yanılma payım yok” der. Bir çatlak ses çıkarsa, “Ha, bak
bunun niyeti kötü” der, onu tasfiye eder.
*Size de böyle mi
yapıldı?
Ben kendim ayrıldım. Bir MYK toplantısında tek bir gündemi
konuşmamız gerektiğini söyledim. Önümüzde 2009 Yerel Seçimleri vardı. 2007
Seçimlerindeki başarımızın, bazı tedbirler almazsak, 2009 Seçimlerinde
gerçekleşmeyeceğini söyledim. Bunlardan birisi de Kürt problemiydi. Özel
talepleri karşılamadığımız ya da gıdım gıdım verdiğimiz takdirde, buna PKK’nın
sahip çıkacağını söyledim.
*Ne tür taleplerdi
onlar?
Kürtçe üstündeki yasağın kaldırılması, Kürtçenin
geliştirilmesi için üniversitelerde enstitüler kurması, devletin bir radyo-TV
yayını yapması, azınlık dillerindeki yayınlara devletin reklam desteği yapması,
seçmeli ders olarak Kürtçe’nin okutulması, halk eğitim merkezlerinde azınlık dilleri
eğitimi verilmesi…
*Başbakan nasıl bir
karşılık verdi?
Birincisi, “Kürtler’in bir devleti mi var ki, dili olsun?”
dedi. İkincisi, “Ben bütün Anadolu’yu gezdim. Kimsenin benden, Kürtçeyle ilgili
bir talebi olmadı. Bunu nereden çıkarıyorsunuz?” dedi. Cevap vermek zorunda
kaldım. “Dünyada şu anda 150’ye yakın devlet var. Ama 3 bine yakın dil var.
Demek ki ikisi ayrı. İkincisi, Kürtler’in devleti de var” dedim. “O, nerede?”
diye sordu. “Türkiye Cumhuriyeti. Siz de onların başbakanısınız. Kürtler’in de
oylarını alıyorsunuz” dedim. En sonunda da “Demokrasilerde, özgürlükler, birey
sayısına göre verilemez. Bir kişinin dahi özgürlük hakkı varsa, verilir. Kimse
talep etmediyse, ben talep ediyorum. Bana ve çocuklarıma Kürtçe öğrenme imkânı
sağlayınız” dedim.
*Tepkisi ne oldu?
Odasına geçti, arkasından ben de odasına geçtim. “Müsaade
ederseniz, ben Meclis’e gideceğim” dedim. O, benim ziyaret için izin istediğimi
zannetti. “Yanlış anladınız, benim asıl görevim milletvekilliği. Buraya ise siz
seçtiniz ve bu görevi yürütemeyeceğim” dedim. “Kal” ısrarına rağmen, istifamı
yazıp, aynı gün ayrıldım oradan.
*Size verdiği
cevaplardan hareketle, Erdoğan’ın, Kürt sorununu çözemeyeceğini mi düşündünüz?
Onu da düşündüm tabii; ama yalnızca o değil! Kürt sorunu
aslında bir demokrasi, eşitlik sorunu. Şırnak’taki Haso, Edirne’deki Memiş
Ağa’nın haklarını kullanmak istiyor. Bir yanda vatandaş statüsü, diğer yanda
tebaa statüsü varsa, oraya demokratik ülke demek mümkün değil. Türkiye, pistte
hızını almış, kalmaya hazırlanan bir uçağa benziyor; ama ağır yüklerinden
kurtulmadığı sürece havalanamaz. Yoksa ne Ortadoğu’da, ne Avrupa’da, ne de
ABD’de bir itibarı olur.
ORTADOĞU’DA AKAN
KANDA PAYIMIZ BÜYÜK
*Şu anki resim?
Felaket! İslam ülkelerinin liderliğine soyunduk. Fark
edemedik ki, İslam dünyası, Şii ve Sünni diye ikiye ayrılmış. Şiiliğin
liderliğini İran, Sünniliğin liderliğini Osmanlı yapmış. Yine farkına varamadık
ki, aynı ırktan, aynı dili konuşan, aynı milletten insanların 20 küsur devleti
var. Bunların müşterek tek günleri vardır: Cemal Paşa’nın Lübnan’da,150’ye
yakın Arap entelektüelini -bunlar içinde milletvekili de vardır- astırmasıdır.
O gün, bu 20 devlet için milli yastır.
*Osmanlı rüyası mı
bozdu, Türkiye’nin Araplarla olan ilişkisini?
Tabii ki! Dışişleri Bakanımızın, ‘Stratejik Derinlik’ adında
çok güzel bir kitabı var. Yatmadan okursanız, güzel rüyalar görürsünüz! Yeni
bir Osmanlıcıkla, Türkiye’nin nasıl hâkim olacağını anlatır. Ama hocanın
teorileri, araziye uymadı. Ortadoğu’da akan kanda, sınırların değişme
ihtimalinde bizim payımız çoktur! Siyasi hudutlar değişecek. Türkiye de buna
hazır olmalıdır.
*Türkiye’nin
sınırları da değişecek mi?
O kanıda değilim. Ama yanlış siyaset uyguladığınız takdirde,
ne olacağını kestiremezsiniz.
PKK’YA AF ÇIKACAK
*Bir hukukçu gözüyle,
Erdoğan’ın, 17 Aralık’a karşı, Cumhurbaşkanlık zırhını kuşanmak istediği
iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tersine, zırhı kalkıyor. Şu anda Sayın Başbakan, Anayasanın
hem milletvekilliği dokunulmazlığından, hem de Bakanlar Kurulu’nun özel
yargılama yönteminden istifade ediyor. Cumhurbaşkanlığı’nın yargılanamaması ve
sorumsuzluğu, Cumhurbaşkanlığı döneminde yaptığı işlemlerden dolayıdır. Yani
geçmişe doğru olan zırh, dokunulmazlık kalkıyor. Başbakan’ın ve bakanların
yargılanma yöntemi, ancak Soruşturma Komisyonu’nun, Meclis’in alacağı karara
bağlıdır. Enteresan olan, o dokunulmazlıkta zaman aşımı yok. 30 sene sonra da
olsa, Meclis yargılama kararı alabilir. Dört bakan da, Meclis kararıyla her
zaman yargılanabilir. Bana göre, Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra bir genel af
gelecektir. Bu genel affın gerekçesi de Ergenekon Davası olacaktır; ama asıl
istifade olacak olan da birileridir!
*PKK ve Abdullah
Öcalan?
Onlar da genel aftan istifade edecektir. Ona bakarsanız,
Öcalan’ın hiçbir suçu yok! Yemin ediyor: “Elime silah almadım”
*Verdiği talimatlar?
O talimatları verip vermediğini de ispat etmek mümkün değil
ki!
KÜRTLER’E UYGULANAN
SOYKIRIMDIR
*Devrim Sevimay’a,
2009’da verdiğinizde röportajda, “PKK bir terör örgütüdür. Bunda hiçbir şüphem
yok” demiştiniz…
Bundan hiçbir şüphem yok! PKK bir terör örgütüdür! Ama
terörü, siyasi bir enstrüman olarak kullanmıştır. Ha şimdi yapılan
müzakerelerle çatışma dönemi durmuştur.
*Gerçekten durdu mu?
Geçtiğimiz hafta içinde 3 asker şehit oldu…
Bilemiyorum. Birisi diyor ki PKK, birisi diyor ki PYD! Bu
nevi kazalar olur. Mühim olan, uzun süredir çatışma olmamasıdır.
*Erdoğan’ın Kürt
sorununu çözeceğine inanmayışınıza atfen soruyorum; silahların susması, çözüm
için yeterli mi?
Kürt sorunu ve PKK sorunu, iki farklı sorundur. PKK sorununu,
bir mutabakat sağlayıp bitirmek lazım. Ama Kürt sorunu dediğimizde, 77 milyon
insanın vebali var. Çünkü bu insanların yüzde 20’sini yok farz ediyoruz. Bu bir
genocide’dir, soykırımdır, bir dilin yok edilişidir! Siz ne kadar insana dilini
unutturmuşsanız, o kadar insanı öldürmüşsünüzdür! Bunun en güzel misali benim…
Kürtçeyi, üniversite ikinci sınıfa giderken, Dikimevi Meydanı’nda gördüğüm,
“Kürdüm diyenin yüzüne tükürün-Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel” pankartından sonra
öğrendim!
YANIMIZDA OLAN HERKES
GİTTİ
*AK Parti milletvekili olduğunuz süreçte havuzdan haberdar
mıydınız?
Haberdar olsaydım, o anda bırakır, giderdim. 12 yılda, parti
olarak belirlediğimiz hedeflerin yarısına dahi varmamışsak, “Başarılı olduk”
diyemeyiz.
*AK Parti başarısız
mı sizce?
Biz, yolsuzlukla, yasaklarla, yoksullukla mücadele sözü
verdik. Her yerde bu ‘3Y’ formülünü kullandık. 2011’den sonra bayağı şiddetli
bir bozulma yaşandı. Kişisel çıkarlar ağır bastı. Düne kadar bize hakaret
edenler, belli makamlara getirildi. İlk geldiğimizde yanımızda olan hiç kimse
ise şu anda yanımızda değil! Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Altan Kardeşler, Nuray
Mert… Bu insanlar büyük mücadele verdiler. Biz tehdit edildiğimizde korktuk;
ama bu insanlar, “Buyurun, sizi aşağıda bekliyoruz” manşeti atabildiler. Biz onlara
kötü davrandık. Haklarını nasıl ödeyeceğiz, bilmiyorum.
1.TURDA SEÇİLMESİ
FELAKET OLUR
*Cumhurbaşkanlığı
seçiminde oyunuz neden Tayyip Erdoğan’a değil de, Selahattin Demirtaş’a?
Birinci turda Tayyip Bey’e vermeyeceğim. Birinci turda
seçilmezse, belki toparlanmak için bir düşünme payı olabilir, o süreç.
*Birinci turda
seçilemezse, öfkesinin daha da kabarma ihtimali de var?
Ömer Hayyam’ın bir rubaisi vardır: “Celladına âşık olmuşsa
bir millet-İster ezan, ister çan dinlet-İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet-Müstehaktır
her türlü zillet…” Birinci turda, yüzde 50’nin üstünde bir oyla seçildiği
takdirde, otoriterleşme daha da artacaktır. O zaman bir felaket olur, Türkiye
için.
RÖPORTAJ / FATİH VURAL - BUGÜN GAZETESİ
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: