Aslında söz konusu düşünce kalıbı daha önce de ortaya çıkmış. Birleşik Metal İş üyesi Bekaert işçilerinin 13 Aralık 2022’de başlayan grevinde de Erdoğan, grevi “milli güvenliği bozucu nitelik” gerekçesiyle erteleme kararı vermiş.
Gerçi Bekaert çalışanları bu yasa ve anayasa dışı kararı dinlememiş ve 18 günlük bir grevi gerçekleştirerek istedikleri sonuca ulaşmışlar. Ama burada vurgulamak istediğim şey, çalışanların grev hakkının “milli güvenliği bozucu” olarak görülmesi.
Kamu çalışanlarının, yeterince iyi olup olmadığı daha bilinmeyen bir anlaşmayla sonuçlanan ücret pazarlığının başında da Eti Maden ve Zonguldak Maden çalışanlarının 1 ve 2 Ağustos’da başlatmayı kararlaştırdıkları grev kararları da alelacele ertelendi. Gerekçe aynıydı: “Milli güvenliği bozucu nitelikte”(!)
* * *
Düşünelim; Fransa, İngiltere, Almanya, İspanya, Portekiz vb. de kapitalist ülkeler değil mi?
Son yıllarda buralarda da milyonlarca çalışan grevlere gitti, üretimi, ulaşımı durdurdu.
Bu, o ülkelerde, sermayenin kârı maksimize etme güdüsü ile çalışanların ücreti maksimize etmek güdüsü arasında kapitalist piyasanın doğal ve neredeyse 200 yıllık geçmişi olan bir rekabet eylemiydi.
Onun için hiçbirinde bir “tek adam” kararnamesiyle grevleri yasaklanmadı; hele bunların “milli güvenliği bozucu” olduğu gibi bir bahane kimsenin aklının ucundan geçmedi.
Bu, bizim kapitalistlerimiz o ülkelerin kapitalistlerinden daha uyanık olduğu için olmadı. Hattâ dünya ticaretinden aldıkları pay ve rekabet güçlerine bakınca tam tersi geçerli gibi.
Hal buyken, o ülkeler kapitalist ise biz neyiz? AKP tipi kapitalizm nasıl bir kapitalizm ki çalışanların -Türk mevzuatında bile yasal ve anayasal güvence altındaki- hak arayışları “milli güvenliği bozucu” olarak algılanabiliyor?
Bir vatandaş olarak soruyorum.
* * *
Hangisi “milli güvenliği bozucu”?
Ülkenin çalışan ve emekli vatandaşlarının, altında ezildikleri enflasyon karşısında eriyen gelirlerini yükseltebilmek için başvurmak zorunda kaldığı grev ve protesto eylemleri mi?
Yoksa dışarıdan döviz borcu alamasa rezervleri tamtakır kalan, çarkları dönmez hale gelen, yani mali ve ekonomik olarak dışarıya tam bağımlı bir ekonomik yapı mı?
AKP tipi alaturka kapitalizm, işte tam da bu ikinci sorudaki gibi.
Peki Şimşek’in fellik fellik dolaşarak kendilerinden sıcak para (TL değil döviz tabii ki) gelsin diye kıvrandığı alacaklılar kim?
Güney Kıbrıs’a adeta çöreklenen Batı Avrupa devletleri ve bunların, borç verme gibi finansal tercihlerinin onay merkezi ABD.
Onların Kıbrıs’a çökmesi bizim için “milli güvenliği bozucu” bir sonuç yaratmıyor mu?
Yaratıyor elbette. KKTC dışişleri de, örneğin 2024 Eylülünde tepkisini koyuyor. Ama bizim dışişlerimiz, “Kıbrıs Türk tarafının güvenliği hilafına atılan bu adımlar”a karşı yazılı bir kınamadan daha etkili bir yol bulamıyor.
Bu kınama, bekleneceği gibi, etkili olmamış ki, Ocak 2025’te, KKTC dışişleri, ABD’nin GKRY’ni silahlandırması konusunda bir uyarıda daha bulundu: “ABD Başkanlığı tarafından alınan bu karar sonrasında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin silahlanma yarışını adeta bir savaş hazırlığına girecekmiş gibi sürdüreceği açıktır”! (Ben koyulaştırdım)
Bu uyarı tabii ki ABD’ye değildi. Bu, Türkiye’ye bir SOS çağrısıydı adeta.
Bu çağrıya, bizim dışişleri ve savunma organlarımızdan etki üreten bir hareket gördünüz mü? (ne bileyim mesela KKTC’de, uyarı mesajı mahiyetinde bir askeri tatbikat vb. gibi)
Ekonomi yapımız ABD-AB cenahından gelecek sıcak paraya bu derece bağımlı olduğu sürece zor. Trump’ın 2019 Ekiminde Barış Pınarı harekatımıza karşı söyleminde dile getirdiği gibi, ABD’nin elinde “.. Türk ekonomisini mahvetmek..” kozu olduğu sürece zor.
ABD ve AB koalisyonuna bu kozu sunan, elbetteki ekonomimizi onların uzantısı olarak şekillendiren kendimiz; yani AKP tipi alaturka kapitalizmimiz.
* * *
Terörist SDG devletçiği de bizim için milli güvenliğimize tehdit değil mi?
Bu ayın başında, yanı başımızdaki Mümbiç ve Halep kırsalında HTŞ birliklerine saldırdı.
İçeride “Şam bizim himayemizdedir” efsanesini satan AKP iktidar zümresi, hem Şam’a yardım olarak, hem de kendi sınır güvenliğimizin gereği olarak bir müdahalede bulunabildi mi? Bulunabilir miydi?
ABD’nin İngiltere’nin AB’nin finansmanına tam bağımlı olunca olmuyor işte.
Dışişlerinin elinden gelen de yazılı olarak “kınamak”, “güçlü biçimde kınamak” oluyor. Ama bazı İsrailli bakanlar 3 Ağustos’ta Mescid-i Aksa’ya baskın düzenleyince, hakkını yemeyelim, bu kınama eşiğini bir basamak daha yükseltti; “en güçlü biçimde” kınadı(!)
GKRY üzerinden Kıbrıs’a çöken güçler arasında bu İsrail de var ve bazı İsrailli yorumcuların şu günlerde işi, “Kıbrıs Adası’nın Türklerden temizlenmesi gerektiğini” yazmaya kadar ileri gittiği söyleniyor. Bu küstahlığa cüret edebilecek kadar meydanı boş görüyor demek.
Bize, Suriye’de terör devletçiği SDG üzerinden komşu olma ihtimali olan İsrail, demek ki Kıbrıs’ta da saldırgan bir sınır komşusu.
Bizim İsrail’i acıtacak (meselâ çok konuşulan Kürecik radarını engellemek gibi) birçok pratik adım atma kapasitemiz var elbette. Ama yapamıyor iktidar.
Bakın 8 Ağustos’ta İsrail Güvenlik Kabinesi, “Gazze Şehri’nin kontrolünü ele geçirme planını onayladı”.
Türk dışişlerinin buna tepkisi de yine “en güçlü biçimde” kınamaktan öteye geçemedi.
Kendi öz kaynak yaratamayıp ABD-İngiltere-AB’den gelecek borca bağımlı olarak işleyen bu ekonomi AKP’nin “eseri”(!) Şimdi bu zaaf, dış askeri tehditlerden daha caydırıcı, elimizi kolumuzu bağlayıcı bir tehdit olarak çıkıyor karşımıza.
AKP tipi bu kapitalizmi Prof. Dr. Bilsay Kuruç hoca, gayet öz bir şekilde, 2024 Nisanında şöyle anlatmıştı: “Çetin iş. Niçin? Çünkü bu ülkenin kapitalizmi kendi üretim gücü ile ‘net’ dolar kazanamıyor. Giydiği model ülkeye daha yüksek üretim gücü vermiyor. Götürdüğü dolar, daima getirdiğinden çoktur ve böylece ülke ekonomisi hep açık verir. Şöyle diyelim: İktisatçının ‘Reel kesim’ dediği şirketler dünyası hep ‘döviz pozisyon açığı’ taşır. Ülkenin dış açığının kaynağı burada yatar. Bu açık TCMB’nin, para yönetimi için muhtaç olduğu döviz (dolar) rezervini baskı altında tutar, zorlaştırır, eritir.”
Yani?
AKP tipi alaturka kapitalizmimiz müzmin dış açık yaratıyor. Bu da, müzmin dış borç, içeride yoksullaşma, dışarıda başkasına muhtaçlık ve doğal sonucu olarak dış politikada eline yüzüne bulaşan çaresizlikler üretiyor.
Ama sanki acı bir ironi içinde yaşıyoruz gibi.
Müzmin dış borç ödemeleri, haksız dolaylı vergilerle milyonlarca işçi, çiftçi, memur, öğrenci, emeklinin omuzlarına yükleniyor. Onlar haklarını isteyince, AKP iktidar zümresinin zihninde bu “milli güvenliği bozucu” bir eylemmiş gibi yansıyabiliyor.
Ama bizi dış borca mahkum eden sosyoekonomik düzenin “milli güvenliği bozucu” etkileri, bu yapının mimarı olan AKP siyasi aklının ucundan bile geçmiyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: