Bir ülke düşünün, imparatorluk bakiyesi olduğu için etnik ve dinsel anlamda çok parçalı bir toplumu bağrında barındıran bir ülke ve artık miadını doldurmuş imparatorlukların yıkılma aşamasında, bu enkazdan el birliğiye yaşanılası bir ülke özlemiyle canla, başla özgürlük mücadelesi veren bu toplum, imparatorluk subayları ve pozitivist aydınlarınca siyasi iradesine el konmuş ve hak ettiği özgürlük duygusunu doyasıya yaşayamamış bir toplum, savaş sonrası, herkese tek tip elbise giydirilir gibi, resmi ideoloji dayatılan ve muhalif seslerin daraağaçlarıyla sindirildigi, tek parti diktasına mahkum edilen bir toplum...
Ama hakkını yememek gerekir ki bu toplumun zaman zaman sergilediği toplumsal muhalefeti kontrol altında tutmak amacıyla, "Serbest Fırka" ve "Terrakiperver Cumhuriyet Fırkası" adında iki kez "Majestelerinin Muhalefeti" babında muhalif partilerin kurulmasına izin verilmiş, ancak toplumsal muhalefetin gücü ve tek parti rejimine olan öfkesi bu partileri çok güçlü ve rejim için ciddi bir tehdit haline getirince, düzenlenen komplolarla bu iki parti de kısa sürede kapatılmıştır. Nitekim çok sonralari oluşan iki kutuplu dünya ve soğuk savaş döneminin başlamasıyla birlikte, "Sovyet tehtidine" karşı batı blokunda yer almaya başlayan bu ülkede, yine batının zorlama ve tehditleriyle çok partili düzene geçilmiş ve yine devletin resmi ideolojisinin ocağı CHP içinden bir parti (DP) doğmuştur. Kuruluşundan beri laikliğin en jakoben tarzı olan Fransız tipi laiklik uygulamalarıyla canından bezdirilmiş ve toplumun çoğunluğunu teşkil eden mütedeyyin kitleler, asimilasyon amaçlı şiddet sarmalında boğulan Kürtler hatta Aleviler dahil olmak üzere, tüm muhalefet DP'ye adeta bir can simidi gibi sarılmış ve bu partiyi ilk özgür seçimlerde tek başına ezici bir çoğunlukla iktidara taşımıştır.
İşte bu safhadan sonradır ki, İttihat ve Terraki geleneğinden gelen müesses nizamın sahiplerince, Cumhuriyet dönemi darbeler tarihi start almış ve bünyesinde barındırdığı her ülkede "Süper Nato", "Gladyo"adıyla illegal ve kirli birimler oluşturan NATO'nun da destek ve teşvikiyle nerdeyse her on yılda bir askeri darbeler zinciri oluşmuştur. Akıl almaz iftiralar ve komplolarla yıpratılan DP 1960 darbesiyle iktidardan indirilirken, darbeciler ittihatçı duayenleri Celal Bayar'a dokunmayıp, çarıklı halkın temsilcisi saydıkları Menderes, Zorlu ve Polatkan'ı idam etmişlerdir. Batı bu süreçte ve daha sonra yaşanan darbelerde de, darbenin bizzatihi ya içinde ya da teşvikçisi olarak yer almıştır...
Nitekim 12 Eylül Faşist Cuntası'nın darbe yaptığı haberi ABD Başkanı'na "bizim çocuklar başardı" diye verilmesinin nedeni de budur... Batı yüzyıllık stratejik planlar yapmakla nam salmış Emperyalist bir geleneğe sahiptir. 12 Eylül öncesi, ülkücü kesimi rejimin paramiliter gücü haline getirmek için Abdullah Çatlı, müzmin muhalif islami kesimi kendi güdümlerine almak için Komünizmle Mücadele Dernekleri aracılıgıyla Fetullah Gülen'i ve 70'li yılların sonlarına doğru artan ama asla şiddete prim vermeyen ve bir çok ilde Bağımsız Belediye Başkanlıkları (Diyarbakır, Urfa, Ağrı, Batman) kazanan Demokratik Kürt muhalif hareketini de terörize edip, halkın gözünde mahkum etmek ve tek merkezden denetlemek içinde Abdullah Öcalan devşirildi. Bu plan belli bir oranda başarılı olsa da daha büyük sorunların doğmasına neden oldu.
Bu arada her on yılda bir yaşanan darbeler sonucu ekonomisi yerle bir olan ve halkın sefalet ve yoksullukla boğuştuğu ülkede darbeciler devleti yağmaladıktan sonra, belli koşullarla ülkeyi, muktedir olamayan sivil iktidarlara devrediyorlar ve demokrasi oyunu oynanmaya devam ediyordu. Her darbe sonrası olduğu gibi 28 Şubat Postmodern Darbesi sonucu yine mutedeyyin kitleler hedef alınmış, özellikle "Majestelerinin islamciları" Fetullahçılar dışında ordu da neredeyse Allah diyen herkes ihraç ediliyordu. Taa 1970'lerden başlayarak ulusal ve uluslararası alanda Gülen Hareketi gerek devlet ve gerekse destekçisi dış güçlerce himaye edilmeye devam ediyordu. Özal'dan Demirel'e, Mesut Yılmaz'dan Çiller'e hatta hatta Merve Kavakçı'ya "Atın bu kadını dışarı"diyecek kadar hırçınlaşan "romantik şair, demokrat" Ecevit'e kadar Gülen'in palazlanması için seferber olmayan bir tek devlet erkanı bulamazsınız. Bu tavrıyla Gülen'in şefaatine nail olmuştu. Bunun bir tek istisnası vardır ki o da Merhum Erbakan'dır. Onu da Feto ve müesses nizamın fedaileri el birliğiyle iktidardan indirip pasifize etmeyi başardılar...
Tüm bu gerçekler ışığında Ak Parti iktidara geldiğinde zaten bürokrasi de bir çok kilit noktada iktidarı elinde bulunduran Feto fedailerinden başkasıyla çalışma şansı varmış gibi bu konu da sadece Ak Parti'yi suçlamak, olayları iyi okuyamamak ve kolaycılıktır. Tüm bunlarla birlikte Ak Parti döneminde yapılan kadrolaşmadan elbette sorumlulukları var ve bunun bedeli de bugün misliyle ödenmektedir...
Halkın birikmiş öfkesinin bir patlaması olarak iktidara hazırlıksız yakalanan ve halkın hakli taleplerinin takipçisi olarak müesses nizamın sinir uçlarına dokunan reformist bir yapıya sahip Ak Parti'nin yetişmiş kadroları yoktu ve 27 Nisan E-Muhtırası ve kapatılma davalarıyla sürekli Kemalist bir sopayla tehdit edilen Ak Parti'nin başka bir seçeneği varmıydı,o da tartışılması gereken başka bir konudur.
Sonuç olarak Ak Parti bu sürecin sanığından daha çok mağduru konumundadir. Bugün FETÖ adında katil ve her alanda örgütlü ahtapot bir yapılanma varsa ve bu ahtapot Sol örgütlerden, Alevi Dernekleri'ne, PKK'dan MHP'ye, AK Parti'den CHP'ye kadar kol budak sarmışsa bunun baş sorumlusu "Dine karşı din" teziyle bu yapıyı kuran emperyalist dış güçleri ile uygulamalarıyla bunları kollayıp palazlandıran ETÖ zihniyetidir. Bunlara safça yardım eden halk kitleleri ise sadece bu büyük oyunda piyon olmuşlardır...
Yani asıl mesele müesses nizam ve emperyalistler FETÖ ve PKK gibi yaıilar aracilığıyla bugün Ak Parti'yi müesses nizama diz çöktürme çabasındalar, işin özü budur VESSELAM... FETÖ'NÜN ANASI ETÖ'dur..