“Şikâyetim var cümle yasaktan. Dillerimi hâkim bey bağlasan durmaz.”
Merhaba sevgili okur... Dün Marmara Denizi’nde meydana gelen, korkutan ve üstelik birçok il ve bazı ülkelerde dahi hissedilen deprem sonrası yine benzer konular, sorular ve endişeler gündeme geldi.
Tam unutur gibi olurken yeniden kendini hatırlatan bu doğal afetten biliyoruz ki kaçış mümkün değil, umursamamak ise imkansız. Ülke fay hatları üzerinde dans ederken, bizler her sarsıntıda aynı soruları soruyor, aynı öfkeleri kusuyoruz. Ama değişen ne? Hiçbir şey!
Bu ülkede depremler yüz binlerce hatta milyonlarca canı aldı, şehirlerimizi yerle bir etti, var olanı sıfırladı. Geçmişten bu yana ne öğrendik? Daha doğrusu, öğrenmek isteyen oldu mu? Olası depremler için girişimde bulunuldu mu? HAYIR! Peki buna şaşırdık mı? Ona da hayır!
Bu felaketin gölgesinde büyüyen vurdumduymazlığın, fırsatçılığın ve akıl almaz sorumsuzluğun kısaca üzerinden geçmek istediğim için bu konuyu ele alıyorum, üstelik her ne kadar yazacaklarım artık klişe sayılsa da!
Şimdi, ‘deprem paraları nerede?’ diye soracağım da, cevabı düşünürken kendime güleceğim. Çünkü zaten belli nerede olduğu. Ya AFAD’ın kasasında ya da başka “öncelikli” projelere aktarıldı. Burada öncelikli projeden kastım vatandaşın faydasına olan bir proje değil tabii, bunda bir hemfikir olalım!
Depremzedeler konteynerlerde, çadırlarda kışı geçirirken, toplanan paraların akıbetini sorgulamak bile suç sayılır oldu malum. “Bizde her şey şeffaf,” derken, acaba o şeffaflık nerede bu da ayrıca tartışılması gereken bir konu. “Biz her şeyin hesabını verebiliriz,” derler, peki ya hesap verebilirlik nerede?
Depremle birlikte insanlık sınavından çakanlar sadece paraları buharlaştıranlar değil, bunun da farkında olmak lazım. Adeta fırsatçılığın altın çağını yaşıyoruz diyebilirim. Uçak biletleri mesela... Keza örneğini dün de gördük bunun. Bir anda bilet fiyatları roket hızıyla yükselmiş. Normalde 1500 liraya uçtuğun yere, bir anda 5 ila 10 bin lira arası ödemen gerekiyor. Hangi vicdan, hangi ahlak bunu kabul eder? Havayolu şirketleri, “Arz-talep meselesi” deyip sıyrılıyor bu durumdan. Bu düpedüz felaketi fırsata çevirmek değil de nedir? İnsanlar can derdindeyken, birilerinin kâr hırsı tavan yapıyor ve bunun önüne geçecek bir mercii yok. Ki, zaten vergisiydi, bilmem neyiydi işlerine dahi geliyor bu şekle evirilmesi...
Bir konu daha var ki, hemen her meslektaşım ele almış olsa da değinmeden geçemeyeceğim. Din kanaatkar olmayı gerektirir derler, sözüm ona vicdan ve ahlak nutukları atarlar ve bindikleri son model Audi A8 fiyatına yaklaşık 78 tane deprem konteynerinin alınabileceğini umursamazlar. Selam olsun Diyanet’e! Lafa gelince halka hizmet, gerçeğe bakınca kul hakkına riayet!
Haa bir de deprem uzmanlarının kavgası yok mu, inanın izledikçe hayrete düşüyorum. Bilimsizlik mi denir, egoların çarpışması mı bilmiyorum fakat somut verilere dayanan bir doğa olayında dahi mutabık olamayan uzmanların varlığına tanık olmak oldukça trajikomik! Deprem yönetmelikleri üzerinde mutabakat sağlanamıyor, fay hatları konusunda ortak sonuca varılamıyor, her kafadan bir ses çıkıyor. Bu ne saçmalık! Bir felaketin ortasında bilim insanlarının ego savaşına düşüyoruz sürekli. Deprem gibi hayati bir konuda bu kadar dağınıklık, bu kadar tutarsızlık olur mu? Vatandaş kime güvenecek? Hangi rapora, hangi söze inanacak? Bu kafa karışıklığı, sadece güveni zedeliyor ve daha fazla can kaybına davetiye çıkarıyor.
Bu ülkede deprem sadece yer kabuğunun hareketi değil, aynı zamanda bir ahlak, vicdan ve sistem sınavı. Her sarsıntıda aynı manzaralar: Yıkılan binalar, kaybolan paralar, yükselen fiyatlar, lüks içinde yüzen bürokratlar ve kendi aralarında didişen uzmanlar.
Peki, bizden n’aber?