Dünya 2020 yılına salgın hastalıkla girdi. Covid-19 ile tanışmayan ülke kalmadı. Ülkemizde ilk resmi açıklama 11 martta geldi. O gün bugündür gözümüz televizyon ekranlarında, kulağımız vaka sayılarında ve ölüm oranlarında.
İnsanlık 21.yüzyılda ciddi bir sınavdan geçiyor. Sistemler sorgulanıyor. Covid-19 karşısında çaresiz kalan ülke yönetimleri neden bu sorunun üstesinden gelemiyor?
Ancak mikroskopla görünebilen bir zerre dünyayı altüst etti. Bilim adamlarının yaşanması muhtemel pandemi tehlikesine dikkat çektiğini felaketle karşılaşınca öğrendik.
Dünyada 650 üniversiteden 3 binden fazla araştırmacı koronavirüs salgınının ardından demokratik toplum ve sürdürülebilir bir ekonomi için ekonomik sistemin kurallarının yeniden yazılma çağrısı yapan bir bildiriye imza attılar.
Bu çalışmanın en çarpıcı ve önemli yönlerinden biri, bildirinin tamamen bir kadın insiyatifi olarak başlaması ve kadın akademisyenler tarafından yazılmasıdır. Metnin yazarlarından biri şöyle diyor: “Bu önemli insiyatif, kadınların dünyadaki krizin yönetilmesinde ne kadar önemli bir rol oynadığını da şüpheye yer bırakmayacak şekilde gösteriyor.” Bu nedenle bildiride, “DEĞİŞİMİN ÖNCÜSÜ KADINLAR”, ayrı bir başlıkta yer almış. (Kaynak: 16.05.2020 Cumhuriyet Gazetesi)
Sistem sorgulanıyor, yeni dünya tanımlanıyor. Emeğin öğütlenmesinin ve yönetimlerde söz hakkına sahip olmasının altı çiziliyor.
Sermaye ve karlılık üzerine kurulu kapitalizmin dinamikleri, sağlık sistemine yatırım yapmamış olmanın bedelini ödüyor. İnsan, emek ve emekçiler, hangi sistem olursa olsun önem sıralamasında hak ettiği yeri almalıdır. İnsan kaynağı ve emek olmadan hiçbir şeyin başarılmasının mümkün olmadığı acı bir bedel ödenerek yaşanmakta.
Koronavirüs dünyada ve ülkemizde büyük farkındalıklar yarattı.
Yaşadığımız bu süreçte bize çok şeyi gösterdi ve en önemlisi soru sormaya başladık.
Merkez bankasının “kötü gün” akçesinin hazineye devredilmiş olmasının sıkıntısı ciddi bir sorun olarak karşımıza çıktı. İşsizlik fonunda biriken paranın işsizler için kullanılmamış olduğunu, yeni işsizlerle birlikte gördük. Mevcut iktidarın milletten aldığını millete verememesinin çaresizliğine tanık oluyoruz.
Kendimize yeten bir tarım ülkesi iken, nasıl dışa bağımlı hale gelmiş olduğumuzu, kendi topraklarını ekemez hale gelen çiftçilerin ülkemizin gıda sorununda kilit noktada önemli olduğunu, verimli topraklarımızın bize yetecek buğdayı ve pek çok ürünü üretemez hale getirildiğini gördük.
Yerel yönetimlerin gücünü ve önemini kavradık. Toplumsal dayanışmanın en önemli olduğu böyle bir süreçte bu dayanışmaya oy kaygısı ile engel olan iktidarın yerel yönetimlere yaptıklarını şaşkınlıkla izledik.
Toplumsal dayanışma ruhunu toplum olarak yaşadık, yaşattık. Dayanışma ile ayakta kalabilmeyi, yardımlaşma ile yıkılmamayı, dini, dili, kökeni ne olursa olsun insani değerlerin önemli ve belirleyici olduğunu içselleştirdik.
En önemlisi sosyal devlet kavramını toplum olarak konuşmaya başladık. Ne demek olduğunu sorguladık. Sosyal devlet olmadığımız gerçeği ile bir kez daha yüzleştik.
Artan kadın şiddetine devletin sahip çıkmadığını, çığlıkların dört duvar arasında sıkışıp kaldığını, ek bir önlem alınması konusunda sivil toplum kuruluşlarının çabalarının dışında devlet elinin uzanmadığını gördük. Yaşanan trajediler, artarak devam eden kadın cinayetleri canımızı yakmaya, içimizi acıtmaya devam ediyor.
Bilimin ne denli önemli olduğunu gördük. Hurafelerden uzaklaşıp, bilime güvendik. Hacı ve hocalardan, falcılardan değil bilim adamlarından can kulağıyla bekledik iyi haberleri.
Doktorlar, hemşireler, teknisyenler, hasta bakıcılar, eczacılar bu dönemde kahramanlarımız oldu.
Karantina altında evlerimizde yaşamanın zorluğunu, kargo hizmeti verenler, fırıncılar, market çalışanları ile hafiflettik. Mahallemizdeki küçük esnafların, bakkal, kasap, manav ve büfelerin yanı başımızda olmasının lüksünü fark ettik. Unuttuk AVM’ leri. ”Olmasa da oluyormuş”, dedik.
Çok zamanımız oldu tüm bunları düşünmek için.
Yaşadıklarımızı belki tam sindiremedik ama nasıl yaşamak istediğimizi artık hiç olmadığı kadar net biliyoruz.
Çalışanların, emekçilerin, emeğin, her yönetim sistemin en belirleyici dinamikleri olduğunu artık biliyoruz.
Bundan sonraki hayatımız, farkına vardığımız değerlerin yaşatılması ile sürmeli.
Doğayı katleden, insan hayatını ve insani değerleri hiçe sayan, din ve ırkçılık argümanları ile toplumları bölerek kaostan beslenen anlayışlara geçit vermemeliyiz.
Kadına insan kimliği ile yaklaşan, kadın haklarına sahip çıkan, eşitliğin hak olduğunu lütuf olmadığını bilen, sosyal demokrasinin evrensel değerlerine sahip siyasi anlayışla yönetilen bir ülke olmak için mücadele vermeliyiz.
Bir ve birlik olmanın, dayanışmanın verilecek mücadelede en büyük kalkanımız olacağını asla ama asla unutmamalıyız.
Atalarımız “Bir müsibet bin nasihatten iyidir, demiş. İnsanlık bu müsibetin bedelini çok ağır ödüyor belki ama dersini de aldı, diyelim..
Bir fincan kahvenin keyfini çıkartacağımız günlerde buluşmak dileğiyle,
Sağlıkla ve sevgiyle kalın.Sibel PARMAKSIZ