Bu soruyu yazı başlığı olarak seçmemizin nedeni, CHP'nin sürekli dillendirdiği "Bu ülkeye çok partili rejimi kazandiran CHP ve İsmet İnönü'dür" söylemi ve bu söyleme koşulsuz iman eden CHP'li kadrolardır. Bu söylemin gerçekliğini bir sorgulamak istedik...
Parti devleti olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin teknokrat ve bürokrat kadroları aynı zamanda CHP yöneticileriydiler. İl Başkanlarının vali, ilçe başkanlarinin kaymakam olduğu bu rejim tam bir CHP cenneti iken, muhalif seslere hayat hakkı tanımayan faşist bir parti devletinden bahsediyoruz. Öyle ki parti simgesi "Altı ok"u Anayasaların bağrına saplayarak, daha sonrasında iktidara gelen partilerin isimleri değişse de, zihniyeti hep iktidarda kalan bir CHP parti devletinden söz ediyoruz. Bu gerçekleri bilenler, bugün imtiyazı elinden alınan CHP'nin bu orantısız feryat figanını anlamakta güçlük çekmeyeceklerdır...
Konumuza dönecek olursak, gerçekten bu imtiyazları cebren ve hile ile elde etmiş bir yapının ülkeye, çok partili bir rejimi kazandırması mümkün mü? Elbette degildi. İşin aslı şudur; İkinci paylaşım savaşının ardından iki kutuplu hale gelen dünyada, ABD güdümünde Kuzey Atlantik Paktı (NATO) ve SSCB güdümünde Varşova Paktı diye iki ayrı cephe oluşmuştu ve yüzünü koşulsuz olarak Batı'ya dönmüş, kendi değerlerinden kopmuş Türkiye bir tercih yapma durumundaydı ki bunda da zorlanmadı Nato'ya dahil olmak istedi, ancak ne var ki bir engel vardi. Nazi Almanyası ve Mussolini faşizmine öykünen CHP kadroları, ülkenin tek hakimiydiler, hatta öyle ki Hitler'in fuhrer sifatına nazire olarak İnönü Milli Şef sıfatını almıştı. Ama faşizmden çok çekmiş Avrupa ülkelerinin oluşturduğu NATO ülkeleri arasinda tek parti rejimlerine yer yoktu,Türkiye'ye de çok partili rejime geçme koşulunu dayattılar. Bunun üzerine geçmişte bu konuda başarısız da olsa iki deneyimi bulunan (geçmişte Serbest Fırka ve Terrakiperver Cumhuriyet Fırrkası adıyla iki muvazzalı parti kuruldu ancak bu partiler kısa zaman da CHP zulmunden bunalan halkin sigindigi limanlar haline gelince hemen kapatıldılar) CHP yöneticileri tekrar, majestelerinin muhalefeti görevi üstlenecek bir parti kurma arayışına girdiler. Ama yine bir sorun vardi ki, geçmiş tecrübeleri yaşamış Milli Şef'imiz, çiftliğini emanet edecek kimseye güvenemiyordu. Sonunda buldu. CELAL BAYAR'dı bu..
Her ne kadar çatışıyor gibi görünseler de, ikisi de eski ittihatçı ve komitacıydı ve ikisi de M.Kemal'i yüceltmeyi "milli bir ibadet" olarak görmekteydi. Bayar bu iş için biçilmiş kaftandı. Bayar ve arkadaşları CHP'den istifa ettirilip DP kurduruldu. (Ancak Menderes faktörünü hesap edemediler ki daha sonrasında onu da infaz ederek devre dışı biraktılar) Yeni parti haberi halkta bir umut ve heyecan dalgası yarattı ve DP daha seçime girmeden çok büyük bir rağbet gördü ve bu durum Milli Şef'i rahatsız etti. Önlem alınmalıydı, yanlişlıkla dahi olsa iktidar DP'ye verilemezdi. Akıllara zarar bir seçim kanunu hazırlandi. Oylar açıktan kullanılacaktı, sayım gizli yapilacak ve oy pusulaları yakıldıktan sonra seçim sonuçları ilan edilecekti. Sonuçlara itiraz mı dediniz, eeee o işe de Marko Paşa bakardı artık..
Ve öyle de oldu. Oy kabinlerinin olmadığı, sandık üzerinde ve asker süngüsü altında oyların kullanıldığı "Demokratik" bir seçim yapıldı ve CHP yine iktidar oldu. Tüm bunlara ragmen DP yine kırk küsur vekil kazandı. Çok partili rejim hoş geldi, sefa gelmişti ve biz bu "Demokratik olgunluğu" elbette CHP ve İsmet Paşa'ya borçluyuz. Yalan söylemeye gerek yok. Yani işin özü budur vesselam.